ateşin yanında biri şunları anlatıyordu:
“Dolaştım, dolaştım, açlıktan takatim kesilmiş ve üşümüştüm, kiliseye girdim…Kilise karanlıktı, bir çıra yanıyordu. Rahip bir şeyleri öğütüyordu ama ne olduğunu seçemiyordum. Rahibin de soğuktan dili dolaşıyordu. Baktım, bir kenarda tabut duruyor, şeker kutusundan yapılmış tabutun üzerinde de farklı yerlerde: “Sinitsın’ın Alışveriş Dükkânı” yazıyor. Satıcının karısının öldüğünü düşündüm ve rahip de amma dilenci çıktı, diye sorguladım. Boş verip, yiyecekleri düşünmeye başladım, çünkü mucize yaratanlar, eğer çocukların karınları açlıktan sırtlarına yapışırsa, dine çok bağlı olmayacaklarını biliyor. Hey, çocuklar! Yakında açlık sizden bize geçecek farkında mısınız?”
“Hiçbir şeyin farkında değilim! Size hiçbir şey dokunmuyor, hepiniz koruma altındasınız.”
Aynı ateşin yanında diğer taraftan başka bir ses:
“Böylece köye geldi, silah aldı.” “Hâlâ asilzade sınıfındanım ben, hey gidi komünist fakirlik!” “İzbesi eski, fakat büyüktü. Her zamanki gibi pencerelere ve ikonlara ateş etmeye başladı. Kardeşinin atlarını tekneye koşar, tekneye tekerlek takar, kazıkla ittirerek sanki suyun üzerindeymiş gibi giderdi – şaka tabi ki. Gençler önünde, yaşlı kadınlar arkada yürüyorlardı. Aptal bir kadın buldu ve onunla evlendi. Brr! Sonbaharda soğuk erken bastırdı, izbe buz gibi oldu, saman üzerinde uyuyorlar, pencereleri yastıklarla tıkıyorlardı. Rahip bu çılgın kadının çocuğunu korudu ve gökyüzünün hâkimiyeti devam etsin diye öldü.”
Etraf çim kokuyor, nehirde su akmaya devam ediyor, ateşin dumanı tütüyordu. Yeni yetmeler çalışıyor, en yakınlarında bulunan çiti ve ardıç çalılığını kesiyor, kestiklerini ateşe atıyor, alevler titriyor, küçük yıldızlar karanlık gökyüzüne saçılıyordu. Nehrin yarısına kadar uzanan dalgaların tepelerinde çavdar yeleleri dans ediyordu. Kıyılarda pürüzlü derelerin karanlık parıltısında insanların gölgeleri dolaşıyor, şelalelerin gürültüsü duyuluyordu.
Diğer ateşin yanında birisi yüksek sesle masal anlatıyor, insanlar oraya doğru gidiyor ve git gide kalabalıklaşıyorlardı. Hatta aşağıdan ateş görünmüyor, sadece yüzler ve kafalar parlıyordu.
“İki ihtiyar vardı. Ne kardeşleri ne de çocukları vardı ve “Ahmakça yaşadık” diye düşünüyorlardı. Birisi “Satış işine girelim”, diye düşündü. “Peki hangi malı getirelim, ya da bütün yaşlı kadınları neden et için keselim?” “Hayır, neden yaşlı kadınları keselim? Sen kızağa kar koy ben de kum koyayım da birlikte şehre gidelim.”
Tepenin üzerinde şarkı söylüyorlardı:
Bütün kocalar evlenene kadar iyidir.
Eşlerine kunduz derisi giydirir.
“Bak şeytana!”
“Eh, evet! Çocuklar-kardeşler! İhtiyarlar mallarını satamadan eve dönüyorlardı. Biri yine, “Malları takas edelim mi?” diye düşündü. “Haydi, edelim,” dedim. “Ben kar alacağım sen de kum al. Ancak kum kardan daha pahalıdır. Kar erir, fakat kum asla erimez. Ek olarak da üç kapik istiyorum.” “Pekâlâ, evde vereceğim” dedi. Yaşlı adam eve geldi ve evde hatırladı: “Üç kapiği papaza verdim, daha da param yok,” dedi. Diğer yaşlılar da onun fakir olduğunu bildiklerinden, borcunu istemeyeceklerini biliyordu. Düşündü, taşındı ve dedi ki:
“Yaşlı kadın, şapele gidelim, soyunayım, sen de beni tabuta yatır. Komşu, borcunu istemeye gelecek, sen de ağlayarak, “Öldü” de. İhtiyar kadın herkesi işletti. Sadece diğer ihtiyar adam ona inanmayarak tabutun yanına geldi, şapelin altına girdi, bekledi ve şöyle düşündü: “Yalan söylüyorsun, yemek yemek isteyecek ve canlanacaksın.”
Cani koca sürekli kötülük yapardı.
Ne sansar kürkü ne de samur alırdı…
“Şarkı söylemeye başlayın da görün bakalım banyo cinleri sizi nasıl da şehre götürecek!”
“Şeytandan bile korkmuyorlar!”
“Öyle işte… Yaşlı adam şapelin altına yattı ve pek çok insanın geldiğini hissetti. Hatta gelenler arasında haydutlar da vardı, kiliseyi soydular. Çalınanları paylaşmaya başladılar, çete başı, “Kılıcı hazırlamak gerekiyor, saat düzgün çalışmıyor, almaya geliyorlar” dedi. Kılıcını çıkardı ve çarparak “Rahmetli, yani ölü bir beden burada, kılıcını bir deneyeyim bakalım, keskin mi?” “Yoksa şimdi kesmeyecek misin?” dedi. Şapkasını bir kenara attı, kollarını ellerini kaldırır gibi sıvadı, yaşlı adam ise korkudan tabuttan çığlık atarak fırlamasın mı? “Bütün ölüler, tabutlarınızdan kalkın!” diye bağırdı. Diğer yaşlı adama ise korkunç bir varlık göründü, o da yerde kımıldamaya, kafasını vurmaya başlayınca haydutlar kaçmaya başlamasın mı? Beş verst kadar kaçtılar, sonra fikirlerini değiştirdiler. “Kardeşler-çocuklar, kaç ölü dışarı fırlamış bakmak gerekiyor.” Ancak kimse gitmedi, daha sonra birisi bulundu ve “Haydi gideyim bir bakayım, siz de bekleyin!” dedi. Şapele sürünerek yaklaştı, duvarın yanında durdu ve dinlemeye başladı: “Bana üç kapik borcun var, bu yüzden çete başının şapkasını alıyorum.” Haydut kendi grubuna döndü ve “O kadar fazla ölü varmış ki, bizim kaçarak onlara yaptığımız iyilik, senin şapkanı üç kapiğe paylaşamayacak kadar yetmemiş onlara, Ataman!”
“Uyumak gerekiyor,” dedi biri. Başka bir yerde hikâye devam ediyordu:
“Demirciye demir getirdiler. “Bundan bir balta yap,” dediler. Demirci “Tamam, yarın gel,” dedi. Ertesi gün geldi. Demirci “Olmadı, balta olmadı, bundan bıçak olur,” dedi. Müşterisi “Canın cehenneme, tamam bıçak yap,” dedi. O da “Tamam yarın gel,” dedi. Ertesi gün geldi. Demirci “Hayır, bıçak çıkmadı,” dedi. “Peki, ne çıkacak?” “Biz14 çıkacak, tarımda işe yarar. Yarın tekrar gel.” Ertesi gün tekrar geldi. Demirci, “Hayır, olmadı biz çıkmadı,” dedi. “Senin elinden ne çıkacak o zaman?” “İğne çıkacak,” “Ne zaman geleyim?” “Dur, gitme, daha ölmedik ya!” Demiri aldı, kızdırdı ve suyun içine attı, demir cızırdamaya başladı. “Bak, bu sefer amacına ulaştın!”
“Böyle her şeyi yapan demirci çok!”
“Hey! Dinle! Komiser geliyor.”
“Bırak gelsin!”
Komiser, işçilere doğru yaklaştı. Ateşin yanında yol açıp, komisere yer verdiler. Komiser kütük parçasının üzerine oturdu, tabanca kılıfını düzeltti, daha sonra herkese sesini duyurabilmek için yüksek sesle ve tane tane konuştu:
“Yoldaşlar, alaşım sürmede kim daha usta ve gözü pek?”
“Atılgan burada çok!”
“İşe yaramaz köylüler var!”
“Burada nehrin çevresinde ve nehrin kenarında kaç kişisiniz?”
“Yeni yetmelerle birlikte yüz beş kişi toplanır!”
“Aranızda kim tomruk tıkanıklığını düzeltiyor?”
“Doğruyu söylemek gerekirse, böyle biri yok.”
“Yok mu? Nasıl olur?”
“Yok işte, ne sandın ki!”
“Yalan söylüyor yoldaş komiser!”
“Ben de böyle bir şey olamayacağını düşünüyorum! Gerçekten bu kadar insan içinde tıkanıklığı düzeltecek