Анонимный автор

Sovyet Öykü Seçkisi


Скачать книгу

bıktım bununla çalışmaktan. Eli kulağında. Bir tek çekiç darbeleri kaldı. Sen ise sürekli evlilikten söz ediyorsun! Biz Katya’yla anlaştık. Beni bekleyecek.”

      Daniluşko sonunda kâseyi çiftlik beyinin çizimine göre tamamladı. Tabi ki kâhyaya söylemediler ama evde küçük bir kutlama yapmayı planlıyorlardı. Gelin adayı Katya, anne ve babasıyla beraber geldi ve daha başka misafirler… Çoğunlukla bakır taşı ustaları… Katya kâseyi görünce çok şaşırdı:

      “Bu motifi yontmayı ve taşı hiçbir yerinden kırmamayı nasıl başardın? Bu kadar temiz ve düzgün bir tornayı nasıl yapabildin?”

      Ustalar da aynı fikirdeydiler:

      “Tam da çizime uygun olarak! Kusursuz. Temiz bir işçilik. Neredeyse daha mükemmeli imkânsız. Böyle çalışmaya devam edersen sana yetişmemizin mümkünatı yok.”

      Daniluşko uzun uzun dinledi ve şöyle dedi:

      “Beni üzen de kötü bir tarafının olmaması. Yüzeyi dümdüz, desenler tertemiz, oyma kısımları tam çizime göre. Ama ya güzelliği nerede? Alın size gerçek bir çiçek… Hiç çirkin bir yanı yok. Ona bir bakıyorsunuz, yüreğiniz mutlulukla doluyor. Peki ya bu kâse kimi mutlu edecek? Ne için yapılmış? Kim baksa, tıpkı Katya gibi, ustanın gözleriyle ellerine, taşın hiçbir yerini kırmamak için sarfettiği sabra hayran kalıyor.”

      “Peki hatası nerede?” diye güldü ustalar. “Alttan ekleyip perdahla örtmüşsün ve böylece kenarları görünmez olmuş.”

      “Aynen öyle… Peki, size soruyorum, taşın güzelliği nerede? Buradan bir damar geçiyor ama sen onun üzerine delik açıp çiçek kesiyorsun. Bunların burada işi ne? Bunlar taşı bozuyor. Ama taş nasıl da güzel! Taşın ilk hali! Anlıyor musunuz, ilk hali, nasıl da güzel!”

      Hiddetlenmeye başlamıştı. Galiba içkiyi de biraz kaçırmıştı.

      Ustalar Daniluşko’ya Prokopiç’in bunu defalarca söylediğini hatırlattılar:

      “Taş taştır. Onunla ne yapılır? Bizim işimiz, yontup kesmek.”

      Orada bir ihtiyarcık vardı. Prokopiç’in ve diğer ustaların da ustasıydı. Herkes ona dede derdi. Eli ayağı tutmaz bir haldeydi. Ama sohbete ortak oldu ve Daniluşko’ya şöyle dedi:

      “Sevgili oğlum, yanlış yoldasın! Bunları kafandan uzaklaştır! Yoksa dağ ustaları efendisinin eline düşersin…”

      “Hangi ustalar, dedeciğim?”

      “İşte onlar… Dağda yaşarlar, kimse onları göremez… Sahipleri ne derse onu yaparlar. Bir keresinde gördüm onları ben. İş dediğin öyle olur! Buradakinden, bizim yaptığımızdan farklıdır onlarınki.”

      Herkes merak etti bu konuyu. İhtiyara onların yaptığı hangi eşyayı gördüğünü sordular.

      “Yılanı gördüm. Sizin bilezik olarak yonttuğunuzdan.”

      “Ee, nasıldı peki?”

      “Diyorum ya, buradakilerden farklı. Onu gören usta hemen buranın işi olmadığını anlar. Bizim bileziklerde yılanı o kadar temiz yontamıyorlar, taş olduğu belli oluyor ama onlarınki gerçek gibi. Simsiyah sırtı, gözleri… Her an sokmaya hazır gibi. Ne de olsa onlar taştan çiçeği görmüşler, güzellikten anlıyorlar.”

      Daniluşko taştan çiçeği duyar duymaz ihtiyarı soru yağmuruna tuttu. İhtiyar açık açık konuştu:

      “Bilmiyorum, sevgili oğlum. Sadece böyle bir çiçeğin olduğunu duydum. Bizim buralı halkın onu görmesi imkânsız. Onu görenin bu dünyada yüzü gülmez.”

      “Ben görmek isterdim,” dedi Daniluşko.

      Nişanlısı Katenka bunu duyunca çırpınmaya başladı:

      “Ne, sen ne diyorsun Daniluşko? Bu dünyadan bıktın mı yoksa?” Ve gözyaşlarına boğuldu.

      Prokopiç ve diğer ustalar işin nereye varacağını sezip ihtiyarı alaya almaya başladılar:

      “Dede, sen bunamaya başladın. Masallar anlatıyorsun. Çocuğun aklını çeliyorsun.”

      İhtiyar heyecanlandı ve yumruğuyla masaya vurdu:

      “Böyle bir çiçek var! Delikanlı doğru söylüyor. Biz taştan anlamıyoruz. Taştan çiçek tüm güzelliğini sergiliyor.”

      Ustalar alaya devam ettiler:

      “Dede, sen içkiyi fazla kaçırdın!”

      “Taştan çiçek diye bir şey var,” diye diretti ihtiyar.

      Bir süre sonra misafirler dağıldı ama bu konuşma Daniluşko’nun kafasından bir türlü çıkmıyordu. Tekrar ormana gitmeye, boru çiçeğinin oralarda dolanmaya başladı. Düğünü ise düşündüğü yoktu. Prokopiç bu durumda onu zorlamak mecburiyetinde kaldı:

      “Kızı niye mahcup ediyorsun? Kaç yaşında gelin olacak? Bekle, bekle, nereye kadar… Onunla alay edecekler. Milletin ağzı torba mı büzesin?”

      Daniluşko kendi dediğinde diretiyordu:

      “Çok az daha sabret! Biraz düşünüp uygun taşı seçeceğim.”

      Gumeşki’deki46 bakır madenine gitmeyi alışkanlık haline getirdi. Madene indiğinde yukarı çıkarılan bakır taşlarının ayıklandığı yüzey kısmında dolaşıyordu. Bir keresine eline aldığı bir taşı evirip çevirdi, iyice inceledi ama sonra “Hayır, bu o değil,” diyerek bıraktı.

      Bunu der demez bir şey dile geldi:

      “Başka yerde ara… Yılan Dağı’nda.”

      Daniluşko etrafına bakındı – kimse yok. Kimdi o? Dalga mı geçiyorlar… Etrafta gizlenecek yer de yok… Biraz daha bakındı ve eve gitti. Arkasından bir ses yine:

      “Danilo usta, duydun mu? Yılan Dağı diyorum.”

      Daniluşko etrafına bakındı. Mavi bir dumana benzer bir kadın görünür gibi oldu sanki. Sonra sesler kesildi.

      “Bu da neyin nesi?” diye düşündü Daniluşko. “Yoksa yılanın kendisi mi? Yılan Dağı’na gitsem ne olur ki?”

      Bu dağı Daniluşko iyi bilirdi. Yılan hep orada olurdu, Gumeşki’ye yakın bir yerdeydi. Ama yılan artık oralarda olamazdı, her yeri çoktan kazmışlar, yerin üstündeki taşları toplamışlardı.

      Daniluşko ertesi gün de o tepeye gitti. Tepe fazla yüksek değildi ama yamacı dikti. Bir tarafı tamamen budanmış gibiydi. Kayaların katmanlaştığı yer en iyi cinstendi. Bütün tabakalar hiçbir yerde olmadığı kadar iyi görülüyordu burada. Daniluşko bu katmanlı yere gitti. Burada bir bakır taşı, yerinden sökülmüştü. Büyük bir taştı, elle taşımak imkânsızdı. Sanki çalı şekli verilmişti. Daniluşko bu hazineyi incelemeye koyuldu. Her yönüyle tam da istediği gibiydi: taşın altına doğru renk koyulaşıyordu, damarlar tam da gerekli yerlerdeydiler… Her şey olması gerektiği gibiydi… Daniluşko çok sevindi, atının peşinden koşarak taşı eve getirdi:

      “Bak nasıl bir taş buldum!” dedi Prokopiç’e. “Tam da benim kâsem için özel olarak yapılmış gibi. Artık hızlıca yaparım. Sonra da evlenirim. Katenka beni gerçekten de çok bekledi. Benim için de kolay olmadı. Beni tutan sadece bu işi tamamlamak. Çabucak bitse bari!”

      Ve Daniluşko taşı işlemeye koyuldu. Ne gecesi vardı ne de gündüzü… Prokopiç ise bu işe hiç sesini çıkarmıyordu. Delikanlı belki de sakinleşir ve avunur diye düşünüyordu. Çalışma hızlı ilerliyordu. Taşın alt kısmını tamamlamıştı. Görünüşü aynı boru çiçeği gibiydi. Enli yaprakları kümeler halinde,