Анонимный автор

Sovyet Öykü Seçkisi


Скачать книгу

bundan iş çıkacak.”

      Ertesi gün Daniluşko’ya şöyle dedi:

      “İlk önce ev işlerine yardım edeceksin. Benim çalışma düzenim böyledir. Anladın mı? İlk iş olarak kartopu çiçeği toplamaya git. Şimdilerde İnya nehrinin sularıyla besleniyor ve börek içi yapmak için tam zamanı. Ama dikkat et de çok uzaklaşma. Artık ne kadar bulabilirsen. Yanına fazladan ekmek al, ormanda yersin. Bir de komşu Mitrofanovna’ya uğra. Sana iki yumurtayla bir kap süt pişirmesini söylemiştim. Anladın mı?”

      Ertesi gün yine emirler verdi:

      “Bana iyi öten bir saka kuşuyla çok hareketli bir iskete yakala. Akşama hazır olsunlar. Anladın mı?”

      Daniluşko bunları yakalayıp getirdiğinde Prokopiç emirlere devam etti:

      “Tamam ama hepsi bu kadar değil. Daha fazlasını yakala.”

      Günler böylece akıp gidiyordu. Prokopiç, Daniluşko’ya her gün için bir iş veriyordu ama eğlenceli işlerdi bunlar. İlk kar düşmeye başladığında onu komşusuyla birlikte odun toplamaya yolladı. Yardım etmesi için. Ama ne yardım! Kızağın önüne oturuyor, atları idare ediyor, dönüşte ise yüklü arabanın ardından yürüyerek geliyordu. Sürekli koşuşturma içinde oluyor, evde yemeğini yiyor ve sıkı bir uyku çekiyordu. Prokopiç ona kürk, kışlık şapka ve eldivenler ayarladı. Kürklü çizme diktirmek için sipariş verdiler. Belli ki Prokopiç’in geçinecek kadar geliri vardı. Bir toprak kölesi olmasına rağmen haracını45 karşılayabiliyor, az bir paraya çalışıyordu. Daniluşko’ya ise giderek daha çok bağlandı. Deyim yerindeyse onu oğlu yerine koydu.

      Ondan hiçbir şey esirgemiyordu. Zamanı gelinceye kadar da onu işe başlatmadı. İyi yaşam koşullarında Daniluşko toparlanmaya başladı ve o da Prokopiç’e bağlandı. Prokopiç’in gösterdiği özeni anlıyordu. Ömründe ilk kez doğru dürüst bir yaşam sürmeye başlamıştı. Sonra kış bastırdı. Daniluşko daha da serbest kaldı. Kâh göle gidiyordu kâh ormana. Bu arada yapacağı mesleğe de alışmaya başlıyordu. Eve geldiğinde hemen aralarında konuşmaya başlıyorlardı. Daniluşko, Prokopiç’e hem anlatıyor hem de o ne, bu ne diye soruyordu. Prokopiç açıklıyor, pratik yaparak gösteriyordu. Daniluşko işten anlıyordu. Bazen de kendi yapmaya çalışıyordu: “Bak, bunu ben yaptım…” Prokopiç bakıyor, düzeltiyor, gerektiği zaman da daha iyisini yapması için doğrusunu gösteriyordu.

      Bir keresinde çiftlik kâhyası Daniluşko’yu gölün çevresinde gördü. Adamlarına sordu:

      “Bu kimin oğlu? Onu kaçıncı seferdir gölde görüyorum… Elinde oltayla aylaklık edip duruyor. Yaşı da küçük değil… Birisi onun işten kaytarmasına izin veriyor olmalı…”

      Kâhyanın adamları onun kim olduğunu öğrenip kâhyaya bildirdiler ama o inanmadı:

      “Eh, o zaman oğlanı yanıma getirin, kim olduğunu ben kendim öğrenirim,” dedi.

      Daniluşko’yu getirdiler. Kâhya:

      “Sen kimlerdensin?” diye sordu.

      Daniluşko:

      “Ustanın yanına bakır taşı işini öğrenmeye geldim.”

      Kâhya onu kulağından yakaladı:

      “Demek öyle, seni yalancı, demek öğreniyorsun!” Kulağından tuttuğu gibi Prokopiç’e götürdü.

      Durumun fena olduğunu anlayan Prokopiç, Daniluşko’yu aklamaya çalıştı:

      “Onu levrek avlamaya ben gönderdim. Canım taze levrek çekti. Sağlığım bozuk olduğu için başka şey yiyemiyorum. Ben de çocuğa balık avlamasını söyledim.”

      Kâhya inanmadı. Daniluşko bambaşka biri olmuştu: kilo almıştı, üzerindeki gömlek kaliteliydi, pantolon da öyleydi ve ayağındaki çizmeler de… Daniluşko’yu test etmeye karar verdi:

      “Haydi bakalım, ustan sana ne öğretti, göster bize.”

      Daniluşko önlüğünü taktı, tezgâha gitti ve hem gösterip hem de anlatmaya başladı. Kâhya ne sorduysa cevabı hazırdı. Taş nasıl yontulur, nasıl testereyle kesilir, kenarları nasıl tornalanır, sonra nasıl yapıştırılır, nasıl perdahlanır, sanki bir tahtaya yerleştirir gibi bakırın üzerine nasıl yerleştirilir… Kısacası her şeyi biliyordu.

      Kâhya çabaladı durdu ve en sonunda Prokopiç’e şöyle dedi:

      “Anlaşılan bu seferkinden iş çıkmış?”

      “Şikâyetim yok,” dedi Prokopiç.

      “Tevekkeli değil, şikâyet etmiyorsun da haylazlığına göz bile yumuyorsun! Onu sana meslek öğrensin diye verdiler, o ise elinde oltayla göl kenarlarında! Beni iyi dinle! Sana öyle taze levrekler gönderirim ki ölünceye kadar bir daha canın çekmez ve oğlanın da keyfi bu kadar yerinde olmaz!”

      Bu türden tehditler savurdu ve gitti. Prokopiç ise hayretler içindeydi:

      “Daniluşko, sen bütün bunları ne zaman öğrendin? Ben sana daha her şeyi doğru düzgün öğretmemiştim ki…”

      “Sen her şeyi gösterdin ve öğrettin, ben de öğrendim,” dedi Daniluşko.

      Bu sözler Prokopiç’in yüreğine öyle işledi ki, gözlerinden yaşlar akmaya başladı.

      “Oğlum,” dedi. “Canım Daniluşko’m… Daha ne biliyorsam her şeyi sana öğreteceğim… Hiçbir şeyi saklamam senden…”

      Ama o günden sonra Daniluşko’nun rahat yaşantısı sona erdi. Kâhya hemen ertesi gün ders olsun diye onlara iş göndermeye başladı. Önceleri basit işlerdi: kadınların kullandığı metal süsler, kutular… Sonra bileme işleri geldi: şamdanlar, çeşitli süsler falan… Sonra iş oymacılığa kadar ilerledi: yapraklar, taç yaprakları, motifler ve çiçekler… İşleri, yani bakır taşı işçiliği meşakkatli bir işti. Önemsiz bir iş gibiydi ama uğraşması ne kadar da çok zaman alıyordu! İşte Daniluşko bu tür işlerle uğraşarak büyüdü.

      Bütün halindeki bir taştan yılan motifli bir bilezik yaptığı zaman kâhya onun artık bir usta olduğuna kanaat getirdi. Çiftlik beyine durumu bir mektupla bildirdi:

      “Durum böyleyken böyle. Yeni bir bakır taşı ustamız oldu: Danilko Nedokormış. Gayretli biri ama genç olmasından dolayı biraz ağır çalışıyor. Çıraklığa devam etmesini mi yoksa Prokopiç gibi artık ondan haraç alınmasını mı emredersiniz?”

      Daniluşko hiç de ağır çalışmıyordu, aksine çok hünerliydi ve eli çabuktu. Buralarda sadece Prokopiç’in böyle bir hüneri vardı. Kâhya, Daniluşko’ya beş gün içinde bitirmesi gereken bir iş verdiğinde Prokopiç, kâhyanın yanına gitti:

      “Bu imkânsız. Böyle bir iş için iki hafta lazım. Delikanlı daha işi yeni öğreniyor. Acele edersek taşı boşa harcamış oluruz.”

      Kâhya ne kadar karşı koysa da bu süreye birkaç gün ekledi. Daniluşko ise zorlanmadan çalıştı. Hatta kâhyanın yanında biraz okuma ve yazma bile öğrendi. Artık çok az da olsa okuyup yazabiliyordu. Prokopiç bu konuda da ona yardımcı oldu. Bazen kâhyanın verdiği işleri Daniluşko’nun yerine yapmaya koyuluyordu ama Daniluşko buna izin vermiyordu:

      “Sen ne yapıyorsun! Ne yapıyorsun dedeciğim! Ben varken tezgâh başına oturmak sana yakışır mı! Haline bak, bakır taşı yüzünden sakalının rengi değişmiş, yeşermiş adeta, sağlığınla oynamaya başlamışsın, ben boş mu duracağım?”

      Daniluşko gerçekten de o dönemde çok iyi toparlamıştı. Eskiden olduğu gibi ona hâlâ Nedokormış diyorlardı ama bambaşka biri olmuştu! Uzun boylu,