Анонимный автор

Sovyet Öykü Seçkisi


Скачать книгу

et. İyi bakalım, Tanrı Tatyana’ya oğlan mı kız mı verdi?

      “Ne geveliyorsun! Bilmiyorum… Ormandan yeni geldim ben.”

      “Git… Bak, boğmuş çocuğu… Günahkâr kadın, duydum…. Of, duyduğum hiç iyi değil…” dedi Nastasya.

      Andrey burnundan soluyarak, vahşi bir hayvan gibi etrafına bakındı ve bütün soğukkanlılığıyla, uyku sersemi gibi ayağını sürüyerek yola koyuldu.

      “Haydi, çay içmeye gidelim… Ringa balığı da aldım,” dedi Nastasya, Andrey’in gözlerine bakarak.

      Andrey, iradesinin aksine sürekli olarak bir cadının büyüsüne katılır gibi Nastasya’nın peşinden gidiyordu. Nastasya bir şeyler konuşuyordu, Andrey duymuyordu bile, aklı Tatyana’daydı: Erkek çocuk hem istiyordu hem istemiyordu, canı da çok kötü bir şeyin olacağını hissediyormuş gibi sıkılıyordu.

      Gece yarısından sonra, dul kadının evde yaptığı sert votkayla neşelendi ve Andrey şarkı mırıldanarak, tüm köy boyunca yürüdü.

      “Dur. Pencereyi tıklatmak lazım,” dedi Andrey.

      Grigoriy tıkırtının üzerine pencereden baktı.

      “Merhaba, geçmişteki babam!… Kayınpederim. Resmi nikâhlı karım nerede? Diyorlar ki bir çocuğumuz olmuş. Çocuk nerede?”

      “Çocuk falan yok.”

      “Nasıl yok? Var! Ama kocakarıyla boğmaya cesaret ettiniz, doğru cezaevine… Bili-yo-rumm kardeşim!” dedi yalpalayan Andrey, burnundan soluyarak.

      Nine, karanlık bir yere sinmiş, dizlerine vuruyor ve onları dinliyordu:

      “Git, delikanlı, uykunu al, ayıl,” dedi Grigoriy ve pencereyi kapadı.

      Andrey pencereye yapıştı ve bas bas bağırmaya başladı:

      “Öyleyse bugün bitmeden hemen yazılı itiraz vereceğim: İstemem! İşte böyle… Mademki boğdunuz, canınız cehenneme! Kendin onla evlen…”

      Andrey izbesine yaklaşırken, dul Nastasya ateş gibi Andrey’in önüne atıldı.

      Gözlerinden, alnından, dudaklarından çıldırmış gibi öptü ve fısıldadı:

      “Sevgilim… Kırmızı çiçeğim… Vazgeçti… Kulaklarımla duydum… Haydi, artık mezara kadar benim olacaksın.”

IX

      Andrey, dul kadının evine taşındı. Tatyana buna çok üzülmedi: Andrey onu sevmemişti ve sevmeyecekti. Böyle işte. Başka iyi delikanlılar da vardı. Kızıl Ordu’dan dönmüş erler az mıydı? Konuşmaları, davranışları, ilgi ve alakaları. İşte güvey dediğin böyle olur!

      Tatyana çok hızlı bir şekilde kendisini toparladı, yeniden serpildi. Diri vücudu olgunlaştı ve gözleri öyle bir oldu ki, kendini onlardan alamazsın. Ah, kadın, güzellik!

      Yeşil çayırlar çiçek açarak ortaya çıktı, Tatyana da çayırlar gibi yeniden canlanmıştı. Ancak arka bahçelerde, ara sokaklarda, kocakarı söylentilerinde, ihtiyarların salyasında hep Tatyana hakkında, kendi çocuğunu boğdu diye, dedikodular yankılandı.

      Böylece Tatyana’nın sonu geldi.

      Kuşlar yuva yapıyor, bülbüller bütün gece idris ağacının üzerinde ötüyor, gençler oyun oynuyor, dans ediyor, halka oyunu oynuyor. Köyde gençler sırayla nişanlandılar ve bu yaz çok düğün olacak gibi.

      Köyde yirmi yaşında dört kız, Manka, Palaşka ve iki Dunka, hepsi neşeli, hepsi eşiyle oynuyor. Sadece Tatyana oynamıyor, kimse onu oyuna kaldırmıyor. Tatyana vebalı gibi tek başına oturuyor. Kadın çaresiz bir şekilde ağlayarak evine döndü. Üç sarhoş, birdenbire önünde durdu ancak hiçbiri Tatyana’ya bakmadı bile.

      Böylece Tatyana’nın sonu geldi.

      Tatyana şenlikten ayrılıp, eve kapandı, oturup saçlarını yoldu, ağladı da ağladı. Kızına bakınca Grigoriy’in kolları iki yana düştü, kalbi buz kesti. Darya Nine ise derdinden öldü.

      “Kız kurusu olarak yaşamayacağım,” dedi, bir akşam ciddi bir şekilde Tatyana babasına.

      Babası akşam yemeğini bitirmişti. Bu kelimeler bıçak gibi boğazına saplandı.

      Grigoriy’in kalbi duracaktı, tutunarak masadan kalktı ve kızının ardından gitti. Karanlıktı.

      “Tatyana!”

      Karanlık dehşet verici şekilde başını döndürdü ve yakınında bir hırıltı duyuldu.

      “Vah” çok tiz ve vahşi bir sesle bağırdı Grigoriy, “Yüce İsa” titremeye başladı, kızını ilmekten kurtardı, kucakladı. Bacakları tutmuyordu, yatağa yatırdı.

      Tatyana kendine gelir gelmez, birileri pencereyi tıklattı. Sakallı bir adamdı.

      “Hey, Grigoriy Mitriç!… Bölgeden taahhütlü mektup geldi sana…”

      “Oğlumdan mı acaba?” diye şaşkın şaşkın düşünmeye başladı Grigoriy. Oğlu Petersburg’ta bir fabrikada önemli bir işte çalışıyordu.

      “Eh, mektubun sırası değildi şimdi.”

      Ne var ki Tatyana mektubu sabah okudu. Mektupta erkek kardeşi geleceğini bildirmiyordu, işi başından aşkındı ve kız kardeşini başkente çağırıyordu:

      “Niçin köyde kocayıp gideceksin? Köy sana ne verebilecek?”

      “Madem ki bana gelmek niyetindesin ve hayat çok zor diye yazıyorsun, seni kursa kayıt ettireceğim, okuyup adam olursun.”

      Ve bir anda Tatyana’nın yüzü kızardı, “Gitmek.”

      “Bana da yazık, gitmeliyim,” dedi Tatyana babasına gözyaşlarını tutarak.

X

      Yaz geçti, Petersburg’a taşındılar, sonbahar geldi.

      Her şey eskisi gibi: çamur, fakirlik, ev yapımı votka. Sabahları, harman yerlerinde parçalara ayırarak çavdar harman ederlerdi. Kum adasında gece karanlığında turnalar oynaştı. Andrey sandal üzerinde sessizce turnalara yaklaştı ve silahıyla yere yapıştı.

      Ve şimdi Andrey, evinde kanadı kırık bir turnayla yaşıyor. Turna gökyüzüne daha fazla yükselemiyor, ölene kadar yeryüzünde Andrey’le yaşayacak.

      Sabah. Sis. Yolda at arabası pat pat ediyor.

      “Elveda, doğduğum köy!” diye içinden geçirdi Tatyana.

      Nastasya zorla, mahcup Andrey’i pencerenin önünden sürükleyip götürdü.

      Şapkasını önüne çekmiş Grigoriy, kamçısını arada bir sallıyor, neşeli bir şekilde ıslık çalıyor, ancak kalbi sızlıyordu. Tatyana at arabasındaydı. Kaderini aramaya koyulmuştu. Sevimli yüzü diri ve sevinçliydi. Parlak gözleri inatla uzaklara dalıyordu. Fakat uzaklar sisliydi ve başının üzerinde de sis perdesi asılıydı.

      Ve sislerin arasından yere doğru göçmen turnaların özgür çığlıkları dökülüyor. Hedeflerine doğru, güneye uçuyorlar.

      Tepede enginlik ve güneş varken sis onlar için engel değildir.

1924

      PAVEL PETROVİÇ BAJOV

(1879-1950)

      Sovyet yazar ve halkbilim uzmanı Pavel Petroviç Bajov, maden işçisi bir ailenin çocuğu olarak Yekaterinburg yakınlarında küçük bir kasabada doğar. Dini eğitim aldıktan sonra Rus dili ve edebiyatı öğretmeni olarak görev yapar ve bu dönemde Ural halk masallarıyla yakından ilgilenir. Ekim Devrimi’ni sosyal adaletsizlikle mücadele aracı olarak benimser.