kadabra, şazan, kazan!…” dedi ve ikinci kez, üç defa Andrey’e vurdu.
Andrey kahkahayı bastı, yaşlı kocakarının aklını yitirdiğini biliyordu, masaya oturdu ve gülerek Tatyana’nın babasına :
“İşte, Grigoriy dayı, sizin öz kızınız Tatyana Grigoryevna’ya talibim.”
“Anne, Tanka’yı çağır,” dedi telaşlı bir şekilde Grigoriy.
Nine Darya torununa koştu ve sevinçten boğulacak gibi oldu.
“İşte o, nasıl bir büyücü…
Amma da güçlü büyücü…”
Tatyana ve Andrey, Sovyet usülü şahitler önünde nikâh kıyalı ayı aşkın süre geçmişti. Elbette, ne kiliseye, ne de Hıristiyan adetlerine göre nikâh kıymak karıkocanın birlikte yaşaması için yeterli değildi. Yeni evliler, eskiden olduğu gibi ayrı evlerde yaşıyordu.
Darya Nine, ‘Bu nikâh bir felaket,’ dedi ve sihirli güçleri olan süpürgesinin gücüne inanarak, bir kere daha hem Andrey’in hem de torununun sırtına süpürgeyi geçirdi:
“Şazan, kazan!”
Fakat bir faydası olmadı. Kadın sinirlendi. Sinirden süpürgeyi baltayla ince ince parçaladı, sobanın içine attı ve büyücüyü şikayet için doğruca polise gitti.
“Büyücü, orman cinin ta kendisi, beni de çok kötü kandırdı; koyunumu çaldılar, büyücüye koştum, o bir adi, bana yalan deliller verdi, onu tutuklayacaktım ama tehlikeli olduğundan korktum: istediği an bir büyü yapıp hasta edebilir,” diye kocakarıya cevap verdi polis.
Kadın verdiği elli kapik için değil, torunu Tana için ağlıyordu.
Torunuysa bu sırada, “Ah kışta hemencecik geçip gidecek!” diye göz yaşları içerisinde henüz nikahlanmadığı kocasına sitem ediyordu:
“Andrey… Kilise huzurunda olması gerektiği gibi evlenmeyecek miyiz? Haydi kiliseye gidip nikahlanalım.”
“İnancım bana bunun için izin vermiyor… Gazete okumuyor musun…”
“Ayrı ayrı yaşıyoruz, yabancılar gibi. Sen bizim evin ne çalışanı, ne de başka bir şeyisin.”
“Öyle mi!” diye sinirli bir şekilde haykırdı Andrey, “Ben istersen hemen yarın sana taşınmaya hazırım.”
Eve giren Grigoriy, Andrey’i kulağından yakaladı ve bağırmaya başladı:
“Ben döndüm. Böyle çok kötü kocalar var… Yan çiziyorsun, seni şeytan… Kızımı mahvettin…”
“O kız değil. Benim karım. Kararnameyi oku.”
“Senin kararnamene de, sana da! Karar-na-me… Erkeğin kararnamelerle işi olur mu hiç. Senin vicdanın var mı yok mu?”
“Aptalsın sen, Grigoriy, başka bir şey değil,” dedi ve gitti Andrey.
Grigoriy ise kudurmuşçasına tek tek koca karıya, Tatyana’ya, Sovyet iktidarına ve tüm dünyaya küfretti.
“Neyin gazabına geldin babam? Ne de olsa Andrey yaşamayı kabul etti, kendini koyverme.”
“Koyvermiyorum!… İş kolay mı? Abraşka kim ki gizli olarak nikâh için ona yazıldınız! Tüh, düğününün gözü kör olsun! Lanetli pezevenkler… Andrey’in izbesine git ve resmi nikâha razı ol işte!”
“Çok oldu gideli, evdeki yaşlılar beni kabul etmiyor,” dedi Tatyana.
Ve kocakarı üzerine atıldı:
“Kendi suçun, bu işte! Kadının şerefi saçında asılı olurmuş, yitirdin onu sen, halatla kendini asmalısın.”
Tanya yere kapandı, deli gibi ağladı, feryatlar attı.
“Bak işte, sinirlendim! Haydi koca karı kamçımı getir.”
İlkbahar şafakları gökyüzünde süzülürken, biri diğerine dönüşüyordu günlerin. Günler uzamaya, güneyden turnalar gelmeye başladı.
Tatyana hiçbir yere ayrılmadı. Yüzü acılıydı, yüzündeki gölgelerde kederli düşünceler vardı. Nastasya ise, ilkbaharda yeni çizme ve sarı basma şal takıp etrafa caka sattı. Delikanlılar ve dul erkekler Nastasya’ya talip oldu. O ise onları reddetti.
Andrey’in, kendi babasıyla arasında büyük bir husumet vardı. Somurtkan ve düşünceli biri olup çıkmıştı. Tatyana’yı görmeye nadir gidiyordu. Grigoriy’le de kavga etmişti ve ondan da kaçıyordu. Babası ve Grigoriy, Andrey’e yükleniyorlardı:
“Kızla kilise huzurunda gerektiği gibi evlen.”
“Sovyet kararnamesine göre yaşamak istiyorum, yeni kanunlara saygı duymak gerekiyor,” dedi Andrey.
“Senin kararnamen ise gıcırtı yapan çizmeleri giymek gibi gözüküyor…”
“İşte senin kararnamen,” diye hırıltılı bir sesle bağırdı Grigoriy, gözleri öfkeyle fal taşı gibi açılmıştı. Andrey ise kızardı.
Günlerden bir gün Grigoriy evde yoktu ve Darya Nine ise çamaşır yıkamaya gitmişti. Kocakarı döndüğünde torunu ortalarda yoktu. Tatyana oturma odasındaydı ve kapı kilitliydi.
“Aç kapıyı!”
Kapı açılmadı. Nineyi bir titreme almıştı. Kapıya vurdu da vurdu, kapının arkasından gelen inilti duyuluyordu yalnızca. Nine bostandan pencereye bir merdiven dayadı ve cama tırmandı.
Tatyana karnını tutmuş, yastığını kemiriyor ve inliyordu.
“Oy sen, mahzun kuzum! O, alçak, kapıyı da sürgülemiş. Mayası bozuk, bebeği boğmayı düşünüyordu. Oy, günah… günah…” diye bağırmaya başladı kocakarı ve topallaya topallaya ellerini yıkamak için dışarı çıktı.
Kapı eşiğinden Nastasya’nın çizmeleri gıcırdadı:
“Merhaba, Darya Nine … Tavuğum sizin bahçeye kaçmış mı acaba? Kimi boğmak istiyorsunuz? Ha?”
“Sarı şallı seni! Seni aşağılık kadın! Köyün erkekleri sana yetmedi mi? Defol, defol!”
Kocakarı ellerini yıkadı, doğum kolay olsun diye oturma odasından, Tatyana’nın yatağının başına eski bir ikon getirdi ve kutsal oruç sonrası yaktıkları mumu yaktı, avlu kapısını sonuna kadar açtı. Kilisedeki altın kapılar açılsa daha iyiydi ama vakit yoktu. Yeni bebeği doğurtmak için torununun yanına koştu tekrar.
Bu sırada Andrey, şapkasını çıkarmış, çingene gözlerini kısmış, Grigoriy’in önünde duruyordu. Dedi ki:
“Grigoriy dayı, babalık, karar verdim kararnameyi bozacağım. Kilise istiyorsanız kilise olsun… Razıyım ben… Evdekiler artık başımın etini yiyor.”
Grigoriy karasabana demir harman sapı takıyordu. Sert bir ifadeyle Andrey’i dinliyordu.
“İşim var,” diye cevapladı.
Oturdular ve sigara içtiler.
“Ne yapacaksın şimdi?”
“Ormana gideceğim, odunumuz az,” dedi Andrey.
Bu arada yeni doğan bebek kısa yaşadı ve ertesi gün öldü.
Darya Nine koşuşturdu, koşuşturdu. Kesesinden gümüş bir elli kapiklik aldı, sonra papaza gitti. Papaz Sem-yon elliliği dişleriyle kontrol etti, kesesini yokladı ve kadının teklifini kabul etti. Gece vakti, kimse duymadan, köy mezarlığına bebeği gömdüler.
Karanlık ve sıcaktı gece, tarlalar esiyordu.
Nine