Amircan Alpeyisov

Genç Tulpar Hareketi


Скачать книгу

yeni dertler, elemler peyda oldu. İnsanın dile getiremeyeceği derecede insanlık dışı zulüm ve vahşetlere şahitlik edilmeye başlandı.

      Tarihinde hapishane görmemiş Kazak ülkesi, “halklar hapishanesine” dönüştürüldü… Sadece Karlag Toplama Kampı’na 200 bine yakın insan konularak baskı ve zulme maruz bırakıldı. Hatta ALJİR’de kadınlar için özel toplama kampı kuruldu.

      1937 yılında Uzak Doğu’dan 100 binden fazla Koreli, Rusya’nın İdil (Volga) bölgesinden 361 bin Alman getirildi. 1943-1944 yılları arasında da Kuzey Kafkasya’dan sayıları 507 bin civarında olan Çeçen-İnguşlar, Karaçay-Balkarlar, Ahıskalılar -ki Ahıska’dan sürülen Kürtler ile Ahıskalı Türkler kaldılar, geri dönmediler-, Kalmuklar ile Tatarlar sürgün ile Kazakistan’a yerleştirildiler, Kazakların geniş bozkırına dağıtıldılar.

      Kazak, kendisi özgür bir hayat sürdüğü gibi başkalarının özgürlüğünü de kısıtlamamıştır. Onun ülkesinde hapishane olmayışının temelinde özgürlüğün kadrini bilmesi yatar. Kazakların adam öldürmeyi azgınlıkla eşdeğer görmesi de gerçek bir ahlaki duruş, aklıselim sahibi oluşunun alametidir. Kazak nezdinde, hiçbir gerekçe cinayeti haklı kılmaz. Çünkü kan kanı çeker. Kötülük ortaya çıkınca kendiliğinden yayılıp sürer, gider.

      Sovyetler, Kazakların milli hususiyetini, insancıllığını suiistimal edip onları, tembelliğe, çekingenliğe sürükleyerek aklına geleni her şeyi yaptı. Hayvanlarını telef etti, aydınlarını hapse atıp, öldürdü. Bununla da yetinmeyip, ata mekânlarını kederin gözyaşlarıyla doldurdu.

      J. Stalin öldükten 20 gün sonra, 1953 yılının 26 martında NKVD Başkanı L. P. Beriya’nın hazırladığı “Af Hakkında” (ob amnistiy) konulu hükümet kararını Yüksek Sovyet Prezidyumu onayladı. Böylece (siyasi sebeplerle) hapishanelerde tutuklu bulunan hürriyetlerinden mahrum edilmiş 2 milyon 526 bin 402 kişiden, 1 milyon 183 bini serbest bırakıldı. Böyle bir af, bu kadar insanı bir anda hapishaneden boşaltma hadisesi bundan önce görülmemişti. Tabii ki bu kararın hayata geçirilmesinde L. P. Beriya6 ile N. S. Kruşçev7 arasındaki post kavgasının da rolü vardı. Her ikisi de geçmiş günlerin karanlık gölgesinden uzaklaşmak istiyordu…

      Nasıl olmuş olursa olsun, vatandaşlık hukukunu savunmaya kapı aralandı; serbest siyasi hayat düşüncesi canlandı. Sovyetler Birliği’nde Komünist Parti, sosyalist sistemdeki devlet organlarından daha yukarıda bir konuma sahip olduğundan, çok şey, onun liderliğini üstlenen kişinin yöneldiği istikamete bağlıydı. Zamanın ihtiyaçlarına uygun, çağın talebini yerine getirecek siyasi şahsiyet ise Komünist Parti Politbürosu’nda bulundu. Ve Sovyetler Birliği’ni, 1953-1964 yılları arasında Nikita S. Kruşçev yönetti. Bu on yıl, Sovyetler tarihinde “Büyük Yıllar” olarak adlandırıldı.

      “Kruşçev Ilımlılığı” özel olaylarla ilişkili olarak üç döneme ayrılır:

      Birincisi, İ. V. Stalin’in ölümünün ardından, 1953 yılı martında başlayıp 1955 yılı başına kadar devam eden Malenkov önderliğindeki parti karşıtı grupla mücadele dönemidir.

      İkincisi ise, 1955-1957 yılları arasındaki N. S. Kruşçev tarafından J. Stalin’in “tek kişiye tapınma” uygulamasının ifşa edilmesi dönemidir.

      Üçüncüsü de, 1957 yılının aralık ayı ile 1964 yılı ekimi arasındaki iç ve dış siyasette krizlerin ortaya çıktığı ve N. S. Kruşçev’in yönetimin başından gittiği dönemdir.

      Kısaca ifade etmek gerekirse, 1950’li-60’lı yıllar Sovyet toplumunda sıradan insanların karakterini değiştirdi, siyasi tutum sergileyebilmelerine kapı araladı. Bu arada Kruşçev Ilımlılığı’nin etkisiyle “sınıf sosyalizmi” adı verilen terim ortaya çıktı. Toplumda özgürlüğün başını kaldırabilmesi için imkân doğdu. Siyasi kırgın ve sürgüne uğrayan insanları tümüyle aklama çabaları başladı. B. Pasternak, M. Zoşşenko, İ. Erenburg gibi yasak edilen daha birçok şair ve yazarın eserlerinin gün yüzü görmesine ortam hazırlandı. A. Tvardovski’in “Yeni Dünya” dergisi adaletin, doğruluğun karargâhına dönüştü. A. Soljenitsın, B. Slutski’lerin eserleri yeniden basıldı. Aynı zamanda Rus olmayan bölgelerde de uyanış başladı.

      Sovyetler Birliği’nde yaşayıp, Stalin’in “tek adam diktatörlüğü” siyasetinin zararlarını çeken halklar, adalet arayıp, çeşitli girişimler başlattılar. İnsan haklarını savunmak, tarihi gerçekleri dile getirmek için kurulan “Vatan (Rodina)” gibi halklararası cemiyetler ortaya çıktı. Kızıl İmparatorluğun totaliterlik, kişiye tapınma politikasının zararlarından kurtulma dönemini, “Kruşçev Ilımlılığı” yılları diye niteliyorsak da, bu yıllar Sovyetik anlayışın üzerinde baht dalgalarının yüzmeye başladığı olağanüstü bir zaman idi. Siyasi popülerlik niyetiyle de olsa, iktidarın yüzü halka dönmüştü. Diktatörlük döneminde katılaşıp, kopkoyu hale gelen zifiri karanlık, dağılayım demeye başlamıştı.

      1953-1964 yıllarındaki “Kruşçev Ilımlılığı” sırasında, Sovyetler Birliği’nde o güne kadar çözümsüzlüğe itilen, gündeme getirilmeyen, onlarca yıl üstü örtülen milletler sorununu çözmek için de adım atıldı. Ancak bu ılımlılık politikası, zamanla halklar arası ilişkilerin gerginleşmesine yol açtı. Batı Ukrayna, Kafkasya bölgesi cumhuriyetleri, milletler sorunundaki sürgün ve baskı konusunu sıkça dile getirdiler. Milli kültür, ana dil ve siyasi-etnik meseleleri çözüm doğrultusunda faaliyetlere giriştiler. Mücadele neticesinde sürgün edilen halklar aklanıp, doğdukları yerlere dönme imkânı elde ettiler.

      Sovyet Birliği’ndeki bu siyasi ortam, tüm milletlerin bilinçlerini uyandırıp, milli kimliklerini yeniden inşa etmelerine fırsat sağladı. Milli özerk cumhuriyetlerini kurmak için Kırım Tatarları, Povolje (Volga) Almanları milli kurtuluş hareketleri başlattılar. Tüm bağlı cumhuriyetlerde, milli özerk yapılarda da açık/gizli örgütler kurulup, kendi milli çıkarlarını savunma çabaları ortaya çıktı.

      Baltık Kıyısı Cumhuriyetleri’nde bağımsızlık yolunda milli kurtuluş hareketleri geniş zemin buldu. Bu gelişmede, 1956 yılında gerçekleşen Polonya ve Macaristan’daki ayaklanmalar da etkili oldu. 1956-1959 yılları arasında Baltık Kıyısı Cumhuriyetleri’nde sosyalist sisteme, Komünist Parti diktatoryasına karşı gösteriler arttı. Safları günden güne çoğalırken, yürüyüşlere binlerce insan katıldı. Bütün gösterilerde milli kültür ile ana dili geliştirme, bağımsız devlet kurma yönünde talepler dile getirildi.

      Siyasi reformlar ile özgürlük hareketleri Kazakistan’a gecikerek geldi; ama Kazaklar da, er ya da geç, gerçeğin perdesinin açılacağına inanıp, varlıklarını koruyabilmenin kaygısına düştüler.

      Cumhuriyetlerdeki milli talep ve itirazlar farklı yöntemlerle dile getirildi. Baltık Kıyısı Cumhuriyetleri ve Ukrayna’da geniş katılımlı yürüyüşler yapılırken, Kazakistan’da ise karşı olunan hususları oy pusulalarına yazma yaygınlaştı. Rus bilimadamı Aleksandr Pıjikov’ın araştırmalarına göre, Moskova’nın milletler politikasını itirazlarını, uyuşmazlıklarını oy pusulalarına yazıp bildirme konusunda Kazakistan her zaman ön sırada yer aldı.

      Toplumsal gelişme sürecinde her ulus, yalnızca uzun asırlar boyunca oluşan kendine has değerleri esasında siyasi sistem inşa edebildiğinde evrenselliğe doğru ilerler. Milli ülküleri gerçekleşir. Kapitalist ilişkileri güçlü olmayan, yarı göçebe hayat tarzı milli özellikleri haline gelmiş Kazak halkı, sosyalizme hiçbir zaman hevesli olmamıştır. Hayat tarzındaki bu farklılık ve sınıflar arası çelişkinin olmayışından dolayı sosyalist toplum inşa için de gerekli şartlar