Amircan Alpeyisov

Genç Tulpar Hareketi


Скачать книгу

Bunun sonucunda Kazakça okuyan bir çocuk üniversite kazanamaz hale geldi, kazansa da okuyabilmesi zorlaştı. İnsanlar, bu güçlük karşısında çocuklarını Rus okuluna göndermeye mecbur kaldılar. Kazaklar, öz ana dillerinden kaçar hale geldiler. İnsan hangi milletin dilinde konuşursa, hangi dilin kültürünü benimseyip, örf-âdetini devam ettirirse, o millete benzer. Nitekim Çarlık Rusyası döneminde, 1897 genel nüfus sayımında, kim hangi dilde konuşuyorsa o dilin ait olduğu millete dâhil edilmişti. Böylece ülke, yeniden elemin koyu kara bulutlarına bürünmeye başladı.

      “Kruşçev Ilımlılığı”, beklenen neticeyi vermeyince sistemce dışlanan vatandaşlar, kendi imkân ve güçlerine, siyasi bilinç düzeylerine göre sosyalist sistemle mücadelelerini arttırdılar. Düşüncelerini açıkça dile getirmeye, bildiriler dağıtıp sosyalist sistemin eksikliklerini ortaya dökmeye başladılar. Başka cumhuriyetlerde olduğu gibi Kazakistan’da da, başka çıkar yol bulamayıp çaresiz kalan insanlar, milli çıkarlarını korumak amacıyla Sovyet iktidarına karşı mücadele için harekete geçmeye başladılar. 1962 yılında Kostanay’ın Rudnıy kenti sakini Mahmet Kulmağambetov, siyasi düşüncelerinden dolayı, Ceza Kanunu’nun 58. maddesine göre 10 yıla mahkûm edildi. Kulmağambetov, Alaş aydınlarının ardından, yeni nesil arasında, milliyetçi olduğu gerekçesiyle tutuklanan ilk Kazak vatandaşı oldu ve adı, Helsinki’deki siyasi mahkûmlar listesine alındı.

      Mahmet Kulmağambetov, cezasını çekip çıkınca Batı Almanya’ya kaçtı ve Azatlık Radyosu (Radio Liberty)’de çalışmaya başladı. Mahmet Kulmağambetov, Mustafa Çokay’ın “Bütün Türkistan” görüşünü kendine rehber edinip, Azatlık Radyosu’nun Türkistan redaksiyonunu kuran Karıs Kanatbay, Mavlikeş Kayboldıulı, Davlet Tağiberdi, Jakebay Bapış ve Hasan Oraltay’larla birlikte çalıştı, halkının dertleriyle dertlendi. O, Almanya’da Alman dilinde yayınlanan “Cennetten Jetken Jansavğa Üni” romanının müellifi, filozof-yazar Mavlikeş Kayboldıulı’yla birlikte Ahmet Baytursınulı, Alihan Bökeyhanulı, Mağcan Jumabayulı, Jusipbek Aymavıtulı ve diğer Alaş aydınlarının eserlerini radyo aracılığıyla tanıtıp, kamuoyuna mal etti. Azatlık Radyosu Türkistan redaksiyonunun ilk başkanı olan Mavlikeş Kayboldıulı ile çok yakın dost olmuşlardı. Mavlikeş Kayboldıulu (Asan Kaygı), Leningrad Üniversitesi Felsefe Bölümü’nü tamamlayan yetenekli bir şair, milliyetçi bir insan idi. Onun 1969 yılında Münih kentinde kimliği belirsiz kişiler eliyle öldürülmesi de Şakarim, Amire, Estay’ların ölümleri gibi muammalı bir olaydır. O, Kazakistan’daki zulmü Batı ülkelerine duyurup, haberdar olmaları için çalışıyordu. Alaş aydınlarının sesi olmuştu.

      İnsanın fert olarak değeri, manevi gelişimine bağlıdır diye kabul edilir. Komünizmin denetimi altındaki sosyalist ideoloji, “halkların hapishanesi”ne dönüşen Sovyetler Birliği’nde yaşayan halkların maneviyatlarını planlı şekilde zayıflattı. Bu hücuma en çok maruz kalanlar ise Kazaklar oldu. Sosyalist ideolojinin bu başarısı, mankurtluk zihniyetinin zemin bulmasına ortam hazırladı. Açlık ve savaştan bezgin düşüp gücü tükenen, aydınlarının hemen hepsini kaybeden ve kendi de soykırıma maruz kalan Kazak halkının manevi gelişimi, onlarca yıl boyu sürecek bir kesintiye uğradı. Milli değerleri korumak zorlaştı.

      Komünist Parti, ilk olarak geçmişini bilen, bugününü araştırıp inceleyebilen dirayetli aydınlara karşı bir kampanya başlattı. Alaş aydınlarının keskin zekâsına, çok yönlü bilgilerine, milli ruhuna karşı duramayan Sovyet yönetimi, onların hepsini katletti. Amaç, yedi ceddini, soy-sopunu tanıyıp büyüyen, neslini bilerek yaşayan, dost canlısı Kazak halkını açmaza düşürüp, çaresizliğe duçar ederek birlik ve beraberlikten ayırmaktı. Bunda belli bir başarıya da ulaştı. Bir süre sonra geçmişini unutan, bugününü anlayamayan, geleceğini göremeyen yeni bir nesil vücut bulmaya başladı. Bilimsel komünizm eğitiminin sonucu olarak, yalan olduğunu bilse de, öğretilenlere, Kur’an’a inanır gibi inanan yeni bir insan tipi inşa edildi. Geçmişinin zenginliğinin farkına varamayan, yiyip-içip, yüzeysel bir şekilde yaşayarak, hallerinden memnun olanların sayısı arttı. Tarihi hafızası, vicdanı olmayan; fakat, enternasyonalist düşünceyi benimsemiş yarı cahillere geniş meydan açıldı. Ülke yönetimine; korkak, dönek, ruhsuz ve halkına yabancılaşmış insanlar getirildi. İhtilalci sosyalizm düşüncesini destekleyenlerin sayısı arttı. Dil, bozulmaya; kültür, harap olmaya başladı. Geçmiş tarihimiz, tümüyle, feodalizm kalıntısı olarak nitelendi. Ata geleneklerinden iğrenenler ortaya çıktı.

      Bir zamanlar Türkistan’a Turan denirdi,

      Yiğit Türk’üm Turan’da doğup büyüdü.

      Turan’ın dolambaçlı yazgısı var,

      Başından geçmişti nice güzel zamanlar.

      diye seslenen Mağcan Cumabayev’in tüm Türk dünyası halklarının milli marşına dönüşen “Türkistan” şiirinin dizeleri unutuldu. Totaliter sosyalist sistem, Kazak halkını, giyecek giysisi, karnının tokluğu ile savaş olmaması düşüncesinden öteye geçirmedi. Kazak, yalandan sırtının sıvazlanmasından, yalan övgüden mest olur hale geldi.

      Milletinin geleceği kaygısıyla onun tarihini araştırıp, eğitimleri için ders kitapları yazıp, milli kimliği inşa etmeye başlayan Alaş aydınlarının ortadan kaldırılmasıyla, halk, sahipsiz kaldı. Mağcan Cumabayev gibi şairler, Kazakları bir bütün olarak dizelerine konu ederlerken; devrimin yalan rüzgârına kapılmış, düzenin adamı şair ve yazarlar ortaya çıkıp, sosyalist-enternasyonalist düşüncenin borazanlarına dönüştüler. “Halk şairleri”, Kazak halkını elemin kanında boğan Komünist Parti lideri Stalin’i övebilmek için kelime bulmakta zorlandılar.

      Sovyet yönetimi, siyasetle hiç ilgisi olmayan, Kazak kültürünün halk arasındaki temsilcilerini de sürgüne mahkûm etti. Karıncayı bile incitemeyecek kadar narin ruha sahip Amire Kaşavbayev (Kaşaubayev)’in ölümü, halk tarafından sevilen şair Estay’ın kimliği meçhul kişilerce katledilmesi can yakıcıydı. Amire Kaşavbayev’in, 1925 yılında Paris’e yaptığı çok ilgi uyandıran seferi sırasında Mustafa Çokay ile görüştüğü gerekçesiyle gizli polis teşkilatı NKVD’ce sorguya alınıp, bir gece içinde aniden ortadan kaybolması hiç sorgulanamadı. Amire’nin cesedi, ancak 1974’te bulunabildi. 1931 yılında kurşuna dizilen halkımızın ünlü şairi Şakarim’in kemikleri de aradan otuz yıl geçtikten sonra, 1961’de toplanıp, toprağa verilebilmişti.

      Kazak halkı, Komünist Parti Kazak Bölge Komitesi Sekreteri F. Goloşekin10 yönetiminin kıyımıyla 70 bin aydınını kaybetti. Fransızlarda, “bir âliminden vakitsiz ayrılan memleket, bir asır geride kalır” denilen söz varmış; biz ise, tüm âlimlerimizi, aydınlarımızı aynı anda kaybettik. Bunun sebebi maruz kalınan sömürgeci siyasetti. XX. asrın 20’li yıllarına kadar, Kazakların öz tarihi adlarıyla değil, 200 yıldan fazla, “Kırgız” olarak adlandırılmalarının bizatihi kendisi de sömürgeci siyasetin bir sonucuydu.

      Sosyalist ideoloji, Sovyetler Birliği döneminde Kazak halkının zevk ve alışkanlıklarını kökten değiştirdi. Halkın idrak ve dünya görüşü, Sovyet ideolojisi çemberi ile sınırlandı. Göçebe hayat tarzının getirdiği serbestlik, Kazakların başka ülkelerin değerlerini çabuk benimsemesini kolaylaştırdı. Başka bir medeniyet biçimini benimseyen herhangi bir toplumun, belli başarılar elde etse de, kendi kutsal değerlerini kaybedeceği muhakkaktır. Sovyetler Birliği’ndeki diğer milletlerle karşılaştırıldığında, Kazaklar, kendi gelenek-görenekleri ve kültürel miraslarını daha çok kaybettiler. Buna dayatılan sınıf mücadelesi de eklenince, milli şuur zayıfladı. Art arda gelen çetin zamanların çokluğu, Kazakların milli varlığını türlü sıkıntılı dönemlerden geçirdi. Başkasına bağımlılık, Kazak kavmini köklerinden uzaklaştırarak