andır Artemyev
Çuvaş Kızı Salambi
Aktaranın Ön Sözü
Çuvaşistan’da Elik ilçesinin Turi Vılı köyünde doğan Aleksandır Artemyev (1924-1998) modern Çuvaş edebiyatının nesir, şiir, tercüme ve eleştiri alanlarında eserler vermiş önemli isimlerinden biridir. Döneminin birçok ismi gibi İkinci Dünya Savaşına katılmıştır. Uzak Doğu’da Japon ordusuna karşı savaşmıştır. Savaşa katılmış olması özel hayatında olduğu gibi edebiyat hayatında da önemli etkiler yapmıştır. Savaşın ardından 1947-1948 yıllarında Yalav dergisi ve Tıvan Atĭl almanağında yazı kurulunda çalışmış ve bu dönemde edebiyatla ilgilenmeye başlamıştır. 1951 yılında Sovyetler Birliği Yazarlar Birliği üyesi olan Artemyev 1980 yılında da Çuvaş Sovyet Sosyalist Özerk Cumhuriyeti halk yazarı unvanına layık görülmüştür. Piçik Liyin Pısık Savınışi [Küçük Liy’in Büyük Sevinci] (1947), An Avın, Şişki [Eğilme Fındık] (1950), Hirli Şıltır [Kızıl Yıldız] (1952), Yuratu Yurrisem [Aşk Şarkıları] (1953), Atıl Kalavisem [İdil Hikâyeleri] (1956), Salambi [Salambi] (1956), Ulma Yıvış Avıtat [Elma Ağacı Çıtırdıyor] (1958), Tıvıl Umin [Fırtına Öncesi] (1975), Yulaşki Yurı [Son Şarkı] (1981), Sıvısem [Şiirler] (1989) yayımlanmış eserleri arasında öne çıkanlardır.
Artemyev’in Salambi adlı eseri sadece onun eserleri arasında değil Çuvaş modern edebiyatında özel bir öneme sahiptir. Çuvaş nesrinin klasikleri arasında yer almış nadir eserlerdendir. Salambi 1956, 1966, 1983, 1991 ve 2012 yıllarında dört kez yayımlanmıştır. Bizim aktarmada esas aldığımız metin 2012 baskısına aittir. Yukarıda da belirtildiği üzere Artemyev’in sanatını etkileyen en önemli olaylardan biri o dönem bütün dünyayı kasıp kavuran II. Dünya Savaşı’dır. Bu savaş yılları ve savaş sonrası toplumsal hayat uzun bir süre Sovyet Edebiyatı çerçevesinde birçok Türk boyunun modern edebiyatında en çok işlenen konular arasındadır. Günümüzde de gerek edebî ürünler gerekse görsel sanatlarda bu dönemin izlerini ve etkisini görmek mümkündür.
Artemyev, bu eserinde savaşın korkunçluğunu savaş meydanlarından kesitlerle değil geride kalanların hayatları üzerinden işlemektedir. Evlatlarını savaş meydanına gönderen annelerin, sevdiklerini cepheye gönderen genç kızların duyguları, ümitleri, hayata tutunma çabaları, hüzünleri, sevinçleri; savaş meydanından dönmüş erkeklerin psikolojileri toplumsal hayatla bütünleşik bir şekilde romanda yer almaktadır. Kahramanları hayattan ayrı değerlendirmek mümkün değildir. Geride kalanların duygularına, iç dünyalarına yıkıcı etkiler yapan savaş toplumsal, ekonomik hayatı da derinden sarsmıştır. Bu durum kahramanların üzerine taşınması zor yeni sorumluluklar yüklemiştir. Eserin baş kahramanı Salambi de bütün bu yüklerin üzerine yetim bir çocuğu evlat edinerek yeni sorumlulukları üstlenmiş, sadece ekonomik sorunlara değil toplumsal baskı ve önyargılara da direnerek o dönem eserlerinde sıkça işlenen güçlü kadın imajına uygun bir şekilde mücadelesine devam etmiştir.
Eserin aktarması üzerine birkaç söz söyleyecek olursak bu çalışmanın modern Çuvaş edebiyatının Türkiye Türkçesine aktarılan uzun soluklu ilk nesir ürünüdür diyebiliriz. Bunun gelecekteki aktarma çalışmalarına kapı aralayacak bir eser olması en büyük dileğimizdir. Dilleriyle, kültürleriyle Türk Dünyasının en özel gruplarından birini oluşturan Çuvaşların Türkiye’de daha nesnel bir şekilde tanınması, onlarla daha sağlıklı ilişkilerin kurulabilmesi, Türklük bilimi çalışmalarının her alanında hak ettikleri yeri alabilmeleri açısından bunun çok önemli olduğu düşüncesindeyiz.
Eserin aktarımı bizim için de yeni tecrübeler anlamına gelmekteydi. Modern Çuvaş edebiyatının en uzun soluklu eserlerinden Şuyın Hivetiri’nin Ulıp destanını aktarırken yaşadığımız sorunların benzerlerini daha yenileriyle birlikte bu süreçte yaşadık. Bu bakımdan bazı söz ve söz gruplarının aktarımında, terimlerin, Çuvaş hayatına dair kültür kelimelerinin aktarımında çeşitli sorunlarla karşılaştık. Bunları edebî eserdeki akıcılığı bozmamak adına dipnot veya sonnotlarla açıklamak yerine Türkiye Türkçesindeki en yakın anlamlarıyla karşılamaya çalıştık. Bu süreçte pek çok meslektaşımızın ve dostumuzun katkılarını gördük. Aktarmada karşılaştığımız sorunlarda ilk başvurduğumuz kişi hem yazar hem de bilim adamı kimliğini bir arada taşıyan Yelena Çekuşkina oldu. Sabırla bütün sorularımı ayrıntılı bir şekilde cevaplayan Çekuşkina’nın aktarmadaki sorunların en aza indirgenmesinde çok önemli yardımları oldu. Kendisine bu konuda ne kadar teşekkür etsek azdır.
Metin aktarmanın tamamlanmasının ardından eser son düzeltmeleri de yapılmak üzere birkaç kez kontrolden geçti. Öncelikle genç meslektaşım Ayşe Şener ilk okumasını yaptıktan sonra Doç. Dr. Cemile Kınacı ve Mehmet Bilal Yamak da eser üzerinde düzeltme ve önerilerde bulundular. Özellikle modern Kazak Türk edebiyatından yapmış olduğu aktarmalardaki tecrübesiyle Cemile Kınacı metni tam anlamıyla yeniden şekillendirdi. Hızlı çalışma temposu içerisinde zamanını ayırıp alan için önemli bulduğumuz bu metnin en az hatayla yayına hazır hale gelmesinde vermiş olduğu katkılar için kendisine teşekkürlerimi sunuyorum.
Salambi bu coğrafyanın zorluklara göğüs gererken eğilip bükülmeyen, sızlanmayan ama bütün gücüyle hayata tutunup hayatı dolu dolu yaşamaya çalışan bütün kadınlarını temsil eder. Bu bakımdan çalışmalarım esnasında karşılaştığım her sorunda yanımda dimdik duran eşim Venera Falakhova’yı da zikretmek isterim. Hayata karşı aldığı tavırla bana Salambi’yi daha iyi anlamak için canlı bir örnek olduğunu söyleyebilirim. Bu bakımdan kendisine sabır ve katkılarından dolayı teşekkür ederim.
Elbette bütün zorluklar ve sıkıntılar bir eserin ortaya çıkışıyla tamamlanmıyor. Bu çalışmanın ortaya çıkış süreci onun yayımlanması ve okura oluşmasıyla mümkün olacak. Bu süreçte Çuvaşça bir romanın aktarılması konusunda teşviklerini gördüğüm Avrasya Yazarlar Birliği başkanı değerli hocam Yakup Ömeroğlu’na da teşekkür ederim.
Birinci Bölüm
KIZ HAYATI DEDİĞİN KONUKLUK MİSALİ
Kızın hayatı konukluk gibidir.
Kızlık zamanlarındaki hayata konukluk derler.
Akordeon sesi duyulunca güz akşamı da güzel. Uzaklardan bir yerden yukarı sokaktaki söğütlerin altından, türkü akıp geldi de aşağı sokaktaki eğlenceye can girdi, özlemle dolu kızların yürekleri sevinçle çarpmaya başladı.
“Ah!” dedi iki kız birden. İkisi de aynı anda soluk almayı bırakıp akordeon sesini dinlemeye başladı.
Odada sessizlik, sadece masa üstündeki saat heyecanla kız yüreği gibi aceleyle vuruyor bir de hava da ısınıyor olmalı ki ocak içindeki çekirge de cırıldıyor.
Her gün yağan yağmur ancak durdu. Şimdi güz akşamının hüzünlü sessizliğinde akordeon sesi ne güzel yankılanıyor. Biri herkesin anlayacağı aşk diliyle konuşup gülüyor, diğeri gönle dokunan bir hasretle dertleniyor, uyumak için yatmış kızları da annelerinden gizlice pencere kanatlarını aralayıp sokağa doğru bakıyor.
Yeni türkünün sözlerini yazan Maruş ile Taruş masadan kalkıp pencere önüne doğru hareketlendiler.
Akordeon sesi yakınlaşarak geliyor; melodisi daha anlaşılır bir şekilde duyulmaya başladı.
Maruş bir şey olmuş gibi sevinerek “Vihtır!” diye bağırdı. Dostu onu alışık olmadığı sözle üzüverdi.
“Vihtır da böyle çalabilseydi ya …. Çok usta bir akordeoncu bu, Kolya çalıyormuş gibi geliyor.” dedi Taruş.
Güzel ses kesildi ve akordeon bir ara ses vermedi, biraz bekledikten sonra başka bir melodi yankılanmaya başladı.
“İşte şimdi Vihtır. Melodisi onunki gibi aksıyor… Sizin buradan geçerken akordeonu başkasına verecek değil ya, biliyoruz.”
Maruş dostunun kendisini dürtüklediğini hissetmek istemedi, başköşedeki büyük ayna önüne koşup süslenmeye başladı.
Ayna doğruyu söylemekten utanmaz,