yirmi yaşında. Bu yıl annesi ona oyunda eğlencede gecelere kadar kaldığı için söylenmeye başladı. Yine de genç kızın kendi yaşından biraz büyük olası geliyor. Nedendir bilinmez köydeki gençlerin onu yetişkin bir kız yerine koymadıkları hissi doğuyor içinde.
Maruş yirmi beşe değdi de (yengesi sıkıldığı zaman onu yaşlı kız diye dürtükler de), ancak ruhu genç daha, sadece kendini yirmi diye hesap eder; sevdiği askerdeyken yalnız geçirdiği beş yılı hesaba katmaz o.
Her zaman ayrılmadan birlikte gezdikleri için, her yerde de birlikte oldukları için bu iki kız arkadaş aynı şekilde giyinmeye, aynı şekilde konuşmaya alışmışlardı, her işi de birbirlerinden öğrenmişlerdi. Büyük farklılıkları sadece görünüşlerinde ve yaşlarındaydı; imkân olsaydı Maruş bir şekilde kendisinin fazla yaşlarından iki üçünü genç Taruş’a verirdi. Diğeri de sevinerek kabul ederdi. Ancak bir defa yaşadığın zamanı geriye döndüremezsin, geçen günü rüzgâr kanatlı atla da kovalasan yakalayamazsın.
Evin önüne yaklaşınca akordeon sesi tekrar kesildi. Sokakta birinin mırıldanarak konuştuğu, güldüğü işitildi. Sonra pencere önünde birşeyler hışırdadığında camdan dış taraftan bir kişinin başı göründü.
“Ay! Vihtır!” dedi Maruş onu görür görmez. Onun bu haykırışı onun sevindiğini, delikanlıyı selamladığını ve Taruş’un önünde biraz övündüğünü de bildirmekteydi.
Vihtır söz söylemeden gözlerini kıstı ve yere doğru hop diye atladı. O her sözü satın alır desek yeridir, çünkü çok seyrek konuşur. Bu nedenle de ona kızlar Suskun Vihtır derler.
Taruş ne yapacağını bilmiyormuş gibi “Açayım mı?” dedi. Maruş’un kara gözlerinde utangaç bir kıvılcım parlayıverdi “Nasılsın dostum? Bunu da bilmiyor musun ya da şarkı söylenmesini mi istiyorsun?”
Kapının vurulduğunu duyunca ikisi de evin giriş holüne doğru koştular.
“Kim o?”
Hiç kimse karşılık vermedi. Sadece akordeon bir şarkı çalıverdi.
Maruş bu melodinin ruhunu iyi biliyor. Yakın bir zamanda kendi evinde gençlerin bir eğlence buluşmasında bu melodi uzaktan işitilince giriş holünün kapısını açtı. Suskun Vihtır duygularını sözle söyleyemediği zaman melodi ile hissettirir. “Bizim sevdiklerimiz geliyor olmalı akordeonu çalarak.”
Bütün delikanlılarla kızlar gürültüyle girdiler. İri yarı endamlı, kısa boylu Vihtır akordeonu kapı önündeki peykeye koydu, hiçbir söz söylemeden köşeye doğru geçti, doğrudan masa üstündeki dergiyi açtı.
Maruş ona sıcak bir şekilde biraz da öfkelenerek baktı. “El vermeyi de mi unutuyorsun sevdiğim! Kızın hasretini bir delikanlı da doğru düzgün bilemez ya!” dedi içinden.
Taruş ile Pavıl gençlerden epeyce sonra girdiler. Uzun kızıl saçlı Pavıl Şambulkin girer girmez kaputunun düğmelerini açtı ve biraz çakırkeyif birilerine kızdı.
“Kim nereden girdi? Neden papaz gibi kapı kapatmadan yürüyorsunuz? Sizin yüzünüzden çıkıp sokak kapısını kapatmamız gerekti bizim.”
Gelip giden kızlardan biri, Lena Mihaylova “Harman yerinin kapısı da açılmamıştı orada, uzun süre girmemişsiniz.” diye söyledi şakayla.
Ona sözleri için kızmayan Pavıl “Belki harman yerinin kapısı da açıktı, hatırlamadım, hadi ikimiz çıkıp sürgüleyelim.” dedi.
Gençler gülüverdiler.
Lena “Yok, şimdi sevenleri çağırarak çık.” diye keskin bir şekilde cevap verdi.
Taruş ona keyifsizce baktı.
Lena ortada duruyordu. Gündüz çiftlikte dostlarıyla birlikte gübre kazıp toplamıştı. Üstünde örme kazak vardı, uzun çizmesi balçıklanmıştı. İşte şimdi genç kız gibi giyinmişti. Mavi çuha palto ile uzun botu ile yazma, bere takınmış, onu da yamuk takmış, kısa kesilmiş sarı saçı omuzlarına doğru iniyordu, saçlarını düzeltirken elindeki gümüş saat kordonu parladı.
Taruş mavi gözlerini parıldatarak “Sen ancak of!..” diye düşündü. “Okul bitirmiş kız demedin! Yine de bizimle birlikte hayvan bakıyorsun ya neden kendini büyük görüyorsun ki? Çiftliğin müdürüyle de karşı karşıya geliyor bir de!”
Lena ilk bakışta onun sıkıldığını anladı. Kaşlarını çattı.
“Neden kulübe gitmediniz?” diye sordu o.
“Siz çiftlikte de kulüpte de yoktunuz, gelip bakalım dedik. Yine hayvan bakıcılığı kitabı mı okuyorsunuz?”
Taruş “Sadece sen off… çevrede yoksun sarı kız! Orada güzellerin rolünü oynamak senin için güzel olmalı! Kimin için güzel giyindin ki, kimin hoşuna gitmek istiyorsun?” diye kızarak düşündü. Ama o söz söylemedi. Maruş çatırdamaya başladı.
“Biz mi? Ne mi? Taruş’un babaları Turikasa işe gitti, bir akşam da olsa eğlence yapalım dedik. Harmanı bitirdiğimizden beri her akşam kulüpte toplanıyoruz ya bıktırmadı mı dersiniz? Çiftliktekiler için korkma, buzağılara yemlerini bıraktık bu gece bir şey olmaz. Daha ne olsun buzağılar deyip o kadar… işte Şambulkin’in kendisi de burada, o çiftliğin müdürü ne yapılması gerektiğini bizden daha iyi anlıyor olmalı. Belki de biz ona sormaya geldik… Hayvancılık uzmanlığı okuyarak da bıkılmış olabilir…”
Diğeri defteri gözüne doğru yaklaştırdı, sonra uzaklaştırıp baktı.
Delikanlı soytarı gibi komik bir şekilde okumaya çalışarak “Aşk şarkısı!” dedi. “İşte nasıl bir hayvancılık uzmanıymış. Sessiz olun dinleyin çocuklar!”
Pavıl kısa kestirilmiş kısa saçını düzeltti ve uzun elleriyle uyarıp, sesini komik bir şekle sokarak okumaya başladı.
Gökyüzünde yıldız oynar,
Senin gözün gibi parlayarak.
Taş arasından duru su akar,
Senin gülüşün gibi şırıldayarak.
Pavıl güldürmeye çalıştıysa da gençler gülmediler, sessizce dinlemeye çalıştılar. Lena masanın yanına gelip durdu.
“Oku Şambulkin, devamını da oku!”
Pavıl kızların tarafına doğru keyifle baktı, defteri tekrar göz önünde tuttu, sonra uzaklaştırıp gülmedi.
Çiy düşer bahçe üstüne,
Akşam soğuğu vurur yere.
Neredesin sen bu akşam?
Seni bekleyip yanar yüreğim.
Yalnızlık tatsız bana,
Sensiz nasıl gece geçireyim?
Ne oldu ki sevdiğim sana?
Neredesin sen? Kiminlesin?
Pavıl eğilip okumayı bıraktı ve bir şeyler kaybetmiş gibi defterin sayfalarını aceleyle açmaya başladı.
“Oku! Çok güzel yazmış!”
“Neden durdun?”
“Gürültü yapmayın, okur!”
“Kolya’ya ver Şambulkin o iyi okuyor.”
Delikanlı “Yazılmamış sayfayı neden okuyacaksın?” dedi. “Yazılan başka bir şey yok… Hıı, Maruş bu şiiri sen yazmışsın, senin elin! Senin yazını bir kilometreden bilirim. Tavuk eşelemiş gibi yazarsın. Çocukken elini tavuk gagalamış olmalı… Doğruyu söyle nereden