Aleksandır Artemyev

Çuvaş Kızı Salambi


Скачать книгу

evlenme başladığından beri artık diğerleri üç defa evlenip boşanmışlardır da.” dedi. Hepsiyle aynı anda konuşmayı başarabilen Pavıl kendisi o arada yanında oturan kıza doğru yaslandı.

      “Hey Pavıl çimdikleme!… Bu da ne, sen bende Taruş’u mu gördün?”

      “Kim çimdikliyor seni? Doğru konuş!”

      “Şşşt!”

      “Evlenecek diyorlar, bu kızı alacak diyorlar…”

      “Dur dur kaynana…”

      “Mat!”

      “Yanıyor! Kızları dinleyerek oynayıverdim… Hadi diğeri…”

      Kolya gençlerin konuşmasına katılmaz, o kendisinin sevdiği “Mançurya’daki Tepe Üstünde” melodisini yavaşça çalar. Bu arada ona “Salambi” “Salanov” denildiği duyulur.

      “Salambi… Salambi… O iyi kız… Çevrede onun gibisi azdır… Ama bu Salanov kim? Ben bu adı nerede duymuştum? Heyyy, Turikas delikanlısıydı o, meşhur bahçıvan Miçurinci.”

      Kolya’nın düşünceleri fırtına bulutları gibi karışıyor. Onun önüne tekrar Almazov çıkıyor. Tekrar uzak Mançurya’daki… Salambi… Valeriy… Mançurya’daki savaşlar… Kahramanca öldü Valeriy… Uzunca süzüldü eskimek bilmeyen melodi. Uzun uzun süzülüyor akordeon sona eriyor ağlıyor, hışşş! Diye soluklanıyor bas. Akordeon değil Kolya’nın ruhu ağlıyor. Ne kadar kötü fırtına, Mançurya’daki uçurumlarda oynaşan tayfun gibi fırtına onun yüreğini kapladı. Ne kadar sessiz dinleyebilirdi ki insanlar bu melodiyi. Bu efkârlı melodiyle nasıl gülüp oynayıp dans edebilirlerdi? Neden onlara bu eski şarkıda asker annesinin kaygılı sesi onun kesilip ağlaması işitilmez?

      Kolya’yı bu melodi Çuvaş köyündeki bir eğlencede değil uzakta, ta uzakta sarı deniz kenarındaki dağlar arasında yankılandığı hissini verir. Kolya’nın kendisi de düşüncesi de burada değil ta orada korkunç savaşın gürleyerek geçtiği yerde…

      Evin kapısının şak diye kapanması Kolya’ya nerede olduğunu hatırlattı. Dergiye bakan kızları hop diye zıplattı. Satranç oynayanları durdurdu.

      Maruş ile Taruş bir şeylerden kaçıyormuş gibi gelip girdiler.

      Serpilerek kapıdan giren Maruş “Ah, çocuklar!” diye bağırdı.

      Taruş sözünü keserek “Ah, kızlar!” dedi.

      “Ah!”

      Şambulkin dayanamadı.

      “Ne diye ahlıyorsunuz siz? Bir yerinize çocuk vurmadı ya?” dedi.

      “Siz gülün… Korkup ölünecek haber!” Taruş, birden iki kalçasına şap şap vurdu.

      Maruş zar zor nefes alarak “Salambi çocuk doğurmuş!” dedi.

      Dergi okuyan Lena zıplayıverdi. Pavıl söylemek istediği komik sözleri unuttu. Kolya kendi işittiğine inanmadı. Vihtır dayanamadı, Maruş’u azarladı.

      “Sen orada bir şey yapma sakın ola! Senin dilinin kemiği yok, boş değirmen gibi öğütmeyi seversin.”

      “Nereden biliyorsun?”

      “Kim dedi?”

      “Maşa, dur! Ne o yumurtlayacak tavuk gibi gıdaklıyorsun?” diye dürttü Şambulkin.

      “Daşa söylüyordun söyle Daşa.”

      “İşte, Maruşların yengesi Salambi’yi şehirden getirdi…”

      “Sonra bizim yenge Çeboksarı’ya gitmişti de…”

      Vihtır öfkeyle “Maşa! Sana söylemedim mi?” dedi. Maruş kalın dudağını yazmayla kapattı. “Söyle Daşa.”

      Taruş kesik kesik söylemeye başladı.

      “İşte Maruş’un yengesi Çeboksarı’ya pazara gitmiş ve Salambi’nin evine girmiş… Ona yiyecek bırakayım demiş. Salambi o zaman eve dönmek için hazırlanıyormuş…”

      Maruş “Onu enstitüden kovmuşlar.” diye ekledi. “Yenge böyle söyledi… İşte kızken çocuk doğurduğu içinmiş.”

      Pavıl, Maruş’un sözünü keserek “ ‘mış’ diyorsun kısrak alaymış. Sizin yengenizin ne söylediğine inanacak olsak güneş ta ne zaman diğer taraftan doğardı.” dedi. “Sürünüp gezer işte pazarın, oranın buranın dedikodusunu toplayarak yetmiyormuş gibi bir de yaygara dili kertenkele kuyruğu gibi ağzı kepçe gibi hiç kapanmaz. Düşünmeden saçma sapan konuşur. Onun boynu üstünde baş değil sadece hızlı konuşan bir ağız var sanki.”

      “Sen kendini bil insanlara dokunma. Başkasının gözündeki çöpü iyi görürsün, kendi gözündeki merteği de gör.”

      “Maşa! Sana demedim mi?” diye Vihtır tekrar hatırlattı. “Söyle Daşa.”

      Taruş mavi gözünü dikip kesik kesik söyledi.

      Kolya’nın elleri yavaşça uzandı, akordeonu indi indi ve kucağından az daha düşecekti. Akordeonu zar zor tuttu. Kalbi göğüs kemiklerini kıracakmış gibi sertçe çarpmaya başladı. Kemikleri sızladı. Kötü haber yüreğinin sinirlerini bir çekip bir bırakıyormuş gibi duyuldu.

      “Yolda yağmur yağmaya başlamış ve çocuk ağlamaya başlamış. Maruş’un yengesi kendi kaftanına sarılsın diye onu örtmüş. Sözüm ona ‘babası kim seninle birlikte enstitüde öğrenci mi?’ diye sorunca Salambi hiçbir şey söylememiş aynen çocuğu öperek ağlamış…”

      “Çocuk büyük artık üç yaşında diyor yengem. Sadece Rusça konuşuyormuş…”

      “Maşa!” Maruş’un keyfi kaçarak sustu.

      Taruş ocağın önünde durdu ve nedendir ellerini öne doğru uzatarak konuştu.

      “İşte böyle üç yaşındaymış kim düşünürdü ki Salambi’nin böyle olacağını rüyada da göremezsin… Bu üç yıl içerisinde çocuğunu saklayarak nasıl yaşamış?”

      Çocuk esirgeme kurumunda saklamış diyor yengem. İşte çocuk esirgeme kurumunda saklayarak büyütmüş hiç kimseye sezdirmemiş. İşte size meşhur kız! Meşhur kızın ünü çabuk yayılır işte! İşte böyle kurnazlar!

      Vihtır’ın kara kaşlarının çatıldığını görünce Maruş konuşmayı kesti. Hepsi tekrar Maruş’a baktılar.

      “Şimdi evinde herkes hüngür hüngür ağlıyormuş. Çocuk da bağırıyormuş Salambi’yle annesi de ağlıyormuş.”

      “Olamaz! Kıza atılan iftirayla lakırtı ediyorsunuz! Kendim gidip görmezsem inanmam. Maşa, onun hakkında çok ağır konuştun. Salambi çiftlikte buzağılara bakarken senden daha başarılı olduğu için onu kıskanıyorsun. Bu yenilgiyi unutamıyorsun. Salambi’yi iyi biliyorsun o hiçbir zaman senin dediğin gibi olamaz.” dedi Lena.

      “Başkası için uğraşma sen çöpçatan değilsin.” diye cevap verdi Maruş.

      “Salambi için her zaman tartışırım. Hiçbir zaman onun adına leke sürdürmem.” dedi ve Lena hızlıca çıktı. Gençler Maruş’la Taruş tarafına kızgınlıkla baktılar: Bunlar Salambi’nin adını bu şekilde yaymaya nasıl cesaret ederler?

      Lena gidince hepsi sessizce oturdu; en gerekli kişi en büyüğü her şeyi bilen çıkıp gitmiş gibi şimdi sadece hiçbir şey bilmeyenler bütün bu iftiraya inananlar kalmış gibi hissedildi. Hepsi de rahatsız oldular. Sadece Maruş hiçbir şey olmamış gibi telaşla söyledi.

      “Hop! Gider işte böyle! Önceden kendisi