Aleksandır Artemyev

Çuvaş Kızı Salambi


Скачать книгу

susup kaldılar. Ocağın arkasındaki çekirge de cırlamayı bıraktı denebilir.

      Taruş kendi arkadaşına doğru baktı.

      “Lena kapı sundurmasını da sürmüş olmalı. Salambi açamamış.” dedi ve kapıyı açmak için çıktı. Maruş onun ardından tıpış tıpış yürüdü.

      Salambi gelince büyük ev dolup oturulan aydınlık oda daha da aydınlanmış gibi hissedildi. Kızla birlikte sokaktan temiz hava da girdi. Salambi mavi ipek elbise, deri çizme giymiş ve başı açıktı.

      Kolya küçük çocuk gibi sevinerek “Yaz tepesi gibi temiz ve alımlı!” diye düşündü. Ancak o sadece bir anlıktı, o anda bir başka düşünce, şüpheli düşünce ortaya çıktı. “Kime el uzatacak acaba önce? Kapı önünden el vermeye başlarsa kötü haberin doğru olmadığı, başköşeden el vermeye başlasa kötü haberin doğru olduğu demektir.”

      Salambi kapı önündekilerden itibaren el uzatmaya başladı. Bundan dolayı Kolya’nın yüreği kanatlanır gibi oldu. Sevinerek “Haber doğru değil, dedikodu!” diye düşündü. Hiçbir batıl inanca inanmayan delikanlı, şimdi küçük bir işareti de büyütüyordu. Suya düşen adam küçük bir saman tanesine de tutunup kurtulmayı düşünürmüş…

      “İyi misin Kolya?”

      Kolya nefes almayı da durdurdu. Salambi’nin mavi boncuk gibi yuvarlak göz bebeklerini yakından gördü ve bütün vücudunu hoş bir duygunun ürperttiğini hissetti. Bu büyük gözler insanın ruhunu, düşüncelerini, hislerini görecekmiş gibi doğrudan bakıyordu. “Ayıpladın mı beni? Benim saflığıma inanmıyor musun sen?” diyorlardı.

      Kolya sadece gözleriyle “Salambi!” dedi. “Salambi! Benim sana nasıl inandığımı, sana nasıl saygı duyduğumu anlatmak için sözler yetmez. İşte gör, benim aşkım, benim bahtım, gözlerim dolu! Ben sana dayanamam.”

      Kızın elini sıkmadı dokundu sadece. “Sen ilk kar gibi temizsin ben sana dokunmaya da utanıyorum.” der gibiydi onun elleri de. “Affet beni, Salambi, senin hakkında şüpheye düştüğüm için.” dedi onun neşeli kahverengi gözleri. O anda hatırladı “Ne demişti o bana? Nasıl cevap vermeliydim ona?”

      “İyi.” dedi sonra yavaşça.

      Salambi onun ne dediğini duymamış da olabilir, diğerine elini uzattı, herkese sırayla elini uzattı. Tatile gelmiş gibi sevinçliydi. Konuşmadan, gülmeden her birinin adını zikrederek selamlaştı.

      Hiç kimse bir söz söylemedi, sadece çakırkeyif Pavıl anlamsız birşeyler söyledi. Ocağın ardındaki çekirge tekrar insanın içini kemiren sesiyle cırıldamaya başladı.

      “Gözünde gözyaşı yok, ağlamamış o, yalan sözmüş.” diye düşündü Kolya. Ancak kızın kuruyan dudaklarını hatırladı ve başka bir şekilde düşündü. “Belki kızın dudağı rüzgârdan kurumamıştır, kaygıdan yanıp kurumuş olmasın? Gözyaşı da belki, ağlaya ağlaya kurumuştur?”

      Salambi masanın üstündeki dergiyi aldı, oradaki şarkıyı görünce biraz gülümseyiverdi.

      Yavaşça bir şeyden ürkmüş gibi zıplayarak “Oy, Almazov!” dedi. Sonra masaya doğru eğilip gazetedeki şarkıya baktı. Yüzü parladı, kızardı.

      Kolya, kızın her hareketine, sıcak yüzüne dikkat kesilerek “Biraz sonra o başka zamanlardaki gibi keyifle güldü, yankılanan sesiyle pencereleri titretti.” diye düşündü.

      Salambi beyaz örtüyü kirletmekten korkar gibi ellerini masaya koymadı, sadece parmak uçlarıyla hafifçe dokundu, başını sol omzuna doğru eğdi. Işık yukarıdan düştüğünden onun eğik kaşlarının altına, düz burnunun altına, çocuğunki gibi güzel dudaklarının altına, yuvarlak çenesi altına, eğri ak boynu altına gölge düştü. Dosdoğru açılmış saç aralıkları, gençlerce örtülmeye başlanmış alnı, rüzgârla kızarmış yüzü, şeffaf görünen ince kulak kepçeleri parıl parıl parlıyordu. Kalın açık kahverengi saç örgüleri öne doğru eğilmiş, göğüsleri kımıldadıkça elbisenin önündeki kırışıklıklar bir açılıyor bir kıvrılıyordu. Kızın her nefes alışında yakası açılıyor beyaz teni görülüyordu. Okudukça göz bebekleri dergideki satırları izliyor, sıktığı dudakları sadece birazcık hareket ediyordu.

      Salambi’nin yüzünde, sesinde ve gülüşünde saf gönüllülük, suçsuzluk, kızlara mahsus bir temizlik, utangaçlık, kadınca bir sevecenlik ve çocukluk hissediliyordu. Ona baktıkça insanın kendisinin de temiz, güzel olası geliyor, sonra gerçekten de kendinin de iyi ve güzel olduğunu canı gönülden hissetmeye başlıyorsun. O gülümsediği zaman sen de gülmeden duramıyorsun, o dertlenip ağlayacak olsa sen de dayanamıyorsun. Onun hoşuna gitmek ne kadar büyük bir iş, övülecek iş yapasın geliyor. Sana onun yüzünde kendi yüzünü görmüşsün gibi geliyor. Onun talihi seni de sevindiriyor, onun bahtsızlığı seni de dertlendiriyor, onun namusu seni de kızartıyor. İşte tam böyle bir duyguyla seviyor onu Kolya, Valeriy’in kardeşi.

      Salambi okuyup bitirdi ve derin bir nefes aldı, elbisesinin kırışıkları açıldı, yakasının aralığından teninin beyazlığı göründü. Kız doğruldu, kalın örgüsünü arkasına doğru attı, ağır örgü belden aşağı doğru düştü.

      “Ne kadar da endamlı!” diye düşündü Kolya, ancak onun sıcak yüreğini o anda buz gibi eliyle tutup sıktı.

      Salambi “Daşa, ben sizin yanınıza büyük leğen almaya gelmiştim.” dedi. O, Taruş tarafına hızla döndü, kalın örgüsü tekrar ahenkle sallandı.

      Hepsi de sessizdi. Sadece ocak ardındaki çenesi düşük cırcır böceği cırlak sesiyle yürek parçalıyordu.

      Hiçbir zaman canı sıkılmayan Pavıl “Bu cırcır böceğini de durdurmak için ocak ardına kirpi tutup koymak gerek.” diye alaycı bir şekilde söyledi. Yine de gülen olmadı.

      Salambi Şambulkin’e hızlıca baktı ve sözlerini sadece Taruş işitecek şekilde söyledi. Ancak kapı yanındaki Kol-ya sessizce ne söylendiğini anladı.

      “Çocuğa banyo yaptıracağım diyordum.” dedi kız.

      Bardağa ne kadar su döküldüğünü bilmek mümkün değil, sonuncu büyük damladan o dolup taşar. İnsanın yüreği de böyledir. Onun ne kadar sıkıntıya dayandığı belli değildir, ancak bir defa dolunca daha fazla dayanamaz.

      Kolya ruhunun daralmasıyla bütün köye duyuracak şekilde haykırası geldi. O dişlerini sıktı. Salambi’nin çizmesinin gıcırdaması ona kardeşinin askere gideceği gün kırılan arabanın kirişlerinin gıcırdamasını hatırlattı. Mavi elbisesinin eteğinin dalgalanması da ayrılırken Valeriy’in elindeki mavi mendilin dalgalanmasını hatırlattı.

      Dolmak üzere olan bardağa son damla damladı şimdi. Kolya Salambi’nin çıkıp gittiğini de gençlerin dağıldığını da fark etmedi.

      Pavıl “Kolya!” dedi.

      Kolya başını kaldırdı.

      “Ne?”

      “Ne oldu sana, seferden gelmiş asker gibi, oturduğun yerde deliriyor musun? Uyuyup kızlardan geri kalıyorsun ya! Bak bak, hemen çıkıp gittiler.”

      Evde sadece iki delikanlı kalmıştı. Taruş ile Maruş birbirleriyle bir şeyler fısıldaşıp Vihtır’la bilip bilmeden satranç oynuyorlar. Diğeri taş heykel gibi katılaşmış, hiçbir şey söylemiyor.

      “Ben şimdi gidemiyorum, çiftliğe gidip çeki düzen vereyim. İdare diyorsun ha, sen bilirsin. Vihtır da şimdi gidemez, bizim onunla konuşmamız gerekenler var. Sen, Kolya, akordeonunu yanında alıp git, senin yolun uzak. Gece