gitmemiş, diğeri dünyayı hayrete düşürecek kadar tembel, sıkılgan, düzensiz, tertipsiz olduğu için tiksindirmiş, kimi gevezeliğiyle, kimi ölçüsüz diliyle kalpleri soğuttuğu için, kimisi de aklıyla, görüntüsüyle hoşa gitmediği için hepsi de faydasız kalmış. Hepsinden de ayıbı kızken baba evinde çocuk sahibi olmaktır. Şimdi savaş bitti. Ne yaparsın? Ne kadar delikanlı savaş meydanından dönemedi. Ne kadar çok nişanlı kız evlenemedi. Binlerce. Kim suçlu? Kim suçlu? Kızken doğuranlar da oldu. Bunlara şimdi yardım parası da veriyorlar artık. Hiç yoktan püre dedikleri gibi, parasız pulsuz zamanda bu da yardım. Bütün halkın üstüne yıkıldı bu savaş. Bizim gibilere yedi kat daha ağır geldi. Hiç kimsenin dayanamayacağına dayandık. Dert üstüne dert. Şimdi bir daha…”
Yaşlı kadın tıkanıp konuşmasına ara verdi ve biraz nefeslenince tekrar başladı. “Çocuk bakılır şimdi yapacak bir şey yok. Çocuklu kızlar da evleniyorlar, üç dört çocuklu kadınları da alanlar var. Seversen ona buna bakmazsın. Yazılan gelir başa. Senin şimdi de kimseden bir eksiğin yok. Çalışkan bir genç eve girsin de güzelce yaşayın, tatlı tatlı konuşarak birbirinizi beğenerek…”
Salambi daha fazla dayanamadı annesinin sözünü keserek “Gereksiz şeyleri söyleme anne! Yüz türlü düşünce senin aklına geliyor herhalde. Bana kimse gerek değil, hiç kimse…” dedi.
Değil deyince onun sesi tutuldu, boğazı tıkandı, bütün içi daraldı.
Salambi omzuna bir palto attı ve koşarak dışarıya çıktı.
Annesi uzun süre hareket etmeden düşünceye dalıp uzandı. Önce vücudu, eli ayağı birileri demir filarizle ezmiş gibi sızlıyordu, hareket ettikçe sancılanıyordu, işte şimdi bir de yüreği ağrımaya başladı. İçi yanıyordu. Su içesi geldi ancak kalkıp fırının köşesine gitmeye gücü yoktu. Neden Salambi gelmedi ki? Gece gece nereye çıkıp gitti? Kötü düşünme, Tanrı affetsin!
Yaşlı kadın sızlanıp oturdu ve tekrar konuşmaya başladı. Çocukken de kızıldığında Salambi böyle ot deposuna giderdi, annesinin ne söylediğini kapının ardından dinlerdi. Belki de şimdi de ot ambarında dinleyip duruyor mu acaba? Yok, ön kapıyı kapatıp çıktı ve geri girdiği de işitilmedi.
“Ağır konuşmuş olmalıyım, çok konuştum galiba. Artık kızmanın da faydası yok. Yaşamak gerekli. Bu çocuğu evlatlık alma konusunda ben de hiç azarlamadım, sadece boş konuşulur dedim. Zavallı kız babası öldükten sonra iyi gün görmedi. Ok üstüne dayanıp büyümüş tay gibi çocukluktan beri işe koşuldu. Evdeki bütün ağır işi, erkek işini kendisi yapıp yaşadı. Şu enstitüyü bitirince adam olur mu demiştim.”
İhtiyarın kırışmış yüzü boyunca gözyaşı damlaları şıpırdayarak indi. Salambi’nin annesi of çekti ve su içmek için başköşeye doğru yavaşça hareket etti, ancak ocağın önüne gelen kadın su kovasına ulaşmadan çocuğun önünde durdu.
Küçük Valerik ellerini ayaklarını yayıp sırtüstü yatmış ve mışıl mışıl uyuyordu.
Yaşlı kadın ona bakarak düşünceye daldı.
“Otuz beş yıl evli yaşadım da bir oğul doğurmak mümkün olmadı. Eskiden zaman zaman babası pazardan bir yerlerden çakırkeyif dönünce dertlenip konuşurdu, oğul doğuramadın deyip şaka yapardı. Tanrının vermediği nereden olsun? Tek çocuğu da kız oldu.”
Yaşlı kadın yere doğru uzanıp duran kolunu şefkatle alıp düzeltti ve Valerik’i şefkatle örttü, sonra yüreği yumuşadı, gözleri tekrar ıslandı. Titreyen eliyle çocuğu başından çok yumuşak bir şekilde okşadı, üstüne istavroz çıkardı.
“Şükür sana Tanrım! Oğul!” diye sessizce fısıldadı.
Yağmur durmuştu artık, evin önündeki kayınlar daha önceki gibi uğulduyordu. Salambi onların kasvetli sesini dinleyip düşünceye dalmıştı.
O tam eve gireyim derken komşudaki ot ambarının kapısından bir ses geldi, orada bir kızın kahkaha atarak güldüğü işitildi. Maruş gülüyormuş. Sevgililer akşam oturmasından şimdi çıkıyor olmalılar. Evinde lamba yanıyor, pencereden avlu çitine aydınlığı düşüyor. Maruş ne kadar mutlu! Birileri onu gıdıklıyormuş gibi zevkle gülüyor. Karanlıkta ot ambarı önünde, onun ak elbisesi biraz görülüyor sonra aynı bir ara konuştukları işitilmiyor…
Vihtır öğleyin sürekli çalışıyor, böylece akşamleyin Maruş’la buluşmak için fırsat buluyor. Bir defa sevdin mi işte böyle olur. Bir günde yirmi dört saat varsa da sevdiğinle buluşmak için yirmi beş saat bulman gerekir. İşte o da ancak şimdi çıktı…
Korkuluk direğine dayanıp duran Salambi merdiven basamaklarından koşarak indi ve bahçeye çıktı.
Yağmurdan sonra bahçedeki ağaçlar halsiz düşmüş ve razı olmuş bir şekilde duruyorlar, biraz sürtündüğünde elma ağacı dallarından şıpırt diye su dökülüyor. Bahçe de çırılçıplak kalmış. Tamamen çıplaklaşmış. Hüzün, yetim…
Salambi eski hamam önünde durdu. Yamuluyor o, ne zamandır yakmadık onu. Ne zamana kadar öyle kalacak acaba? Çocukluktan beri Salambi bu banyo önüne alışmıştı. İşte bulanık pencere altında şimdi de küçük bir bank var, onun önünde de yaşlı söğüt kütüğü. Kız çocuk onun oyuğuna kendi oyuncak bebeklerini saklardı. Ne zamandı o? Çok eskiden. Ondan beri iki ömür geçmiş gibi hissediliyor. Başka zaman Salambi bu banyo önünde çocukluk zamanlarını hatırlayıp kendi kendine gülerdi. Bu gece onun gülesi hiç gelmedi.
Çocukluk… Ne zamanlar geçti o! Salambi o zaman oyuncak bebekleriyle oynamayı çok severdi. Türlü türlü basma parçalarından şeritler yapardı da oyuncak bebeklerini gelinlik kız gibi de akşam oturmalarına giden kız gibi de giydirirdi. Küçük oyuncak bebekler de vardı değil mi? Salambi onlara özellikle ilgi duyardı, geniş dulavratotu yapraklarından yapılmış beşikte sallayarak uyuturdu. “Çocuğa, bebeğe… Çocuğa, bebeğe…”
Salambi bir yerde donup kalarak “Çocuğa… bebeğe” diye fısıldardı. Sonra aniden küçük Valerik’in biraz önce uyuklayarak ağladığını fark etti ve banyo kapısını durup dururken dürttü, paslanmış menteşe yüreğe dokunan sesiyle gıcırdadı, kapı haldır huldur ot ambarının zeminine düştü. Ah! O, tek menteşe ile duruyordu; üstteki menteşe savaş zamanında kopmuştu, o günden beri onu hiç kimse tamir etmedi. Tamir eden olmadığından her şey yıkılıp dökülüyor.
Salambi banyonun kapısını düzeltip kapattı ve harman yerine doğru gitti. Öğleyin oradan tarlaya doğru bakmak güzeldi. Uzaktaki dallı budaklı elma ağacının sadece gölgesi görülüyor. Köyde de satıcılar görünmüyor artık. Dur! Köyün sonunda, yukarı yolda bir pencerede ışık var. Kimin eviydi ki o? Valeriylerin! Kolya oturuyor olmalı, nedendir şimdiye kadar uyumaz, bir şeyler okuyordur. Bir ilginç roman bulmuş olmalı, belki de aşk hakkında?
Salambi bu gece akşam oturmasında Kolya ile karşılaştığını hatırladı. “Benim hakkımda ne düşündü acaba? O da beni başkaları gibi ayıpladı mı? Ne yapmalıyım ben? Valerik’i akşam oturmasında anlatmalı mıydım? Bakın ne kadar kahramanmış bizim Salambi derler miydi acaba?”
“Salambi, sen misin?” diye bir ses duyuldu yakından.
Düşünceye dalmış olan kız aniden sıçrayıverdi.
“Ay! Kim o?”
Örme kazak giymiş, kara başörtü bağlamış kız çitin yanına yaklaşarak “Ben, yoksa… Tanımadın mı?” dedi.
“Oy! Korkuttun ya beni Lena!”
İki kız ne için burada dolaştıklarını sormayı da akıllarına getirmediler.
“Ben