olsan sen de…”
Şimdi Lena kızardı, onun gözlerinde kötü şimşekler çaktı. Lena mı? O kendi çocuğunun babasını bilmez mi?
“Valerik, yabancı çocuk değil de senin oğlunmuş diye bir haber yaydı Maruşlar. Affet Salambi, ben bu dedikoduya inanmıyorum ancak sen de bu konu hakkında konuşmadığın için şüphelenmeye başladım.”
“Seni anlıyorum Lena. Maruşlar ne kadar kötü şeyler söylediler. Dedikodunun dizgini yok. Nerelere kadar ulaşır da tutup durduramazsın. Ancak sen onlara inanma… Valerik ile ilgili olarak köye döndüğüm gün sokakta dolaşıp bağırarak anlatıp gezmem mi gerekiyordu benim? Sen beni biliyorsun Lena. Kendimle ilgili konuşmayı sevmem. Benim derdim var, bu beni çok incitti.”
Lena şimdi dilini tutamadığı, Salambi’yi kaba sözlerle üzdüğü için utandı.
Sadece dostuna utanarak bakıp “Affet beni Salambi.” dedi.
Salambi yorulmuş gibi ağır ağır “Anlatacak olsan çok şey var.” dedi. “Haydi dışarıdaki odaya oturalım. Burada annemle Valerik’i uyandıracağız.”
Dışarıdaki odaya girince ikisi de bir süre konuşmadılar. Sonra Salambi yavaşça konuşmaya başladı.
“Sevgi, anne değil, üveylik oldu benim için. Dinle.”
… Gece yarısını çoktan geçmişti artık, horozlar ikinci defa öttüler. İki kız hâlâ oturuyorlardı.
Salambi konuşuyor konuşuyor sonra da bir şeyler aklına geliyor, düşünceye dalıyor, derin bir nefes alıyor, sağ güzünün kirpiklerini siliyor ve tekrar konuşmaya devam ediyordu.
Lena hiçbir şey söylemeden dinliyor, sadece arada bir gözyaşlarının ardından gülüyor ya da gözlerini ak yazmayla siliyordu.
Salambi anlatıyor, aklına gelenlerin birçoğunu da anlatmadan geçiyordu. Ancak gözlerinin önüne geçen hayatı düzenli bir şekilde, bütün ayrıntılarıyla geliyor, aynada gibi görülüyordu.
İkinci Bölüm
“SALAMBİ-SELAMLI AD”
Ah adın ne güzelmiş senin! Bulmuş vermiş sana kim…
1945 yılı. Sonbahar. Savaşın henüz bittiği her adımda anlaşılıyor. Şehirde de köydeki gibi, Kaputlu insan çok, delikanlı erkekler, gençler neredeyse tamamı kaputla geziyorlar. Onların omuzlarının üzerindeki apolet izleri de kaybolmamış daha. Öğrenciler arasında da askeri elbiselerini çıkarmayanlar az değil. Cepheden dönen delikanlılar enstitüye kır çantalarıyla geliyorlar, evrak çantaları olanlar çok seyrek. Öğrencilerin birçoğu savaşa kadar olduğu gibi değil. Bir sınıfta henüz liseyi bitirmiş genç yanında savaş meydanında dört yıl boyunca olgunlaşmış asker oturuyor. Öğrencilerin dili de savaş öncesi gibi değil. Savaşa kadar buradaki yüksek okullarda Çuvaşlarla Ruslar çok ise de şimdi farklı dilleri konuşanlar da var, özellikle de batıdan gelenler çok.
Savaşın henüz bittiği her bir insanın yüzünden anlaşılıyor. Hepsi büyük zafer için seviniyor. Dört yıl büyük zorluklara dayandıktan sonra yavaş yavaş soluklanıyor insanlar, geleceğe yüzünü dönmüş, büyük bir ümitle yaşıyor. Bu arada her birinin bedeninde savaşın bıraktığı izler var. Kimi savaşta ağır yaralanmış ya da yakın akrabasını kaybetmiş, kimi daha genç yaşta savaş azabına dayanmış ya da ümidini kaybetmemiş…
Savaşın henüz bittiği her birinin hayatından da anlaşılıyor. Öğrencinin zaten sıkıntılı olan hayatında savaşın izi çok daha fazla hissediliyor.
Mağazaların önünde sokağa kadar taşmış uzun kuyruklar var. Mağazalarda ise hiçbir şey yok, sadece ekmek ve patates veriyorlar.
Sokak köşelerinde, köprülerin üstünde elsiz ayaksız sakatlar dilenip oturuyorlar, rahatça geçip gidemezsin.
Şehir büyük değil. Doğuda günümüzdeki kumaş fabrikası civarında bitiyor, batıya doğru hipodrom civarında, güneye doğru elektronik malzemeler fabrikası yanında sona eriyor. Fabrikaya savaş başlayınca Harkov civarından gelen halk Hemza diyor. Demir yolu istasyonu şehirden uzakta geniş çavdar tarlası üzerinde yer alıyor. Oranın uzaklığı altmış beş çağrım. Büyük evlerin sayısı az. Hepsi de çok önemli: Sovyet binası, Matbaa binası, Posta binası, Köylü binası, Pionerler binası, Devlet Bankası binası… Onlar birer ikişer katlı alçak evlerin arasında burada bir şehir olduğunu hatırlatıyor. Çuvaş Cumhuriyetinin başkenti. Ne dersin, bölge şehri şimdi. Boşuna ona lif ve ıhlamur lifi şehri dememişler. Otuzlu yılların sonuna doğru gelişmeye başlayan şehrin yeni gelişmelerle yayılmasına bu hastalıklı savaş engel oldu. Sonra da onu tekrar soğuk ve fakir yüz sardı. Onun dereli ve çalılıklı sokakları güzün baharın yağmurlu havasıyla balçıkla kirleniyor. Asfalt ise sadece ana caddede görülüyor. Bu şehrin unutulmaz tek yanı ise büyük İdil ırmağı. O, buradaki halkı koruyor, doyuruyor, güzel bir gelecek için onlara ümit ve heyecan veriyor. Bu iyi gelecek gelmeli, ona ulaşılmalı! Bugüne kadar olmamış olan vahşi savaşın zorluklarına, sıkıntılarına dayanıp bunları atlatan halk bu baştan çıkarıcı aldatıcı ümitle yaşıyor.
Salambi şehir kenarındaki ağaç evde, bir yaşlı kadın yanına, daireye yerleşti. Onunla birlikte iki öğrenci daha vardı. Biri Nina Solovyeva ziraat enstitüsünde zooloji bölümünde okuyor; diğeri ise Nina Petrova pedagoji enstitüsünde okuyordu. Solovyeva askerlik de yapmış bir kız, erkek gibi sağlam vücutlu, saçını da erkek gibi kestirmiş, asker gibi sertçe yürüyor, sözünü de pat diye doğrudan söylüyor. Ona komiklik yapıp Büyük Nina diyorlar. Petrova bakımlı vücutlu, ak saçlı kız, iki ince saç örgüsünü kırmızı kurdele parçasıyla bağlayıp geziyor. O herkesten de çekinir, hemen kızarır, sessiz konuşur, yabancı kişiler önünde gizlenerek oturmaya çalışır. Ona dairede Küçük Nina diyorlar.
Dairenin sahibi Anna İvanovna ise altmışını geçmiş iri yarı bir kadın. O hepsine karşı da iyi, cömert, hiçbir zaman insana kızmaz, daireyi her zaman öğrencilere veren bu kadın gelen yabancıyı bir iki görüşte benimser, yanında çok eskiden yaşamış olan öğrencileri halen hatırlar, onları hayırla yad eder. Kendisi Rus da, Çuvaş da, Tatar da ve Rusçayı da Tatarcayı da, Çuvaşçayı da çok iyi konuşuyor. Akrabası, çoluk çocuğu olmadığı için kız ya da erkek her öğrenciyi akraba yerine koymaya hazırdır. Yaşantısı da öğrencilerle bir, onların dertleriyle, sevinçleriyle yaşadığı hemen sezilir. Güneşin üzerinde de kara yerler var denildiği gibi bu iyi kalpli yaşlı ihtiyarın da küçük bir kusuru var. Öğleyin de geceleyin de Anna İvanovna sürekli mutfakta uğraşıyor. Kâh bir şeyler pişiriyor, kâh ısıtıyor sürekli yiyor, içiyor. Gençler ona şakayla Anna Yıvannı diyorlar.
Bu eğlenceli dairede sadece Salambi’nin şakayla söylenen bir lakabı yok. Öğrenci Kazakov ona bu konuda “Senin adın böyle de şaşırtıcı bir ad, eski Kiremet dininden kalmış, bu nedenle sana esprili bir ad vermek de gerekmez.” dedi.
Daire iki odalı. Dışarıdakinde kızlar yaşıyorlar, diğer mutfak gibi olanında Anna İvanovna her zaman ocak önünde bir şeyler yiyor. Orada gaz ocağının gürleyerek yanması, tavada bir şeylerin cızırdayarak ısınması, kap kacağın tıngırdaması kesintisiz bir şekilde işitiliyor. Orada gece gündüz duman tütüyor, ütük kokusu ya da soğan sarımsak kokusu geliyor, kapıyı açıp kapattıkça keskin duman dışarıdaki bölmeye de giriyor.
Bir ay içinde Salambi şehir hayatına alıştı, birçok öğrenciyle tanıştı, her zamanki çekingenliği kayboldu artık, ancak utangaçlığı, gençler