Muza birden cesaretlendi. Onun gök gözleri sevinçle parlamaya başladı, sürekli gülen dudakları cezbedici bir şekilde kıpırdamaya başladı. İki gamzesi de birden kayboldu.
“Siz Nina ile aynı köyden misiniz? Oh ne kadar güzel! Tanışalım ben Muza Lyubimova, Nina’nın dostuyum.”
Kız tırnakları kırmızıya boyanmış küçük elini delikanlıya doğru uzattı.
“Leon Viryalov.” dedi diğeri. Sonra ellerini ak bir mendille silerek kızın elini yumuşakça sıktı, biraz fazlaca tuttu gibi.
Nemli keten çiçeğinin üzerine güneş ışığı düşmüş gibi Muza’nın gözleri alımlı bir şekilde parlamaya başladı.
“Viryalov? Bir yerlerden bu soyadı duymuş gibiyim. Siz Kazan Üniversitesinde okumadınız mı?”
“Okudum gibi hatırlıyorum.” dedi ve güldü delikanlı. “Siz de orada okudunuz mu?”
“Hayır benim dayımın kızı orada okudu, o bir Viryalov’dan bahsediyordu.” dedi kız hızlıca ve sözü başka tarafa çevirdi.
Arkadaşına doğru dönerek “Tanışın bu da benim sevgili arkadaşım Salambi Akramova.” dedi.
Salambi söz söylemeden kalkıp elini uzattı. Önce delikanlının bembeyaz eli yanında kendisinin çalışmaktan kararmış ellerinden dolayı çekinir gibi oldu, ancak hemen bu düşünce yok oldu. “Güzel elli erkek yabancı adamın hazırladığını ister.” denilen söz aklına geldi.
“Salambi!” dedi delikanlı kızın elini hemen bırakmadan, sonra biraz düşündü. “Salambi, selamlı ad.”
Muza alımlı bir şekilde gülerek “Siz şairsiniz!” dedi.
“Günahım var, biraz yazdığımı inkâr edemem.”
Viryalov bunu Muza’ya doğru dönerek söyledi.
“Ancak işim çok da şiirsel değil benim. Köy öğretmeniyim ben. Botanik ve biyoloji alanından besleniyorum, nesir demek mümkün bir başka deyişle.”
Anna İvanovna kapıyı kapatmaya varıp “Kapıyı neden kapatmıyorsunuz, kapı açık duruyor içeriyi duman doldurdu!” dedi beklenmedik bir anda. Ancak iki kızın önünde duran yabancı delikanlıyı fark etti ve uzağa doğru çekildi. Yine de delikanlı yaşlı kadının elinde yağlanmış, katılaşmış, islenmiş önlüğünü de onun elindeki puslanmış lapa kaşığını da gördü. Delikanlı dudağını hafiften büktü, ama gülmedi.
“Bu sizin kiminiz oluyor?”
Muza kızarıverdi.
“Öylesine bir yaşlı kadın, dairenin sahibi. Annı Yıvannı diyoruz biz ona.”
Konuşmadan oturan Salambi “Çok iyi biri.” diye ekledi.
Delikanlı konuşmanın bittiğini anladı ve kızlarla hızlıca vedalaştı. Onun böyle beklenmedik bir anda gideceğini hiçbiri düşünmemişti.
“Af edersiniz, sokakta arkadaşlarım bekliyor. Böyle çabuk ayrıldığım için üzgünüm. Af edersiniz, pardon. Tekrar görüşüp konuşacağımızı umuyorum. Benim buraya gelmem gerekir.”
“Güle güle.”
Kapının önünde tekrar Anna İvanovna’nın sesi duyuldu.
“Çok çabuk ayrılıyorsunuz, neden biraz oturmadınız? Lapa yemeye gelin! Yulaf lapası. Doktorlar çok faydalı diyorlar.
Muza küçük kupasıyla masaya vurdu.
“Eh sen yaşlı kadın! Gerçekten de hep böyle iyi insanların yanında ayıp ediyorsun! Evi dumanla doldurdun, soğan kokusu da cabası öff! Kursaksız ördek gibi, sürekli yiyor, sürekli yiyor, karnının derisi nasıl dayanıyor onun acaba? Karnı çatlayacak gibi olduğundan hışırdıyordur o.”
Keyfi kaçan kız değişiverdi.
“Oy Salambi! Nasıl delikanlılar varmış! Kültür… Eğitim… Şair! Fransız yağmurluğu, şapka, hepsi de Avrupa’dan. Modern! Gördün mü ellerini uzatmadan önce ak mendille sildi. Eh! Sen hiç gülmedin, Salambi. Oy, aklım başımdan gitti!” dedi Muza birden ayna önüne vararak. “Namusunu nereye koyacaksın! Böyle yakışıklı delikanlı önünde ben… Bak, Salambi, benim saçım… Arkası tamamen dağıldı mı ne, tüylenip duruyor… Neden söylemedin? Oy ne ayıp! Oy, gerçekten ayıp!”
Salambi “Ben fark etmedim.” dedi ve ilk defa gülüverdi.
Dışarıdaki odada kahkahalarla gülme, uğultu duyuldu.
Mutfaktan yaşlı kadın “Uuuuu, çocuklarım geldiler! Çay içmeye gelin!” diye davet etti.
Odaya iki Nina ile birlikte Petya Kazakov girdi.
“Selam, Salambi!” dedi girer girmez elini uzatarak, sonra da Muza’ya doğru döndü. “O, Muza! Lyubimova, elbette… Şair demiş ki,
Kan oynuyor benim yüreğimde her an
Muzalarla sevgiden.”
Kazakov ziraat enstitüsünde Büyük Nina ile birlikte okuyordu, Solovyev ile ikisi de eskiden beri arkadaşlardı, birbirlerinden hiç ayrılmıyorlardı. Cephede yaralanan delikanlı aksıyordu, bu sebeple bastonla yürüyordu. O Çeboksarılı bir Rus, Çuvaşça da biraz konuşuyor, konuştuğunda sürekli şaka yaparak konuşur, bu sebeple de onu her gördüğünde Salambi kendi köylerindeki Pavıl Şambulkin’i hatırlıyordu.
Kazakov Salambi ile Muza’ya göz kırparak “Stop, kızlar! Mektup! Küçük Nina dans et. Sana geldi, delikanlıdan!” dedi.
Dans edene kadar Küçük Nina kızarıverdi, bir iki döndü ve “Ver artık, Petya” demeye başladı.
Ancak Kazakov onu bir kez daha dans ettirdi, sonra tekrar konuştu.
“Teşekkür ederim, iyi dans ettin, bu ustalığınla Moskova’daki büyük tiyatroda dans etmen gerekir. Ama mektup Büyük Nina içinmiş. İşte inanmazsan adresi oku. Stop! Zarfı hamurla yapıştırmış, bir pide hamurunu bitirmiş. Nasıl bir delikanlı ki bu sevdiğine de pulsuz mektup yazıyor?”
Büyük Nina “Delikanlı değil, annem yazmış olmalı.” dedi. Bir de şimdi köyde nasıl pullu zarf olsun? Tamam, hiç olmazsa mektubu yazacak kâğıt bulmuş.
“Böyle her delikanlı ödemeli mektup gönderse gariban öğrenci kız ne yapsın? Zarf üzerinde hiçbir damga da yok. Anna-vanna! Kim alıp getirdi bu mektubu?”
Muza, Salambi’ye göz attı. “Konuşma!” dolgun vücutlu Anna İvanovna acele etmeden yavaşça girdi. Onun üstünde düzgün dikilmiş düz belli alaca elbise, yağlanmış, katılaşmış, islenmiş önlük (onun renginin ne olduğunu söylemek de zor) vardı. Anna İvanovna’nın dolgun yüzü çok buruşmuştu, ak saç telleri de görünmüyordu. Her zaman gülerek konuşan yaşlı kadın elindeki bardaktaki şekerli kaynamış çayı yudumlayarak konuşmaya başladı.
“Ah kızlarım, bugün bir genç geldi buraya, ama delikanlı da delikanlı yani! Bir damla suyla içiverirsin!”
Kazakov “Ben kötü müyüm? Beni kızların önünde yerle bir etme şimdi, Anna vanna.” diye iğneleyerek konuştu.
“Eyy, sen dedin!” dedi ve kıkır kıkır güldü yaşlı kadın. Kapı aralığından biraz baktım da ben de gençleştim birden. Delikanlı değil, ay ve güneş! ‘Tam da küçük Nina için damat!’ diye düşündüm hemen.”
Hepsi birden gülüverdiler. Küçük Nina kızıl kumaş gibi kızardı, utanıp Salambi’nin arkasına saklandı.
“İki kız arasında dönüp duruyor ya, aman Tanrım! Susun, Petya anlatıp bitireyim. Şaşırmış iki kız arasında duruyor. Biri diğerinden güzel,