Aleksandır Artemyev

Çuvaş Kızı Salambi


Скачать книгу

dört köşeli ve kalın, diğeri üç köşeli ve ince. İkisi de kararıp, yırtılmış, adresler de görünmez olmuş. Büyük zarf kana, Valeriy’in kanına bulanmış (asker annesi onu her gördüğünde hüngür hüngür ağlar).

      Bu mektuplara Kolya bakmadan da söyleyebilirse de yüreği yandığı zaman, onları tekrar eline aldı. Önce büyük zarfı açtı, boncuk gibi yazılmış satırlar göründü.

      “Güneş gibi sıcak selam sana Valeriy!

      Nasıl başlasam, ne yazsam ki ilk mektubumda? Yazmaya başlamadan önce ne kadar çok yazasım geliyordu, işte şimdi ne yazacağımı da bilmiyorum. Sana büyük selam, kocaman selam gönderiyorum! Belki de bu mektubu köyde değil, savaş meydanında alırsın, belki oradaki köylerde tarlaların kapıları da yok.

      Gece gündüz hasretle senden mektup bekledim, kaç yıl bekledim, yine de yazmadın. Valeriy, üç kelimeyle de olsa halini bana bildirmedin. Her akşam her sabah senden mektup alma ümidiyle uyuyamadım. Postacı bizim tarafa her geldiğinde yüreğim yarılacakmış gibi çarpıyordu. Kimlerden mektup gelmiyordu, ancak beklediğim yoktu. Yazmadın işte, Valeriy, sen yazayım demedin, belki de yazmaya vaktin yoktu? Bunun için aramızda işte bunlar oldu. Diğer yandan ben senin için kimim? Akraban mı, aradığın kız da değil, yakın arkadaşın da değil, ikimiz birbirimize yazmak için söz de vermedik.

      Ben çocukluğumdan beri seni beğenerek büyüdüm. O zamanlar seninle bir sırada oturabilmek için oyun halkasında senin yanında durmak için ümitlenirdim, ancak bu küçük şans da benim payıma düşmedi. Sen her zaman benden uzaktaydın, Lena Mihaylova ile gezerdin. Karşılaşsak da benimle çok az konuşurdun. Nedendir her şeye rağmen bizi çift olarak görürlerdi. Çocukken Lena bana kızarak “Ay, ayıp ayıp! Valka ile arkadaş!” diye kızardı. Büyüyünce o beni söz geldikçe senin adınla dürtüklemeyi severdi. Sonra ben ona kızmıştım ya da duymamış gibi yapardım, bir de içimden öyle sevinirdim ki. Bir düşünsene komik de üzücü de.

      Senin askere gideceğini öğrenince ben gece boyu gözlerimi yummadım, seni düşünmekten başım döndü. Diğer gün sana ellerimi uzatıp ayrıldığımız gün ne söyleyeceğimi bilemedim, geceleyin hazırladığım sözler de bir yerlere uçup gitti. Aptalca değil mi, insan önünde seninle konuşmaya çekindim, senin için özel olarak hazırladığım mendili de veremedim. İşte böyleyiz biz, Çuvaş kızları, çekingen. Ne oldu bana öyle o zaman, son zamanlarda sana baktım da dilim kurudu, sen de sadece baktın, bir söz de söylemedin. Birbirimizi böylece anladık dedim. Sonra elindeki mavi mendili yol çatında son defa salladığını görünce, bir şey söylemediğim için korktum. Senin ardından küçük çocuk gibi ağlayarak koşmaya da kovalayıp sana yetişip aşkımı söylemeye de hazırdım, ancak önümde köy çitinin kapısı kapandı ve bizi birbirimizden ayırdı…

      O zamandan beri evimizin önündeki kayınlar dördüncü defa yapraklarını döküyor şimdi.

      Seyrek de olsa Lena’ya mektup yazıyordun, o bana her mektubu okuttururdu. (Biz onunla birlikte kış tatilinde çiftlikte buzağı baktık. Ben şimdi çiftlikten çıktım, bununla ilgili şeyleri sonra anlatacağım.). Senin mektubunu elime alınca okumadan önce kendi adımı arayarak bakardım, ancak sen hiçbir mektupta benden bahsetmemiştin. Benim oturup yazmaya cesaretim yetmedi, ne düşünürsün dedim. Lena’ya yazdığın mektubu okuyordum ve bir üzülüyor bir seviniyordum. Sen ona kardeşçe yazıyordun sanki, bir sözünde bile aşk sezilmiyordu. (Kapris yapma şimdi bütün gizli düşüncelerimi hop diye açıyorum.) Sen Almanya’da savaşırken senden mektuplar sık sık gelmezdi, annen hep senin için dertlenirdi, ben de onunla birlikte kaygıya dalardım. Senin yaralandığını duyunca gece boyu uyuyamadım.

      Batıda faşistleri yendikten sonra bizim istasyon üzerinden doğuya doğru gece gündüz askerî kafileler geçmeye başladı. Muzafferler Berlin’den dönüyorlar. Bizim köylüler de gelmeye başladılar. Çok geçmeden Vihtır Murzayev ile Pavıl Şambulkin geldi. İkisi de çok güzelleşmişlerdi. Keyifleri eskisi gibiydi çok değişmemişlerdi. Vihtır şimdi de çok az konuşuyor, Pavıl da aynen şaka yapmayı, çok konuşmayı seviyor, bazen Çuvaşçayı* unutmuş gibi de davranıyor. Önceki zamanlarda annesiyle de sadece Rusça konuşuyor diye gülerdi gençler. Şimdi kolhozda çalışmaya başladılar. Pavıl inek çiftliğinin başında, Vihtır ise sıradan bir kolhoz çalışanı. Her gece ikisi de sokağımıza akordeon ile çıkıyorlar. Maruş ile Taruş onlar döndüğünden beri tekrar kanatlandılar az daha uçacaklar çok uzaklara. Ben onların mutluluğunu görüyorum da kendi yalnızlığıma yanıyorum. Belki benim de kaderimde sevdiğimle gezmek vardır. Doğruyu söylemek gerekirse gezelim diyenler de yok değil.

      Valeriy, ne zaman tekrar buluşuruz biz seninle acaba? Bir zaman görüşmek için imkân vardı ancak nasip olmadı. Sen Berlin’den Doğu’ya doğru geçerken eve telgraf çekince kardeşin Kolya istasyona koştu. Pazar günüydü ve ben de pazara gideyim diyerek ondan geri kalmadım. Bir gün seni bekledik, gece boyu peron boyunca dolaştık, ne kadar çok katar geçti, binlerce asker geçti sadece sen görünmedin. Nasibimde yokmuş diyorum, pazar gibi halk arasında birbirine dikkat edemiyorsun, sizin katar da sadece on dakika durdu. Tren hareket edince ancak seni görebildik. Sen vagonun merdiveninde durmuş gidiyordun, asker gömleğiyle, baş açık, saçların rüzgârla uçuşuyordu. Kolya ile ikimiz de sana bağırmaya başladık, ancak bağıran, ağlayan sadece biz değildik. Sen bizi duyamadın, fark edemedin, öylece gittin. Sonra ne kadar hevesle beklediğimden olacak Kolya’dan gizlice istasyon ardındaki haritaya dayanarak ağladım.

      Şimdi ise mutluluğum, sevincim ölçüsüz!

      Dün tarlada ekin biçiyorduk, öğleye doğru postacı bana mektup verdi, adresi görünce nereye gireceğimi şaşırdım, hiçbir şey de diyemiyorum, mektubu öpüyorum, gözlerimden gözyaşları süzülüyor. Kaç defa okudum senin kısa mektubunu! Her zaman çekinerek gezdim, çocukluktan beri duygumu senden de insanlardan da sakladım, bugün ise mutluluğumu dünyaya duyuracak kadar güçlü bir şekilde haykırdım. Benim seni görmek için istasyona geldiğimi Kolya yazmamış olsa belki de bana yazmazdın değil mi? Yüzlerce defa teşekkürler sana. Valeriy bana iyi dileklerle saygı gösterip yazdığın için teşekkürler!

      Mektup iki hafta içinde geldi, yol çok uzunmuş. Hatırlıyor musun, altıncı sınıfta okurken haritada Mançurya’nın nerede olduğunu bulamamıştın da sonra öğretmen beni çağırmıştı ve ben göstermiştim. Şimdi ise senin kaderinde bu Mançurya dağlarından yayan geçmek varmış. Ağırdır, anlıyorum. Yine de sabret Valeriy, köyümüze iyi bir şekilde dönmeye layık biri ol. Samurayları çabucak yenerek dönün. Burada seni bekliyoruz. Arkadaşın türküler yakan Almazov’u da misafir getir, iyi ağırlarız. Ona da selam söyle. Bir de nerenin Çuvaş’ı o?

      Bu mektubu defalarca düzeltip yazdım, yine de derli toplu olmadı ya, yanlışlıklar var. Bugün sabahtan beri aralıksız yağmur yağıyor, tarlaya çıkamadık. Ben her gün mektup yazıyorum. Neler düşündüğümü açıkça yazdım.

      Bu zamana kadar evde yaşadım, buzağı baktım. Çalışmak çok zor oldu. Hayvanların yemleri yetersiz, geçen yıl otun dağa ambara girmeden çürüdüğü de oldu. Genç buzağıların çoğu hastalandı, ölenler de oldu. Yazın hayvanları tarlaya meraya salınca buzağıları bakmak için anneme gönderdim, ben de tarla sürmeye, tırmıklamaya, ekin biçmeye de gittim. Köyde gücü yerinde erkekler yok denecek kadar az, kolhozda kadınlar da zar zor çalışıyorlar. Atlar yetmiyor, savaşa çoğunu alıp götürdüler. Ufak tefek işler için inekleri, öküzleri koşuyoruz. Ormandan ağacı kızak ile çekip ya da sürükleyerek getirip idareli kullanıyoruz Valeriy. Artık gelecekte hafifler diyoruz. Delikanlılar dönmeye başladılar.

      Ben bu yıl okumaya kadar verdim. Önümüzdeki hafta Çeboksarı’daki ziraat enstitüsünde okumaya başlıyorum, bu nedenle çiftlikte çalışmayı bıraktım. Zoolog olmak istiyorum. Annem göndermek istemiyor.