Aleksandır Artemyev

Çuvaş Kızı Salambi


Скачать книгу

için gelir güzel gün.

      Sönmeden yanar sadece benim yüreğimde,

      Senin için yanar benim genç ruhum.

      Gençler bir süre sessizce oturdular. Lena aniden sevinçle haykırdı “Oy kızlar! Salambi’nin şarkısı ya bu! Savaş zamanında sürekli bu şarkıyı söylerdi.”

      Maruş, Taruş’a bakarak “Salambi’nin söylediği şarkının sözleri böyleydi, gerçekten de nasıl hatırlamam!” dedi. “Melodisi de Salambi’nin melodisi gibi duyuluyor. Daha şimdi radyoda söylediler.”

      “Gerçekten de Salambi’nin şarkısı.” diye onayladı dostu.

      Vihtır da “Söylemesine söylüyor da sadece sesi pek de…” dedi.

      Maruş ona doğru, geriye doğru döndü. Kız “Bir defa da olsun beğenseydin beni! İnsanlar kızlarını överler. Saatte bir ağzını açarsın onda da başka kızları hatırlarsın” demek istedi.

      “Kim yazmış? Çok güzel söylemiş.”

      Lena “Şiiri kimin yazdığı söylenmiyor, bestesini Almazov diye biri yapmış.” dedi.

      Eşikten geçmeden oturan Semenov Kolya’ya ne olduysa o da çabucak kalkıp masaya geldi.

      “Almazov mu dedin? Anatoliy Almazov değil mi? Göster hele…”

      Hepsi Kolya’ya doğru dönüp baktılar. O hepsinden de gençti. Çocukluktan daha yeni çıkmış daha delikanlılığa girememiş, bu yıl onuncu sınıfa gidiyor. Annesiyle birlikte yaşıyorlar. Evin işleri çok olduğunda Kolya eğlencelere de sokağa da çok seyrek çıkar. Annesi yine de ona evde az duruyorsun, ev için doğup büyümemiş olmalısın der.

      Kolya abisinin ceketini giymiş, uzun kollarını biraz kıvırmış. Her zaman sessiz olan Kolya şimdi herkesin kendine doğru baktığını sezip çekinmiş olmalı, kız gibi kızardı, yüzünde gamzesi de belirmez oldu.

      Herkesin duyacağı şekilde “Evet bu! Bu.” dedi.

      “Kim bu?”

      “Kim desen de işte bu!”

      “Kim bu? Nesin sen, seferdeki asker gibi ayakta rüya mı görüyorsun?” diye dürtükleyerek söyledi ona Şambulkin.

      Herkes güldü.

      Lena da gülerek “E kim bu?” diye sordu.

      Kolya titremeye başlayan elleriyle dergiyi çevirdi, sonra gençlerin güldüğünü anlamadan onlara öfkeyle baktı.

      “Başçavuş Almazov… Anatoliy Almazov…”

      Pavıl yine bir şey söyleyerek güldürmek istedi ancak Kolya’nın dertli kahverengi gözlerini hatırladı da söyleyeceğini söylemedi.

      “Anatoliy Almazov… Ne dersen de böyle… Üç yıl önce bize mektup yazdı… Abimi Mançurya’da cephede kendi elleriyle toprağa vermiş…”

      Gençler dut yemiş bülbül gibi sustular, onların her birinin aklına Kolya’nın abisi, eğlenceli ve güzel Valeriy geldi. Bu gece eğlencede kızlarla konuşup gülen, taa nerelerdeki yabancı dağlar arasında yatıyor şimdi. Nerede onun mezarı, nerede onun kızıl yıldızlı küçük anıtı, nerede ki o Mançurya denen ülke? Duymasına herkes onu duydu, kitapta haritada gördü ancak o bu köyün ne tarafında, buradan kaç kilometre uzaklıkta, orada acaba sıcak mı soğuk mu?

      Eğlencede hiçbir zaman böyle bir sessizlik olmamıştı. Pazar da gün olur susar derler, gürültülü eğlencede de zaman zaman konuşmanın kesildiği olur. Öyle zamanlarda keskin dilli herhangi biri “Bine yetti söz bitti.” der ve tekrar söz başlar. Gelenek böyle şimdi ise hiçbirisi de sözün bine yettiğini zikretmedi.

      Bu kasvetli anda birileri sokak tarafındaki pencereye sertçe vurdu. Hepsi hafifçe soluklandı.

      Pencere önünde oturan Şambulkin sokağa doğru bakarak “Kim o?” diye sordu.

      “Bizim Maruş burada mı? Çatlamış çan gibi cırıltılı bir ses işitildi. “Söyleyin ha çabuk eve gelsin!”

      “Ne o dünürcüler mi geldi yoksa o kadar acele ediyorsun?”

      “Şaklabanlık yapma Şambulkin orada! Ben Çeboksarı’dan tırmalaya tırmalaya geldim ve atı alıp bakacak kimse yok evde. Dalga geçme şimdi çabuk söyle Maruş’a.”

      “Kim dalga geçiyor seninle? ‘Tırmalanıp geldim…’ diyorsun bir iş yapmış gibi! Yarım kuruşluk iğne için pazara koşturuyorsun. Hangi ekip başı sana at verdi? Maruş, yengen çağırıyor, çabucak eve koş. Çeboksarı’dan dünürcüler geldi diyor!”

      Maruş ile Taruş bir şeyler konuştular ve giyinmeye başladılar. İkisi de kıvrımlı kara hırka giydiler, mavi ipek yazma bağladılar.

      Maruş kızlara “Siz oturun biz atı ahıra çekip gelene kadar.” dedi. Kendisi Maruş’un ardından çıktı.

      Pavıl “Göbekleri birleşmiş dedikleri gibi birbirlerinden hiç ayrılmıyorlar.” dedi. Biri evlense diğeri de birlikte varacak herhalde. Nasıl bir komedi…” Eğlenceye tekrar can geldi. Lena’nın yanına varıp oturan kızlar dergiye bakmaya başladılar. Pavıl ile Vihtır satranç oynamaya giriştiler. Vihtır kendine geldi şimdi o sessiz olan Vihtır gece boyu hiç söz söylemeden oynayıp oturabilir. Pavıl şimdi her bir taşı sürdüğünde küçük bir ders verir, sürekli yanlış oynar diğer gençler de konuşarak gülerler. Kolya onların konuşmasına katılmadan akordeon tutup oturdu.

      Lena hevesle “Oy kızlar!” dedi. “Burada Şemen Salanov hakkında yazılmış! Meşhur bir yenilikçi demişler ona.”

      “Hangi Salanov? Diğer Turikas bahçıvanımı? Şemen mi? Ben onu çok iyi tanıyorum! İnsanı boşu boşuna övmezler. Yetenekli genç Salanov için kötü şey söyleyemezsin. Kolhozda öyle bir bahçe yetiştirdi ki. Salambi çok övüyor onu. Onların ikisi de aynı ziraat enstitüsünde okumuş.”

      “Bu yıl kolhozda mısır ekip yetiştirmiş diyorlar doğru mu?”

      “Nasıl doğru olmaz! Nerden düştün sen? Geçerken görmedin mi orman gibi uğuldayıp duruyorlar.”

      “Orman gibi mi dedin? Demek ki, ormanı pek bir kısa olmalı?”

      “Sen kendin kısasın. Ben kendim gördüm ve… İlçe gazetesinde de böyle yazılmış.”

      “İlçe gazetesi de iftira atmış sana. İnan bakalım, aptal. Turikaslıların mısırını ben kendi gözümle gördüm. İşte keten gibi kısa ve seyrek filizlenmiş. Böyle olduğu gibi bir de yabani ot basmış. Bu güneydeki tahıl bizim taraflarda nasıl büyür? İşte ‘Hirli surum’ kolhoz yöneticisi meşhur olmak isteyince her yere mısır ekmiş ve tamamen batmış. İşte bu yüzden yönetici bu ayıba dayanamayıp kendisini asmış.”

      “Amcanın iskemlesi kısa derler. İlçe planı fazla ekilmesini emretmiş. Şimdi büroda iskemlelerinde kaynatıp oturanlar ömür boyunca tahıl ekerek yaşayan köylüye nerede ne ekilmesi gerektiğini öğretiyorlar. Ne zaman ekmeli ne zaman biçmeli ne zaman devlete vermeli hemen ilçeden telefonla bildiriyorlar. İlçe planı sana yeryüzünde cennet yapmayı da emreder. Cenneti ise tamamen başka, rüyada da göremezsin.”

      Kim için cennet; kim için cehennem…

      “Şak şak! Fille nereye gidiyorsun, Vihtır dur, doğru değil! Dur… Ey ey! Piyadeyi nereye götürüyorsun?”

      “Şemen’i ben de bir kez panayırda görseydim. Çok güzel bir yiğitmiş… O yapabilirse yapar.”

      “Stop! Şimdi senin subaya çarpacağım. Biirr!… Tank bölüğü düzeni!”

      “…Boris ile konuşuyordu ve bir kız vardı