adamın çıplak ve kanayan bedenine giydirmiş. Cübbesini de sardıktan sonra bir kadeh şarap ve bir tas haşlanmış et ile kölenin yanına doğru yola koyulmuş. Feryat figan ağlayarak kubbenin altına gitmiş.
“Ah, ah!..” demiş ağlayarak. “Ah efendim, konuş benimle. Bir şey söyle!”
Sonra şu şiiri okumuş.
Bu acımasızlığa, bu sevgisizliğe ne kadar dayanırım
Yetmedi mi bu kadar gözyaşım?
Bizi kasten mi ayırıyorsun birbirimizden
Sevinecek misin düşmanımı mutlu edersen?
Sonra ağlayarak devam etmiş: “Efendim konuş benimle, konuş…”
Sultan, sesini değiştirerek zenciler gibi konuşmuş:
“Ah, ah, Allah’tan başka sığınılacak hiç kimse yoktur. Göklerin ve yerin sahibi odur.”
Kadının bu sözleri duymasıyla sevinçten bayılması bir olmuş. Kendine geldiğinde sormuş:
“Efendim, konuşma kabiliyetinizi kazandığınız doğru mu?”
Sultan sesini değiştirerek cevap vermiş:
“Lanet kadın! Seninle konuşmamı hak ediyor musun ki?” “Peki neden?”
“Sebebi şu ki; gün boyunca kocana eziyet edip duruyorsun, o da yardım dilemek için gece gündüz demeden göklere sesleniyor. Acısından lanet okuyup küfürler ederek gürültü yapıp bana uykuyu haram ediyor. Eğer böyle olmasaydı sağlığıma çoktan kavuşur, seninle yeniden konuşabilirdim.”
Bunun üzerine kadın: “Senin rahatın için ona yaptığım büyüyü bozarım. Yeter ki sen huzurlu ol!” diye cevap vermiş.
“Onu serbest bırak ki biraz olsun dinlenebileyim.”
“Emrin başım üstüne!” demiş kadın ve oradan ayrılıp saraya gitmiş.
Sabah olduğundan Şehrazat masalına burada ara vermiş; ertesi akşam da hükümdarın isteği üzerine devamını anlatmaya başlamış:
Kadın metal bir kâse alıp içine su doldurduktan sonra suya bir şeyler okuyup üflemiş. Bunun üzerine su, ateşin altına konulmuşçasına kaynayıp fokurdamaya başlamış. Kadın, suyu kocasının üzerine serpiştirerek şöyle demiş:
“Şayet benim yaptığım kara büyü seni bu hâle getirdiyse eski hâline geri dön!”
Aniden titreyip sarsılan genç adam, ayağa kalkmış. Kurtuluşuna sevinerek yüksek sesle: “Şahitlik ederim ki Allah’tan başka ilah yoktur ve yine şahitlik ederim ki Muhammed onun kulu ve elçisidir.” demiş.
Sonra kadın çığlık çığlığa:
“Yoluna git ve sakın buralara dönme! Eğer dönersen şuna emin ol ki seni öldürürüm!” diye bağırmış.
Böylece adam, kadının elinden kurtulmuş. Kadınsa türbenin olduğu yere dönmüş, kubbeye yaklaşmış ve:
“Ah benim efendim… Bana yaklaş da sana bakabileyim, güzelliğini seyredebileyim…” demiş.
Sultan, donuk ve alçak bir sesle cevap vermiş: “Sen ne yaptın? Sadece daldan kurtuldun. Kökten değil.”
“Ah sevgilim, benim güzel sevgilim! Ne demek istiyorsun?”
“Yazıklar olsun sana lanet kadın! Dört adanın ve bu şehrin insanları her gece kafalarını sudan kaldırıp göklere yalvarıyor. Hani şu senin balığa çevirdiğin insanlar… Sana ve bana lanet okuyup duruyorlar. İşte bu sebepten vücudum sağlığına bir türlü kavuşamıyor. Git ve onları özgür bırak. Sonra gel ve elimi tutup beni ayağa kaldır. Şimdiden bir parça güçlendim.”
Kadın, sevgilisi olduğunu düşündüğü sultanın sözlerini duyduğunda sevinçle haykırmış:
“Ah efendim… Her şeyimle senin emrindeyim. Bismillah…”
Büyük bir keyif ve memnuniyet duyarak ayağa kalkmış. Göle koşup avucuna biraz su almış, üzerine anlaşılmayan sözler okuyup üflemiş.
Balıklar kafalarını kaldırmışlar ve bir anda insana dönüşüvermişler çünkü artık büyünün etkisi altında değillermiş.
Gölün olduğu yer ise yeniden kalabalık bir şehre dönüşmüş. Pazarlar alışveriş yapan halkla dolmuş ve herkes tıpkı eskisi gibi işleriyle meşgul olmaya başlamış.
Dört tepeye gelince; orası da eskiden olduğu gibi dört adaya dönüşmüş.
Sonra genç kadın, yani kötü yürekli büyücü, zenci sevgilisi sandığı sultanın yanına gitmiş, ona:
“Ah sevgilim, o güzel elini bana uzat ki kalkmana yardım edeyim.” demiş.
“Yanıma yaklaş!” demiş sultan zenciyi taklit ettiği sesiyle.
Kadın onu kucaklamak üzere yanına yaklaştığında adam kılıcını çekmiş ve kadının göğsüne bir darbe indirmiş. Öyle bir darbe ki kadını delip geçmiş. Sonra ona ikinci bir kez daha vurmuş kılıçla. Bu seferse kadın ikiye bölünüp yere yığılmış.
Bunun üzerine sultan, yola çıkıp genç adamı bulmuş. Büyüden kurtulmanın verdiği sevinç ve mutlulukla genç sultan, onun elini öpmüş ve sonsuz teşekkürlerini sunmuş.
Sultan, genç adama:
“Bu şehirde mi kalacaksın, yoksa benim şehrime mi geleceksin?” diye sormuş.
Genç adam da:
“Ey sultanım, kendi şehrinle bu şehir arasındaki mesafeden haberin yok mu?” diye cevap vermiş.
“İki buçuk gün.” demiş sultan.
“Uykuda mısın sultanım? Senin şehrinle burası arasında bir yıllık yürüme mesafesi var. Sen bu şehre sandığın gibi iki buçuk günde gelmedin ve bilmeni isterim ki sultanım senin yanından bir an bile ayrılmayacağım.”
Genç adamın sözlerine sevinen sultan, şunları söylemiş:
“Seni bana bağışlayan Allah’a şükürler olsun! Bu andan itibaren sen benim bir tanecik oğlumsun. Hayatım boyunca hiç sahip olamadığım oğlum…”
Bunun üzerine ikisi büyük bir sevinçle kucaklaşmış ve saraya gitmişler. Uzun bir süre boyunca büyünün etkisi altında kalan genç sultan, generallerine ve üst düzey idarecilerine kutsal topraklara hac ziyaretinde bulunacağını bildirip yolculuk için gereken her şeyi temin etmelerini emretmiş.
On gün süren hazırlıkların ardından memleket hasreti çeken sultanla birlikte yola çıkmışlar. Bir sürü değerli hediye ile birlikte memluk askerlerin eşliğinde gece gündüz demeden yol almışlar.
Hiç ara vermeden devam ettikleri bir yıllık yolculuk sonunda şehrin sınırına ulaşmışlar ve elçiler gönderip yaklaştıklarını haber vermişler.
Sultandan ümidi kesmiş olan vezir ve ordu, gelişlerini sevinçle karşılamış, önünde yeri öpmüş ve ona sıhhat dilemişler. Sultan tahtına yerleşmiş ve vezirine genç sultanın başına gelenleri anlatmış. Vezir de sıkıntısından kurtulmayı başaran sultanı tebrik etmiş. Hükümdarlığının başına yeniden geçen sultan, halkına değerli hediyeler dağıtmış ve adamlarına emretmiş:
“Balıkları getiren adamı huzuruma çağırın!”
Sultan, halkın büyüden kurtulmasını sağlayan adamı huzuruna çağırtmış. Ona birçok değerli şey hediye etmiş ve hâlini hatırını sorup çocukları olup olmadığını öğrenmek istemiş.
Balıkçı iki kızı bir oğlu olduğunu