Неизвестный автор

Binbir Gece Masalları


Скачать книгу

kendi hikâyesini ve kardeşlerinin hikâyesini anlattığı bir masal var ki…”

      El-Mustazi Billah’ın oğlu, Halife El-Mustanzir Billah’ın zamanında Bağdat’ta yaşardım. Halife, fakirleri ve ihtiyaç sahiplerini korur kollar, âlim ve ariflerle arkadaşlık ederdi. Bir gün halifenin ülkesinde on eşkıya yolcuları soydu. Bunu duyup öfkelenen halife, Bağdat valisine, Büyük Festival’in yıl dönümünde onları yakalayıp huzuruna getirmesini emretti. Böylece vali harekete geçti. Adamları tevkif ederek bir gemiye bindirtti. Onların gemiye binmesine ben bizzat şahit oldum. Kendi kendime şöyle dedim:

      Bu adamlar herhâlde düğün merasimi için bir araya geldiler. Bana kalırsa günlerini o gemide yiyip içerek geçiriyorlar. Onlara benden daha iyi içki arkadaşı olamaz.

      Böylece ayağa kalkıp güzel bir yolculuk geçirecekler gibi görünen bu gruba yaklaştım vakarla ve nezaketle. Onlarla gemi yolculuğu yaptım, kendileriyle sohbet ettim. Karşılıklı kürek çekiyorduk. Olur da gemi bir yere demir atarsa gardiyanlar, boyunlarına zincir takarak onları gözlerinin önünden ayırmıyorlardı. Beni de onlarla birlikte zincirlediler. Ey insanlar, inanın böyle davranmamın sebebi nezaket ya da ukalalık değil. Bunun sebebi başka… Pranga taktıklarının ertesi günü bizi El-Mustanzir Billah’ın huzuruna çıkardılar. O da on eşkıyanın da boyunlarının vurulmasını emretti. Sonra bir cellat geldi, herkesi yere oturttu ve kılıcını çekti. Birbiri ardına onunun da boynunu vurdu. Sadece ben kaldım.

      Halife bana baktı ve cellada sordu:

      “Neden sadece dokuz kişinin kafasını vurdun?”

      Cellat: “Tövbe tövbe… Dokuz kişinin kafasını vurmadım çünkü siz bana on kişiyi öldürmemi emrettiniz.” diye cevap verdi.

      “Görünen o ki sadece dokuz adamın kafasını kestin. Önündeki bu adam da onuncusu.”

      “Yüce halife!” dedi cellat. “On kişinin kafasını kestim.”

      “Sayın!” diye bağırdı halife; onlar da saydılar ve on kişi olduğunu gördüler. Sonra halife bana baktı ve şöyle dedi:

      “Böyle bir durumda sessiz kalmanın sebebi nedir? Ayrıca kana susamış bu adamlarla ne işin var? Bana bütün bunların sebebini söyle. Yoksa yaşına başına rağmen aklı kıt biri olduğunu düşüneceğim.”

      Bu sözleri duyunca ayağa kalktım ve halifeye cevap verdim:

      “Bilmenizi isterim ki yüce halifem, ben Sessiz Şeyh’im. Bana böyle hitap etmelerinin sebebi, beni diğer altı kardeşimden ayırt etmektir. Ben bir ilim adamıyım; idrakim kuvvetli, zekâm kıvrak ve ağzım sıkıdır. Bana ‘Berber’ derler. Dün sabah dışarı çıktığımda bu adamları gemide gördüm ve onların bir düğün merasimi için bir arada olduğunu düşündüm. Onlara katıldım ve aralarına karıştım. Bir süre sonra gardiyanlar onlarla birlikte benim de boynuma zincir vurdular. Ama nezaketimden sessizliğimi korudum ve bir tek söz bile söylemedim. Bizi sizin huzurunuza getirdiler. Siz de onunun da boynunun vurulmasını emrettiniz. Buna rağmen kendimi size tanıtmadım ve celladın karşısında sessiz kaldım. Cömertliğim ve nezaketim beni onlarla birlikte ölüme götürecekti. Hayatım boyunca insanlarla mertçe mücadele ettim fakat onlar bana, en kötü, en iğrenç yollarla karşılık verdiler.”

      Halife bu sözlerimi duyduğunda ve küstahlıktan uzak, iyi yürekli bir adam olduğumu anladığında öyle bir güldü ki sırtüstü yere düştü. Sonra bana şöyle dedi:

      “Ah Sessiz Şeyh, diğer altı kardeşin de bilgelikte, akılda ve konuşmada sana benzer mi?”

      Ben: “Asla! Onlar benim gibi değiller. Bana iftira atıyorsun yüce kumandan. Onların benle uzaktan yakından alakası yok. Onlar çok konuşurlar, nezaket fukarasıdırlar. Ayrıca hepsinin de bir sakatlığı var. Biri tek gözlü, diğeri felçli, üçüncüsü kör, dördüncüsü kulağı kesik, beşincisinin iki dudağı da kesik, altıncıysa kambur ve kötürümdür. Görmüyor musunuz yüce kumandanım! Ben az konuşan bir adamım ama onların başından geçenleri mutlaka size anlatmalıyım ki hepsinden daha değerli bir adam olduğumu anlayasınız. Her birinin sakatlıklarının başlarına nasıl geldiğine dair bir hikâye var ve bunları size anlatabilirim.” diye cevap verdim.

      Böylece halife onu dinlemeye başlamış…

      BERBERİN BİRİNCİ KARDEŞİNİN HİKÂYESİ

      “Anlatayım yüce kumandanım. İlk kardeşim El-Bukbuk, yani geveze olanı, kambur bir adamdı. Bağdat’ta çok zengin bir adamdan kiraladığı bir dükkânda terzilik yapardı. Dükkânın sahibi üst katta yaşar, alt katında ise bir un değirmeni bulunurdu. Bir gün kambur kardeşim, dikiş dikerken kafasını kaldırdığında dükkân sahibinin evinin balkonunda dışarıyı seyreden ay yüzlü bir güzel görmüş. Kardeşim ona baktığında kalbi aşkla dolmuş ve bütün gün boyunca işlerini ihmal etmiş.

      Ertesi gün dükkânını açmış, işini yapmak üzere oturmuş. Her zamanki gibi dikiş işiyle meşgul olurken pencereden dışarı bakıp o kadını görmüş ve ona olan tutkusu bir kat daha artmış. Üçüncü gün her zamanki yerinde oturup yine ona bakıyormuş fakat bu kez kadın, onun bakışını yakalamış ve kendisine âşık olduğunu anlamış. Kardeşimin yüzüne gülmüş, o da ona gülümseyerek karşılık vermiş. Sonra kadın oradan ayrılıp bir köle kızla kırmızı ipekten bir miktar kumaş yollamış. Genç kız ona yaklaşmış ve şöyle demiş:

      ‘Hanımım size selam söyledi ve ona bu kumaşlardan güzel bir elbise dikmenizi rica etti.’

      Kardeşim de: “Başüstüne!” diyerek cevap vermiş ve aynı gün içinde ona bir elbise dikmiş.

      Ertesi gün kız tekrar gelmiş ve ona: ‘Hanımım size selam söyledi ve dün geceyi nasıl geçirdiğinizi sormamı istedi çünkü kendisi sizin aşkınızdan bir saniye bile uyumamış.’ demiş.

      Sonra kardeşime sarı satenden bir miktar kumaş verip şöyle devam etmiş:

      ‘Hanımefendi bugün yetişmek üzere kendisine iki parça iç etekliği dikmenizi söyledi.’

      ‘Başım üstüne!’ diye cevaplamış kardeşim. ‘Ona benden bol bol selam söyleyin ve deyin ki: Köleniz emrinize amade, ona istediğinizi buyurabilirsiniz.’

      Sonra kendini işine vermiş ve çok çalışarak iç etekliğini dikmiş. Bir saat kadar sonra kadın pencerede görünmüş ve onu başıyla selamlamış. Gözleri kendisine baktığından ve yüzüne gülümsediğinden kardeşim, yakında kadının gönlünü fethedeceğinden eminmiş. İki parça iç etekliği dikmeyi bitirene kadar kardeşim başka bir yere gitmemiş. Kadın köle kızı yollayarak eteklikleri aldırtmış ve kendi işine geri dönmüş.

      Gece olduğunda kardeşim kendini yer yatağına atmış ve sabah oluncaya dek bir sağa bir sola dönüp durmuş. Sabah olup dükkânına gittiğinde genç kız yanına gelip şöyle demiş:

      ‘Hanımım sizi çağırıyor.’

      Bu sözleri duyması üzerine kardeşimin büyük bir korkuya kapıldığını gören hizmetçi kız şöyle demiş: ‘Kimsenin niyeti size zarar vermek değil. Olsa olsa iyilik bekler sizi. Hanımım sizi beyefendiyle tanıştırmak istiyor.’

      Böylece kardeşim, yani terzi, büyük bir mutlulukla onların evine gitmiş. Ev sahibinin -kadının kocasının- huzuruna geldiğinde önünde yeri öpmüş. Evin beyi de onun selamına karşılık vermiş. Ona büyük miktarda keten kumaş vererek şöyle demiş:

      ‘Bana bu kumaşlardan güzel gömlekler dik.’

      ‘Emriniz başım üstüne!’

      Sonra tekrar işe koyulmuş. Kesip biçmeye ve dikmeye başlamış.

      Yirmi