fakat içinde para şeklinde kesilmiş teneke parçalarından başka bir şey olmadığını görmüş. Bunun üzerine dövünmeye ve yüksek sesle ağlamaya başlamış. Öyle ki insanlar etrafında toplanmış. Kardeşim kalabalığa başından geçenleri anlatmış, onlar da çok şaşırmış. Bir süre sonra acısını içine atıp işine devam etmiş ve bir koç kesip dükkânına asmış. Etin bir kısmını kendine ayırdıktan sonra şöyle demiş:
Ah Allah’ım, şu lanet olası ihtiyar bir gelse…
Bir saat geçmemiş ki yaşlı adam elinde gümüşlerle görünmüş. Kardeşim ayağa kalkıp ona yaklaşarak şöyle bağırmış:
‘Ey Müslüman kardeşlerim! Gelin de bana yardım edin. Hikâyemi, bir de bu kötü adamdan dinleyin!’
Yaşlı adam bunu duyunca sessizce şöyle demiş:
‘Hangisini tercih edersin? Beni bırakmayı mı yoksa insanların karşısında rezil olmayı mı?’
‘Beni nasıl rezil edecekmişsin bakalım?’
‘Şöyle ki sen koyun eti diye insan eti satıyorsun.’
‘Yalan söylüyorsun adi herif!’
‘Asıl adi olan, dükkânında insan eti satan sensin. Eğer senin dediğin gibiyse param da hayatım da senindir.’
Sonra yaşlı adam yüksek sesle bağırmaya başlamış:
‘Ey insanlar! Sözlerimin doğruluğunu kanıtlamak için bu adamın dükkânına girin!’
Bir anda herkes kardeşimin dükkânına hücum etmiş ve koç, birden ölü bir adama dönüşmüş. Bunun üzerine kardeşime bağırmaya başlamışlar: ‘Seni kâfir! Seni hain!’
En yakın arkadaşları bile onu dövmeye başlamış. Şöyle bağırıyorlarmış:
‘Sen bize âdemoğullarının etini mi yediriyorsun?’
Dahası, yaşlı adam, kardeşimin suratına öyle bir vurmuş ki bir gözünü yerinden çıkarmış.
Sonra boğazı kesilmiş cesedi valiye götürmüşler. Yaşlı adam, ‘Efendim, bu adam insanları katlediyor ve etlerini koyun eti diye satıyor. Onu sana getirdik. Şimdi ayağa kalk ve Allah’ın emrini yerine getir.’ demiş.
Kardeşim kendini savunmak istemiş fakat vali onu dinlemeyi reddetmiş. Onu beş yüz sopa yemeye mahkûm etmiş. Dahası, bütün servetine el koymuş. Eğer rüşvet vererek tükettiği o servet olmasaymış onu öldürürlermiş. Sonra vali onu Bağdat’tan kovmuş. Kardeşim de riske girerek büyük bir şehre yerleşmiş ve orada ayakkabı tamirciliği yapmaya başlamış. Dükkânını açmış ve hayatını kazanmak için çalışmaya başlamış.
Bir gün kardeşim işine giderken bir at sürüsünün sesini duymuş ve bunun ne olduğunu sormuş. Ona, kralın avlanmaya çıktığını söylemişler. O da kralı görmek için beklemeye karar vermiş. Talih bu ya kral, kardeşimle göz göze gelmiş, hemen kafasını eğmiş ve şunları söylemiş:
‘Böyle bir günün fenalığından Rabb’ime sığınırım.’
Sonra atına binip maiyetiyle birlikte sarayına dönmüş, muhafızlarına kardeşimi yakalayıp dövmelerini emretmiş. Onlar da kardeşimi öldüresiye dövmüşler. Bu kötü muamelenin sebebini bilmeyen kardeşimse acınacak bir hâlde evine dönmüş.
Bir süre sonra kardeşim, kralın adamlarından birine gitmiş ve başından geçenleri anlatmış. Adam da sırtüstü yere düşünceye kadar kahkahalarla gülmüş ve şöyle demiş:
‘Ah benim kardeşim… Bilmiyor musun kral, tek gözlü adamlara bakmaya tahammül edemiyor? Hele ki sağ gözü körse onu öldürmeden içi rahat etmez.’
Bunu duyan kardeşim, çareyi o şehirden kaçmakta bulmuş. Kendisini hiç kimsenin tanımadığı bir şehre gitmiş ve bir süre orada kalmış. Başına gelen talihsizliklerden dolayı acı çekerken bir gün, bir parça gezip kendini teselli etmek istemiş. Tek başına yürürken arkadan bir at sürüsünün geldiğini duymuş ve kendi kendine şöyle demiş: Allah beni cezalandırıyor.
Her ne kadar saklanacak bir yer aradıysa da bulamamış. Nihayet kapalı bir kapı görmüş ve kapıyı kuvvetle itmiş. İçeri girip saklanacak bir yer aramaya koyulmuş. Kapı uzun bir koridora açılıyormuş, tam orada saklanacakmış ki iki adam onu yakalayarak şöyle demiş:
‘Üç gecedir uykumuzu da rahatımızı da bozuyorsun. Bizleri büyük sıkıntıya soktun!’
Kardeşim, ‘Sizi rahatsız eden ne?’ diye sormuş.
Onlar da ‘Karanlıkta bekleyip bizi korkutan ve paramızı çalan sensin ve bizi rezil edip hilelerinle evin efendisinin boğazını kesmeyi planlıyorsun. Sen ve arkadaşlarının onu dilenmeye mecbur etmesi yetmedi mi? Hadi bakalım, şimdi her gece bizi korkuttuğun bıçağını ver.’
Sonra üzerini aramışlar ve ayakkabı derilerini kesmek için kullandığı bıçağı bulmuşlar. Bunun üzerine kardeşim, ‘Ey insanlar, Allah’tan korkun ve bana kötülük etmeyin. Bilin ki benim de oldukça ilginç bir hikâyem var.’ demiş.
‘Peki senin hikâyen nedir?’ diye sormuşlar.
Kardeşim de gitmesine izin verirler umuduyla başından geçenleri bir bir anlatmış fakat onlar, anlattıklarına kulak asmamış ve ona saygı göstermek yerine zavallıya feci bir dayak atıp kıyafetlerini yırtmışlar. Vücudundaki yara izlerini görünce de şöyle demişler:
‘Seni Allah’ın belası! İşte bu yara izleri suçunun delili.’ deyip onu valiye götürmüşler.
Kardeşim kendi kendine şöyle demiş:
Şimdi günahlarımın bedelini ödüyorum ve beni yüce Allah’tan başka hiç kimse kurtaramaz.
Vali kardeşime sormuş:
‘Seni hain! Cinayet işleme niyetiyle bu insanların evine giriyorsun. Ne istiyorsun onlardan?’
Kardeşim: ‘Allah aşkına efendim, söyleyeceklerimi dinleyin ve beni suçlamakta acele etmeyin.’ demiş. Fakat vali şöyle bağırmış:
‘İnsanları dilendiren bir hırsızın, kırbaç izleri taşıyan bir suçlunun sözlerine mi kulak vereceğim?’ ve devam etmiş: ‘Eğer büyük bir suç işlemeseydin seni böylesine dövmezlerdi.’
Böylece vali, ona yüz kırbaç vurulmasına karar vermiş. Sonra kardeşimi bir devenin sırtına bindirip şehrin içinde dolandırarak şöyle demişler:
‘İnsanların evlerine zorla giren birine az bile…’
Bununla da kalmamış, onu şehirden atmışlar. Kardeşim de rastgele dolanıp durmuş; ta ki ben başına gelenleri duyup onu aramaya çıkıncaya kadar. Kendisini bulduğumda bana başına gelenleri anlattı. Ben de onu gizlice şehre getirdim, yiyecek, içecek parası verdim.”
Halife dinlemeye devam etmiş…
BERBERİN BEŞİNCİ KARDEŞİNİN HİKÂYESİ
“Beşinci kardeşim El-Nashar’ın iki kulağı da kesiktir yüce kumandanım. Geceleri dilenerek eline geçen parayla yaşardı. Yaşlı babamız hastalanıp öldüğünde bize yedi yüz dirhem para bıraktı. Her birimiz payımıza düşen yüzer dirhemi aldık. Fakat bu kardeşim, parasını aldığında kafası karıştı ve parayla ne yapacağını bilemedi. Bu kafa karışıklığı devam ederken kardeşim bir tepsiye çeşitli cam eşyalar koyup satmaya karar verdi. Böylece helal para kazanabilecekti. Yüz dirhem paraya çeşitli cam eşyalar aldı, onları bir tepsiye yerleştirdi ve mallarını satmak üzere bir duvara yaslanıp tepsiyi tezgâhına yerleştirdi. Sonra da -bana anlattığı üzere- hayaller kurmaya başlamış:
Şimdi…