M. Turhan Tan

Safiye Sultan


Скачать книгу

döküyordu. Fakat şehzadenin hızla sakinleştiğini, uyur gibi bir duruma büründüğünü görünce yerinden kalktı, onun dudaklarındaki salyaları mendiliyle sildi, başını kendi dizine yatırdı, parmaklarıyla saçlarını taramaya ve cücelerle -fısıldaşır gibi- konuşmaya girişti:

      “Zavallının sarası da varmış. Biraz heyecanlanınca uğursuz illet kendini hatırlattı. Lakin merak edecek şey değil, hafif. Birazdan bir şey kalmaz, güle güle kalkar. Siz, kimseye bu gördüğünüz sahneyi söylemeyin, bana ve şehzadeye sadık kalın.”

      Doğru söylüyordu. Murat’ta -babasının gece gündüz sarhoş yaşamasından olacak- sara illeti vardı. Seyrek olmakla beraber, o illetin darbelerinden müteessir oluyordu, ızdırap çekiyordu. O gün de fazla heyecandan yahut şahlanan iştihasını tatmin edememekten, bu illet depreşivermişti. Büyük bir sır olarak saklanmasına rağmen Bafa’ya, cücelere -ilk tanışma saatleri içinde- münkeşif olmuştu.

      Bafa, dizine yatırdığı genç başın hafif surette terlediğini, yarı açık gözlerinde hayat ve şuur lemaları belirmeye başladığını, sıkılmış parmakların açılmaya yüz tuttuğunu görünce dudaklarına bir şefkat tebessümü çizdi, uyanacak hastanın sarsılmış idrakini o tebessüm içinde yıkamaya hazırlandı. Çünkü şehzadenin şu vaziyetten sıkılacağını anlıyordu, onu güler yüzle karşılayıp üzüntüden kurtarmak istiyordu.

      Doğru görüyor ve doğru seziyordu. Nitekim şehzade de uyanınca onun sezişindeki isabeti ispat etmekten geri durmadı, muzdarip ve mahcup ellerde yüzünü kapadı, “Eyvah, eyvah!” diye inlemeye koyuldu. Hastalığının böyle çarçabuk Bafa’ya mekşuf olmasından utanıyordu, ızdırap duyuyordu. Fakat Venedikli zeki kız, dudaklarını onun kulağına yaklaştırdı, sarayı değil, ölümü uzaklaştıracak bir sesle fısıldadı:

      Конец ознакомительного фрагмента.

      Текст предоставлен ООО «Литрес».

      Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.

      Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.

      1

      Hulus çakmak: Dalkavukluk etmek, yaranmaya çalışmak. (e.n.)

      2

      Bu iki hemşire hakkında bir Frenk tarihinde şu satırlar vardır: ‘‘Barbaros Hayrettin Paşa 1534 senesi yazının ilk günlerinde Akdeniz boğazından çıkıp İtalya sahillerine yelken açtı. Messina Boğazı’nda biraz oyalanarak Regyo’yu aldı. Ertesi gün Sen Losido Kalesi’ni alarak gemilerine sekiz yüz esir getirdi ve kaleyi yaktı. Çitraro Kalesi’yle limanında bulunan on sekiz kadırgayı da ateşe verdi ve oradan Napoli sahillerine doğru yoluna devam etti. İsprilonga yağma edildi. Barbaros’un bu sahillerde dolaşmaktan maksadı Fondide Vespazyo Kola’nın zevcesini ansızın ele geçirmekti. Jülya Gonzaga namında olan bu genç kadın -bütün İtalya şairlerinin güzelliğini terennüm ettikleri- Yuannadi Aragonya ismindeki güzellik kraliçesinin kardeşi olup onun da sabahati hemşiresi derecesinde ve güzellikle şöhreti kemalde olduğundan Türk sarayına revnak vermeye layık kıymetli bir avdı. Hayrettin Paşa askerlerinin karaya inmeleri çok sessiz vukuya gelmekle beraber Jülya, kendini bekleyen felaketi haber alabildi ve yalnız bir gecelik gömleğiyle örtülü olduğu hâlde bir atın üzerine atlayıp Fondi’den uzaklaştı. Bir şövalyeden başka muhafızı yoktu. Sonraları Jülya, bu adamı, o sayılı gecede birtakım sarkıntılıklarda bulunmuş yahut lüzumundan fazla şeyler görmüş olduğu için öldürtmüştür. Yuanna’nın güzelliğindeki incelik İtalya’nın en büyük şair ve ressamlarına ilham kaynağı teşkil ettiği hâlde kardeşinin güzelliği Barbaros’un bu taarruzundan dolayı şöhret bulmuştur. Yuanna’nın bugün dahi Louvre’da, Kravford’da, Oksfort’ta, Viyana’da, Roma’da birer resmi vardır ve hayret toplamaktadır.

      3

      Rikab: Büyük bir kimsenin huzuru, önü, makamı. (e.n.)

      4

      Balyos: Elçi, ara bulucu. (ç.n.)

      5

      Romanımızda Don Mikez’in rolü yoktur. Fakat bu adamın Osmanlı tarihindeki yeri çok büyüktür. Bu sebeple bir Frenk tarihinden iktibas ederek kendisini okuyucularımıza tanıtmayı gerekli gördük. O tarih şöyle diyor: “Osmanlı silahlarının ikinci defa olarak Arabistan’ı fethetmelerinden sonra Sultan Selim [Yavuz Selim değil, Sarı Selim] veliahtlığı zamanından beri arzu etmekte olduğu Kıbrıs meselesiyle uğraşmaya fırsat buldu. Ona bu işi telkin eden bir Yahudi’dir ki birkaç vezirden ziyade nüfuza, kudrete malik olmuştur. Jozef Nasi denilen bu adam Portekiz’de doğdu ve orada Don Mikez adıyla yaşadı. Görünüşte Hristiyan olan takımdandı. Kanuni Süleyman devrinde İstanbul’a geldi hem zengin hem güzel bir Yahudi kızına âşık oldu, bu münasebetle yalandan taşıdığı Hristiyan dinini bıraktı, yeniden Museviliğe girdi. Sonra kıymetli taşlar takdim etmek, ödünç para vermek, nefis şaraplar sunmak suretiyle veliaht Selim’in teveccühünü kazandı ve bu teveccühten istifade ederek veliahdı Kıbrıs’ın fethi tasavvuruna alıştırmaya başladı. Bu yolda o kadar muvaffak oldu ki bir gün fazlaca Kıbrıs şarabı içmiş olan Selim -eski dinine döneliden beri Jozef Nasi adını almış- nedimini kucaklayarak ‘Ben padişah olursam sen de Kıbrıs kıralı olacaksın!’ dedi. Sarhoşça verilen bu söze Jozef Nasi pek kıymet verdi ve hemen evine ‘Kıbrıs Kralı Jozef’ hitabesini ve Kıbrıs armasını astı.

      Selim, Kanuni Süleyman’dan sonra padişah olunca Jozef Nasi’yi servete boğdu, birçok malikâneler verdi ve nihayet onun zoruyla Kıbrıs üzerine sefer açarak adayı Venediklilerden zapt etti. Lakin Sadrazam Sokullu’nun engelliği yüzünden Jozef’i adaya kral yapamadı.”

      Şu hâle göre Venedik devlet ricalinin Don Mikez’den kuşkulanmalarını yerinde bir hareket olarak kabul etmek lazım gelir. (y.n.)

      6

      İnhina: Eğrilme, bükülme. (e.n.)

      7

      Cür’a: Bir yudumluk su. İçim, yudum. (e.n.)

      8

      Kubat Çavuş’un hikâye etmekte olduğumuz elçiliği 1566 yılının sonlarına doğru vuku bulmuş olsa gerektir. Çünkü İkinci Sultan Selim, babasının ölümü üzerine 24 Eylül 1566’da İstanbul’a gelip tahtı ve saltanatı tesellüm etmişti. Fakat Kubat Çavuş’un 1569 yılı sonunda da Venedik’e gittiğini biliyoruz. O vakit duçeye ve Venedik Cumhuriyeti’ne Osmanlı sarayının birtakım şikâyetlerini tebliğe memur edilmiş bulunuyordu ki bunların içinde Dalmaçya hududundaki sarkıntılıklar, birkaç Türk korsanına yapılan işkenceler ve Kıbrıs Adası’nın Hristiyan korsanlara sığınak yapılması birinci planda geliyordu. Kubat Çavuş, bir efendinin uşağına karşı dahi kullanmakta