Ахмет Мидхат

Vah


Скачать книгу

Bey biraz daha ehemmiyetli nazarlarını çekmek için bir tel kafeste asılı olan yumurtaları gösterip dedi ki:

      “Yumurtalar taze midir Usta Bodos? Artık ismini de öğrendik!”

      “Tazedirler efendim! Üç günlük yumurta nadirdir. Şurada bir koca karının tavukları var, fukara kadıncağız yumurtalarını satarak ekmek alır. Pek tazedirler.”

      “Elbette sende Sibir yağının da âlası bulunur.”

      “Ne demek efendim, ne demek! Yağ değil âdeta kaymaktır.”

      “Tamam! Dört yumurtayı bana yağda pişirirsen havyarlara tercih ederim.”

      “Şu kaymak gibi tulum peynirinden biraz ilave edeyim mi?”

      “Sen bilirsin Usta Bodos!”

      Bodos yumurtayı pişirip de Behçet Bey yiyinceye kadar asıl maksat olan tahkikata dair dahi söz açıldı. Behçet sordu ki:

      “Bu mahalle epeyce kibar bir mahalleye benziyor. Zira mahallenin zengin ve fakir olduğu bakkalının hâlinden malum olabilir. Mahalle fukara olsaydı senin dükkânında bu kadar nefis eşya bulunmazdı. Malum ya! Fukara kısmı eşyanın iyisine bakmaz ucuzuna bakar.

      “Evet efendim! Mahallemiz epeyce kibar ise de zamanlar acayipleşti. Alışverişler kesattır. Hep veresiye, hep veresiye, kayıt defteri doldu. Aylıklar çıkmaz ki tahsilat olsun. Lakin yirmi sekiz yıldır şunun şurasında geçinip gidiyoruz da insan onun için bırakamıyor.”

      “Mahallenin en belli başlı ahalisi kimlerdir?”

      “Şurada arka sokakta Sünuhu Paşa vardır. Beri tarafta Rağbetî Molla Efendi! Şu ön tarafta dahi Menzil Bey oturur. Bu sokakta o kadar kibar adam yoktur.”

      “Şu yeşil boyalı haneyi de iyice görüyorum.”

      “O mu? Hoca Kutbettin Efendi derler. Zengin bir adam değil ama pek mübarek bir adamdır!”

      Behçet Bey sözü yeşil boyalı haneye naklettiği zaman bakkalın yüzüne gayet dikkatle bakmıştı. Maksadı dahi o süslü hanımın bu eve girmiş olduğunu bakkal görmüş mü görmemiş mi? Bir de kendi takibi hakkında şüpheye düşmüş ise mutlaka yüzünde görülecek alametlerden bakkalın şüphesini anlamaya çalışmaktı.

      Hâlbuki Bakkal kendi işiyle meşgul olduğu sırada süslü hanımın oraya girdiğini görmemişti. Dolayısıyla Behçet Bey beklediği alametleri bakkalın yüzünde göremeyince bir kat daha rahatladı. Behçet dedi ki:

      “Hoca Kutbettin Efendi mi dedin? Ben bu ismi işittim zannediyorum.”

      “Sizler bu mahallede değilsiniz gibi anlıyorum. Buraya kiralamak için ev aramaya mı geldiniz?”

      “Onun gibi bir şey! Daha doğrusunu söyleyeyim. Ahbaptan birisinin kızını bu taraftan bir efendi istemiş de o adamın hâlini, şanını anlamak için geldim. Bu Hoca Kutbettin Efendi dahi bize damat olacak zata pek uzak değildir. Hemen akrabasından gibi bir şeydir.”

      “Akrabasından mı? Ben Hoca Kutbettin Efendi’nin akrabası olduğunu bilmiyorum. İsmi ne imiş bakalım?”

      “Raşit Bey diyorlar, kendisi daima buralarda oturmuyor ise de…”

      “Ne ise! Onu sonra öğreniriz.”

      “Ben sana tarif edersem belki tanırsın. Şimdi şu Hoca Kutbettin Efendi’ye bakalım. Bu hoca ne hocasıdır? Galiba bazı kadınlara nefes eden, bazı hastalıkları nefes ile iyileştiren hocalardan olmalı.”

      “Yok, yok! Öylelerinden değil. Bu doksan yaşında yaşlı bir adamdır. Birkaç bey, efendi sabahları gelerek ders okurlar. Arabi mi, Farisi mi diyorlar ne diyorlar? İşte onları okurlar. Hatta evinin masrafını da onlar görürler. Bugün bakarsın birisi Hoca Efendi’nin yağ çömleğini getirmiş beş okka Sibir yağı alır. Yarın bir diğeri Hoca Efendi’nin kışlık kömürünü satın almıştır. Kendisinin dahi bilmem hangi memuriyetten birkaç yüz kuruş aylığı var ki onu da aylık çıktıkça Saka Memiş Ağa gider alır getirir.”

      “Ee, bu adamın çoluğu çocuğu yok mu?”

      “Bir karı bir koca! Bir de ihtiyar Arap cariye var. Şu dünyada başka hiç kimsesi yoktur. İşte onun içindir ki Hoca Kutbettin Efendi’nin öyle Raşit Bey filan namında akrabası filanı olduğunu bilemiyorum.”

      Behçet Bey aldığı şu malumat üzerine hem yumurta tabağını ekmek içi ile silip son lokmalarını yiyordu hem de düşünüyordu. Kendi kendisine dedi ki:

      “Bundan anlaşıldığına göre uzun boylu güzel hanımın ikametgâhı burası değildir. Buraya misafir gelmiştir. O hâlde biz burada beklemeliyiz. Fakat ya hanımefendi gecikir de çıkmaz ise? Ama takibi buraya kadar getirip de bırakıp gidecek olursak hiçbir işe yaramaz. Mutlaka burada bekleyip yine arkasına düşmeli.”

      Usta Bodos yumurtanın iyi olup olmadığına dair birtakım sualler sorarak Behçet Bey dahi pek iyi olduğuna dair cevaplar veriyor idiyse de zihni daima yeşil boyalı ev ve uzun boylu hanım ile meşguldü. Bakkala verdiği cevaplar yalnız dudaklarından gelişigüzel dökülüveren kelimelerden ibarettiler. Behçet Bey düşüncesinin arkasını kesmeyerek kendi kendisine dedi ki:

      “Arkasına düşmeli ama ya hanım akşama kadar çıkmazsa? Ya akşam dahi çıkmayıp da burada kalırsa? Hem ben burada öyle akşamlara kadar nasıl zaman geçirebilirim? İşte Hoca Kutbettin Efendi’nin akrabasından Raşit Bey yalanını uydurduk da onu bile Usta Bodos’a yutturamadık. Birkaç yalanımızı daha yakalayacak olursa herif bizden şüphelenip ihtimal ki beni zaptiyeye bile verir. Öyle ya! Böyle kırk yıllık mahalle bakkalı, mahallenin temel taşı sayılır. Herkes işlerine güçlerine gittikleri zaman mahallenin muhafazası, mahalle bakkalına, mahalle kahvecisine, mahalle sakasına filana kalır. Benim gibi bir adamın böyle yerlerde işsiz güçsüz dolaşması ve ağzından izahı mümkün olmayan yalanlar dökmesi her hâlde şüpheye sebep olur.”

      Gerçi Behçet Efendi’nin şu düşündükleri pek doğru idiyse de bir kere yakasını meraka kaptırmış olduğu hâlde bu gibi düşünceler ile başladığı işten dönüşü mümkün olabilir mi?

      Böyle bir hâlde mâniler arttıkça insanın tedbirleri dahi artar. Her zorluğa bir çare bulmak için beynini de patlatır.

      Behçet Efendi işte aynen bu hâle gelmişti. Dolayısıyla kahvesini kahvehanede içme kararından vazgeçerek Usta Bodos’a bir sade kahve ısmarlamasını emir ile kendisi mülahazalarına devam etti.

      Usta Bodos, kahve emrini aldığı zaman demişti ki:

      “Keyif ehli olduğunuzu şimdi anladım. Böyle şerbet gibi Sibir yağında pişmiş misk gibi taze yumurta üzerine tam da sade kahve yarar. Yemek üzerine şekerli kahve içenlere de keyif ehli mi derim! Onlar zevklerini bilmezler.”

      Behçet Bey ise Usta Bodos’un şu iltifatlarına hiç kulak asmayarak kendi kendisine diyordu ki:

      “Şimdi bunun çaresini mi istersin? Bunun çaresi ne olabilir? Hoca Kutbettin Efendi yalnız bir karı, bir koca, bir de Arap cariyeden ibaret olduğu hâlde uzun boylu hanım bunların hiçbir şeyi olamaz. Hoca Efendi eğer üfürükçülerden olsaydı başka manalara da zihin gider idiyse de öyle değilmiş. Ders hocası imiş, herhâlde demek oluyor ki uzun boylu hanım buraya misafir geldi. Mademki Üsküdar’dan geldi yine Üsküdar’a gidecektir. Hem de yolu yine bu geldiği yoldur. O hâlde Fındıklı’ya inerim. Bir kahveye oturup bekler, ne zaman yokuştan inerse ben de arkasına düşüp Üsküdar’a mı gidecek nereye gidecek ise arkasından giderim.”

      DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

      TAKİPTE DEVAM VE İNAT

      Usta Bodos ile hesaplarını gördükten sonra Behçet Bey verdiği karar gereğince Fındıklı’ya indi. Yokuştan inenleri görebilecek