Ахмет Мидхат

Vah


Скачать книгу

hem pek süslü olduğu hâlde hem de pek serbest bir şey olduğundan cebinden zarif bir sigara muhafazası çıkarıp bir sigara yakarak püfür püfür içmeye başladı ise de yüzünü deniz tarafına çevirmişti. Böylece denizin dalgaları ile eğlenmekte olduğu cihetle şu vaziyetini beğenemeyen Behçet, artık başka türlü üzüntüsünü teskin etmeye yol bulamadı. Kadınların sigaraya alışmaları ve hele bazı serbestçe olanlarının böyle vapurlarda dahi sigara içmeleri ne kadar fena bir şey olduğunu içinden düşünmeye başladı.

      Behçet Bey bu mülahazasını bitirinceye ve hanım dahi sigarasını tamamen içinceye kadar vapur da Üsküdar iskelesine vardı.

      Behçet’in hepsinden önce kendisini dışarıya atacağına şüphe mi edilir? Sebebi ise hanım arabasını tutar tutmaz o dahi bir araba veyahut bir beygir tedarik edebilmek imkânını bulmaktan ibaretti.

      Uzun boylu hanım yine tüm dikkatleri kendisine çektiği hâlde vapurdan çıktı. Fakat arabacılar tarafına yönelmedi. Vapur iskelesinden Şemsi Paşa tarafına giden yolu tuttu. Hep sabahki aheste yürüyüşü ile ilerleyerek bir hayli gittikten sonra sağa sola bir hayli sokaklara dahi bükülerek nihayet bir kapının önünde durdu.

      Bu kapı, ev veya konak gibi bir kapı değildi. Uzunca bahçe duvarına asılmış bir kapıydı. Üzerinde bir de ip ucu görülüyordu ki bir çıngırak ipi olacağına şüphe de yoktur.

      Gerçi hanım ipi çekti. İçeride uzaktan uzağa bir çıngırak sesi işitildi. Onu müteakip takunya giymiş iki ayağın koşa koşa geldikleri ona mahsus olan patırtıdan anlaşıldı.

      Kapı açıldığı zaman bir Arap cariyenin yüzü görüldü ki bu hâlde Behçet Bey için bir hüküm vermeye medar olacak şey ancak bu cariyenin yüzüydü. Behçet gözlerinin olanca kuvvetini toplayarak Arap’ın yüzünü tetkike başladı.

      Gerçi Arap’ın yüzünde bir neşe görüldü ise de bu neşe bir misafiri karşılayan yüzlerde görülen bir sevince pek benzemiyordu. Misafir karşılansa “Maşallah! Buyurunuz! Sefa geldiniz efendim.” gibi sözlerin daha kapı dibinde söyleneceği ve hatta etek dahi öpüleceği malum iken Arap’ta bu gibi hareketler görülmedi. Yalnız gelen zatın gelişinden pek memnun olduğuna delalet eden bir neşe görüldü.

      Behçet Bey kendi kendisine dedi ki:

      “Tamam! Hanım buraya misafir olarak gelmedi, mutlaka kendi hanesi burasıdır. Fakat iskeleden buraya kadar birçok sokaklara sapmış olduğumuzdan acaba bir daha gelecek olursam bu kapıyı bulabilir miyim? Bunun çaresi buradan iskeleye kadar olan sokakların şöyle müsvedde yollu olsun haritasını almaktır.”

      Böyle diyerek cebinden derhâl bir kurşun kalem çıkardı. Yanında başka kâğıt dahi bulunmadığı cihetle sigara kâğıdının kabı üzerine haritasını çizmeye başladı. Hem yürüyor hem sokakları işaret ederek asıl kendisine lazım olan sokağı açık bıraktığı hâlde sağda solda görülen diğer sokakları birer çizgi ile işaretliyordu. Bununla beraber haritanın işaretlerine bir kat daha kuvvet vermek için bazı dikkate şayan olan evleri renkleriyle beraber çiziyor ve çeşme gibi şeylerin dahi harita üzerinde mevkilerini tayin ediyordu.

      Ömründe hemen ilk mühendisliği olmak üzere icra ettiği şu matematiksel hesap ile Behçet Bey iskeleye kadar geldi ise de artık akşam olmuş sular kararmış olduğu ve kendisi de Boğaziçi’nde oturduğu cihetle evine gitmek için vapurlardan değil; kayıklardan bile ümitsizliğe düşmüştü.

      Şimdi ne yapsın? Üsküdar’da öyle muntazam otel falan da yok ki!

      Mevsimin yaz olması ve gün dahi pazar bulunması hasebiyle aklına Bağlarbaşı geldi. Kendi kendisine dedi ki:

      “Pazar akşamları Bağlarbaşı’nda şenlik olur. Oraya kadar giderim. Zaruri ve mecburi bir eğlenti yaparım. Ama orada dahi yatacak bir yer bulunmazsa bu geceyi dahi sabaha kadar uyanık geçiririm. Zaten geceler kaç saat ki? Onun da bir büyük kısmı tiyatro, gazino falan eğlenceleriyle geçer; birkaç saati de nasıl olsa geçirebilirim. Hatta Çamlıca’ya doğru aheste aheste bir gezinti yapsam bile sabahı ederim. Bahusus ki Çamlıca’dan güneşin doğuşunu seyretmek dahi haylice safalı olur.”

      Gerçi bu karar en akıllıca bir karardı. Verdiği kararı icra için Behçet Bey derhâl bir beygir kiraladı.

      Beygire binip de bir sigara yaktığı zaman hatırına yine uzun boylu hanım gelerek kendi kendisine dedi ki:

      “Ee!.. Uzun boylu hanım! Gerçi güzelsin. Hem de pek güzelsin! Lakin şimdiye kadar seni benim şu mecnunca takibim gibi bir suretle takip eden bulundu mu? Bunu hiç tahmin edemem. Ya bizim bu kadar zahmetler boşuna mı gidecekler? Bunu da tahmin etmem. Daha doğrusu tahmin etmek istemem. Ne ise şimdilik evinizi öğrendik. Haydi, bu gece dahi Bağlarbaşı’nda uykusuz falansız geçsin. Elbette bir zaman gelir ki ben sana bu çektiklerimi söylerim de ya merhamet ederek bana acırsın veyahut divaneliğime kahkahalarla gülersin!”

      BEŞİNCİ BÖLÜM

      BEHÇET BEY VE NECATİ EFENDİ

      Hikâyemizi teşkil eden asıl şahıslar ile biraz tanışalım:

      Behçet Bey dediğimiz zat yirmi altı yirmi yedi yaşlarında bir delikanlıdır.

      Boyu orta, vücudu nahif tabir edilen vücutlardan biraz daha hâllice! Elleri, ayakları oldukça küçük ve güzel!

      Yüze gelince: Sarıca benzi ilk bakışta, güzelliğiyle pek de dikkat çekemez ise de gayet koyu mavi ve ayrıca gözlerinin bakışları pek tatlıdır. Ağız, burun dahi güzelce resmedilmiştir. Dudaklarını süsleyen açık kumral bıyıkları ise pek çok bıyık meraklılarını gıptaya düçar edebilecek kadar güzelcedir.

      Bu zat “şık” umumi unvanı altında sayılabilecek gençlerden ise de onlar arasında görülen bazı cicili beylere benzemez. Şıklar dahi kendi aralarında iki kısma ayrılırlar. Bir kısmı asıl şık denilen telli bebekler oldukları hâlde diğer kısmı kendilerine “centilmen” süsünü verirler ki bunlar güya babaca bir surette süslenirler.

      Onların ne suretle giyinip süslendiklerini tarif için fazla tafsilata ihtiyaç yoktur. Temiz giyinir, kuşanır ve kendi hâlinde gezen zevatla bir de moda gazetelerinin çizimleriyle canlandırdıkları şıklar göz önüne getirilip ve bunların daha normal olanları zihinlerde canlandırılırsa, işte bu centilmenin şekli ve şemaili ortaya çıkmış olur.

      Behçet Bey, Mektebi Sultanide tahsilini yaptığı cihetle Fransız lisanına aşina olduktan başka birtakım fennî ilimlerden dahi mesafe kat etmiştir. Şu kadar var ki Mektebi Sultanide tahsilini tamamlayan sair talebeler gibi onun dahi Osmanlıcası kıttır.

      Zaten şık ve centilmen geçinenler için Türkçenin biraz kıt olması da başkaca bir süs yerine geçmez mi?

      Bunlardan pek çoklarını gördük ki ahbapları arasında en çok kullanılan “teklif ve tekellüf” tabirlerinin Türkçesini bilemeyerek veyahut bilmezlikten gelerek “Şey… of!.. Türkçe nasıl derlerdi?..” diye arandıktan, tarandıktan sonra nihayet Fransızca “façon” tabirini kullanarak kendilerini muvaffak saymışlardır.

      Fakat sözün doğrusunu söyleyelim ki bizim Behçet Bey bu derecelerde şık ve centilmen değildi. Bilmediği şeyi gizlemeden söyler ve itiraf ederdi. Bu tarz davranışlardan da pek hoşlanmazdı.

      Ahlak cihetinde dahi Behçet Bey epeyce medih ve sitayişe şayan bir adam görülür.

      Gerçi ahlakça hiçbir noksanı olamamak derecesindeki mükemmeliyet hiçbir insana verilmemiş ise de insanların iyilik ve kötülükleri karşılaştırıldığında Behçet Bey’in iyilikleri ve ahlaki yönleri daha galip gelebilirdi.

      Bu zamanda içkisiz delikanlı ne kadar nadir bulunur. Dolaysıyla şıklar içinde içkiyi aşırı kullananlar ise ters orantılıdır ve bu ölçüye