Ахмет Мидхат

Vah


Скачать книгу

gibi zayıf göğüslü mahlukları değil; en kuvvetli erkekleri bile dumanı ile öksürtür. Bizim iyi tütünlerin güzel kokuları ise bilakis burunlara zevk verir. Hatta buralara gelen Avrupalı kadınların bile birtakımı bizim tütünleri içmeye alışırlar.

      Şıklar ve centilmenler kumar oyununu pek ziyade şıklıktan saydıkları cihetle hemen hemen hanedanlarının servetlerini bitirmek uğrunda batırdıkları hâlde bizim Behçet Bey bu konuda dahi müstesnadır.

      Kendisini sair şıkların tenkit dillerinden kurtarmanın da yolunu bulmuştu. Zira şıklar güya kâr ve kazanç için değil; başka türlü zaman geçiremedikleri için kumara döküldüklerinden Behçet Bey bunlara mukabil der ki:

      “Paramı kaybetmek korkusundan değil sadece oynamaktan üşendiğim için oynamayı sevmem. Benim için kulüplerde olsun, evimde olsun zamanı öldürmenin -alafranga tabiridir- en güzel sureti kitap okumaktır.”

      Gerçi Behçet’in kitap okumasına verdiği yeni ehemmiyet dahi en ziyade övmeye şayan hâllerdendir. Buna da bir şıklık sureti vermek için ekseriya Avrupa’nın en son çıkan kitaplarını tedarik edip okuyarak şıkların meclisinde “Şöyle bir kitap çıkmış! Gözünüze çarptı mı?” suallerini henüz hiçbirisinin gözüne çarpmadığı cevaplarını alınca, başkalarında bulunmayan bir moda kendisinde bulunmuş gibi memnun olup bununla iftihar da ederdi.

      Behçet’in hususi hâlleri arasında en ziyade ehemmiyet verilecek şey bu zatın kadınlara olan aşırı düşkünlüğüdür. Zaten şıkların, centilmenlerin umumu için zamparalıkta ifrat etmek hepsinin alışkanlığı değil midir? Fransızlar “Beau sexe!” demezler mi? “Güzel cins” manasında olan bu tabir, kadın kısmına mahsustur. Güzelliği övme dahi centilmenliğin birinci şiarlarındandır.

      Şu kadar var ki bizim Behçet Bey, bu merakta sair emsallerinden üstündür. Zaten merakının ziyadeliği sebebiyle değil midir ki vapurda gördüğü bir kadını takip için bir gün sabahtan akşama kadar inat ettiği hâlde o geceyi de akşamdan sabaha kadar rahatsız geçirmeye razı olmuştur.

      Hem şıklarda bir hâl daha vardır. Onlar bir kadına âşık olmayı küçümserler. Kadınlara pek ziyade rağbet etmeli ama âşık olmamalı. Eğer bir kadını kendisine âşık etmek mümkün olursa bunu fevkalade bir şan sayarlar ise de kendilerinin kadına ciddi âşık olmasını saflık sayarlar.

      Hatta centilmenliğin son derecesi olmak üzere ciddi âşık olmayı bir kadın hakkındaki muhabbetini küçümseyecek olanlarla düelloya kadar da göze aldırırlar. Hikmeti? Hikmeti ne olacak? Bahis sevmemek bahsi değil. Honneur, yani onur meselesi sayıldığından honneur’u da mutlaka kan ile temizlemeli imiş!

      Bereket versin ki centilmenliğin bu derecesi bizde pek de geçerli değil; Avrupa’ya mahsus bir hâldir.

      Behçet Bey on dokuz yaşında Mektebi Sultaniden çıkarak yedi sekiz seneden beri gençlik sürdüğü hâlde hemen hemen yetmiş seksen kadın ile tanışıp görüşmüştür. Bunlardan birçoğu kolay ulaşılabilen kadınlardan ise de birtakımı dahi şıklarca “conquete” yani “fetih ve zafer” sayılmaya şayan şeylerdendir. Lakin en ciddi, en sürekli sevdası iki ay devam ettiği dahi nazarıdikkate alınmaya şayandır.

      Bu kadar şıpsevdi olan bir gencin uzun boylu hanım gibi ilk defa vapurda gördüğü kadına o kadar ehemmiyet vererek takip etmesini tuhaf mı karşılıyorsunuz?

      Bu hâl asıl şıpsevdilerde bulunur. Onlar sair adamların aylarca müddet zarfında elde edemeyecekleri bir irtibatı bir anda elde ederek emellerine nail olmak hususunda her gayreti göze aldırırlar. Fakat bıkıp usanmaları dahi yine bu kadar hızlı olur.

      Behçet Bey evli değildir. Zaten şık ve centilmen olmak için evli bulunmamak zaruri değil ise de pek hoş da karşılanmaz. Kendisi bayağı muteber bir familyadandır. Pederi vefat etmiştir. Vefatı sair babalar gibi oğluna borç bırakarak değil; emlak ve geliri üzerinden ayda kırk, elli lira kadar gelir bırakarak vefat etmiştir. Bir validesi vardır ki oğlu ile beraber görenler anası değil; kız kardeşi zannederler. Zira kadıncağız, merhum zevcine on üç yaşında iken varmış on beş yaşında Behçet’i doğurmuş olduğundan şimdi kırk bir, kırk iki yaşlarında varsa da kendi güzelliğini muhafazaya muvaffak olduğu cihetle otuz beş yaşında kadar bile görünmez.

      Bunların İstanbul’da Aksaray civarlarında güzel bir hanesi olduğu gibi Boğaziçi’ndeki … köyünde dahi küçük ve fakat gayet güzel bir de yalıları vardır.

      Validesinden başka Behçet’in bir de halası varsa da o kadın evli ve evi ayrı olduğundan Behçet Bey, kendi evinde veyahut mevsim hasebiyle yalnız bir validesiyle ikamet eder. Evinde kalabalık bulunmasını ne kendisi ve ne de validesi sevmediğinden hem hizmetçilik hem de vekilharçlık hizmetini görmek için bir Vanlı Ermeni, bir erkek aşçı ve haremde iki cariyeden başka bir de Petraki isminde bir Rum vardır ki konakta bulundukları zaman seyislik ve ispirlik5 hizmetlerini birlikte görür ve yalıda bulundukları zaman dahi kayıkçılık işlerini yapar.

      İşte Kazancılar Yokuşu’na kadar uzun boylu hanımı takip eden Behçet Bey böyle bir Behçet Bey’dir.

      Necati’ye gelince:

      Bu zatın hakikaten hususi hâlleri incelenmeye değer şeylerdendir.

      Kendisi otuz beş yaşından ziyade ve kırk yaşından noksan bir adamdır. Boyu kısa ve vücudu epeyce şişman olduğundan boyu bosu, endamı ile hiç de dikkat çeken birisi değildir. Ancak koyu kumral sakalı yüzüne epeyce yakışması ve siyah gözlerinin parıl parıl parlamasıyla bu adamda büyük bir zekâ bulunduğuna delalet eder.

      Burnu epeyce hürmetli ve ağzı bayağı büyük olduğundan bunları güzel bir ağız ve güzel bir burun olmak üzere tavsiyeye imkân yoktur.

      Kendisi ne zengin ve ne de fakirdir. Maliye Nezaretinde yedi sekiz yüz kuruşluk bir memuriyette bulunuyor ise de yirmi seneden beri oraya hizmet ettiği hâlde ancak maaşı bu dereceye varabilmiştir. Bundan sonrası için de maaşının artabileceğine dair bir ümidi yoktur. Şu kadar var ki Hoca Paşa taraflarında bir kâgir evi kirada olduğu gibi Galata’da dahi iki dükkânı bulunduğundan bunların da bin kuruşa yakın kiralarıyla Necati Efendi kanaatle, mesutça yaşayabiliyor.

      Bu zat bir muntazam tahsil görmemiştir. Ancak her şeyi merak etmiştir. Bu hâlde bulunan adamların ömürleri müddetince ilimle uğraşacakları malumdur. Dolayısıyla Necati Efendi hâla hangi caminin, hangi medresenin dersinin övüldüğünü görürse devama başlar. Hangi muallimin tabii ilimler konusunda pek mahirce izahlar verdiğini işitirse onunla hemen tanışıp görüşür. Matematik ilmine merakı hasebiyle mesela Vidinli Tevfik Paşa Hazretleri derecesinde bu ilmini geliştirmek için gayret sarf eder. Yine astronomi ilmindeki merakı hasebiyle müneccim Mösyö Kumbari’ye varıncaya kadar her tarafa başvurur. Ehli tasavvuf ile bulunursa mükemmel bir derviş kesilir. İlim erbabı ile bulunursa kendisinden daha istekli olmaz. Felsefi ilim erbabı ile bulunduğu zaman fevkalade filozof görünür. Her şeyi merak eder, her merakı arkasında aylarca senelerce dolaşıp bir dereceye kadar arzularına nail de olur.

      Kendisinden daha âlim bir adam görürse ona talebe olmayı bir şan sayar. Kendisinden daha cahil bir adam bulunduğu zaman ise muallimlik mertebesine varır.

      Ettiği bahislerden daima istifade olunur. Öyle cahiller gibi saçmalamaz.

      Necati Efendi’nin hâlinde bulunan bir adamın ahlakının fena olması düşünülemez. Böyle adamlara bazı kimseler “kalender” tabir ederler ise de bu tabir Necati Efendi için caiz olamaz. Necati Efendi işret etmez. Tütün bile içmez. Bu dahi tıbbi ve fizyolojik olarak okuduğu kitaplardan, onların insana ne gibi zararlar verdiğini bildiği için nefret edip uzak durur.

      Hatta evli dahi değildir. Sebebinin ne olduğunu izah edelim mi? Yunan