Ахмет Мидхат

Vah


Скачать книгу

çok vakit geçirmemeli!”

      “Anladım efendim, anladım! Çok vakit sabredemeyeğinizi anladım. Lakin Despino olmazsa ben erkekliğim ile yalnız bir başıma ne yapabilirim?”

      Petraki’nin, Behçet Bey hakkındaki şüphesinin yersiz olduğunu okuyucularımız anlamaktan geri durmazlar. Gerçi gençlere hiç de itimat caiz değilse de Behçet Bey hakkında vermiş olduğumuz malumattan bu zatın öyle ciddi bir sevda ile deli divane olacak adamlardan olmadığını anlamışlardır. Behçet’i bu işe sevk eden şey, hakikaten bir meraktan ibaret idi.

      Petraki’nin Despino diye haber verdiği kadın kendi kız kardeşi idi ki bu kadın mükemmel bir bohçacıydı. Avrupa’nın süse, modaya dair en ince işlerinden başka bizim yağlıkçı esnafının nefis eşyasına dair şeyleri dahi konaklara götürür ve hatta bazı mücevherat tellallığına kadar da varır.

      Petraki’nin Despino’ya gördüreceğini Behçet Bey’e söylediği işe bakıp da Despino’ya sair tellallıklarda dahi bulunur diye bir hüküm verilmemelidir. Bohçacı kadınların ne kadar namuslu ve sağlam olabilmeleri mümkün ise Despino da o kadar istikamet sahibi bir kadındı.

      Bahusus ki kız kardeşine havale edeceği iş, Behçet Bey’in görmüş olduğu uzun boylu hanımın kim olduğundan ve hâl ve şanı neden ibaret bulunduğundan ibaretti. Onun memuriyetinin bundan ileriye varamayacağı dahi malumdu.

      O akşam Behçet Efendi validesiyle yemek yedi. Gerçi gece biraz geç vakit yatağa girdi ve biraz da geç uyudu ise de bu hâl uzun boylu hanım için bir sevdadan ve aşk ıstırabından kaynaklanmıyordu. Bir gün sonraki salı günü Petraki, Samatya’da bulunan hanesine giderek kız kardeşine gerekli talimatı veredursun, bizim Behçet Bey Avrupa’dan son posta ile gelmiş olan bazı resimli gazetelerini almak için Tophane Bostanbaşı’nda bulunan postaneye giderek oradan dahi Beyoğlu’na çıkıp bazı mağazaları falanları ziyaret etmiş ve akşamüzeri köprüye inerek saat onu çeyrek geçe köprüden hareket eden vapura binmişti.

      Vapurda Necati Efendiye tesadüf etmesin mi?

      Necati dedi ki:

      “Ne güzel tevafuk! Hazır konuşa konuşa köye kadar gideriz.”

      “Doğrusunu istersen öyle konuşa konuşa köye kadar gidebileceğimizden şüpheliyim.”

      “Neden şüphelisin? Her zaman öyle yapmıyor muyuz?”

      “Her zamana kıyas kabul edecek bir hâlde değiliz. Sen yine birtakım felsefi konulara girişirsin. Benim de merakımı tahrik edersin. Sonra bir değil; birkaç geceyi Bağlarbaşı’nda geçirmeye mecbur oluruz.”

      “Ne oldu Allah’ı seversen, ne oldu?”

      “Ne olacak? Güzel kadınlara bakmak hikmete terstir diye verdiğin ders bana o kadar tesir etti ki o gün malum uzun boylu hanımın arkası sıra dünyayı dolaştık. İşte görüyor musun filozof efendi! Böyle hakimane nasihatler bizim gibi gençleri ıslahtan ziyade bozuyor.”

      Diye pazar günkü vakayı uzun uzadıya anlatmaya başladı ise de uzun boylu hanımın Üsküdar tarafındaki semtini haber vermekte ihtiyatlı davrandı.

      Bu ihtiyata sebep ne olduğunu pek de anlayamazsak da zannederiz ki hanımı Necati gibi ağzı gevşek bir filozofun diline düşürmemek için olmalıdır.

      Ama Necati’nin hakikaten ciddi sırları öyle her rast gelenlere söyler adamlardan olmadığını Behçet Bey kesin bilmiyordu. Bilmiyordu ama lüzumu kadar ketum olduğunu dahi bilmiyordu.

      Necati bu hikâyeyi yukarıdan aşağıya dinledikten sonra ne dese beğenirsiniz? Bir şey dedi ki o sözü Behçet Bey bile beklemiyordu.

      Necati demişti ki:

      “Ama tuhaf hikâye ha! Doğrusu ya! Şöyle bir hikâyenin esas azası arasında ben dahi bulunmak isterdim. Zaten dışında dahi değilim ya? Hakikaten bir fikir uğruna bir şeyin arkasından takip etmek kadar insanı eğlendirecek hiçbir şey olamaz.”

      Behçet Bey böyle hiçbir şekilde beklemediği bir söze mukabil dedi ki:

      “Güzel kadınların yüzlerine bile bakmaya ruhsat vermediğin hâlde bu övgüde bulunuşun, hakikaten beni hayretler içinde bırakıyor.”

      “Ama senin hikâye ettiğin şeyler içinde tecavüzkârlık gibi bir şey hissetmiyorum ki. Sen bu takip işini yalnız kendi hür iradenle icra etmişsin. Kadının ise takip olunduğundan haberi bile yok. Öyle değil mi?”

      “Ona şüphe yok! Kadının nereden haberi olacak?”

      “Tamam! Demek oluyor ki hiçbir kimseye zararı dokunmayacak olan bu gerçek olayı ile bir romanı okuyoruz veyahut bir tiyatro temaşa eyliyoruz. Zaten birtakım safsata satan romancıların hayalî şeylerini okumaktan veyahut o yolda birtakım yazarların tanzim ettikleri tiyatro oyunlarını seyretmekten ne çıkar? Böyle ciddi şeyleri temaşa edelim.”

      Yine Necati Efendi’nin dediği çıktı. Zira şu sözler ile iki arkadaş köylerine kadar konuşa konuşa geldiler. Vapur iskelesine çıktıkları zaman Necati Efendi arkadaşına veda ile hanesine döndüğü gibi Behçet Bey dahi kendisini sandal ile beklemekte olan Petraki’ye bir işaret vererek sandal yanaştığında atladığı gibi yalısına gitti.

      YEDİNCİ BÖLÜM

      SAMURKAŞ HANIM

      Aradan iki üç gün geçmişti ki bir gün Petraki’nin kız kardeşi Despino, Behçet Bey’in yalısına gelerek valide vesairesiyle zaten mevcut olan tanışıklığı hasebiyle hoş geldiğine ve sefa bulunduğuna dair sözlerden sonra Behçet Bey Efendi’nin de hatırını sormak için beyin deniz tarafında olan odasına gitmişti.

      Despino denilen kadın otuz beşten ziyadece bir kadın ise de bazı kırk yaşında bile kadınlar vardır ki kendilerine on beş yaşındaki kızlar derecesinde süs vererek hiç olmazsa yirmi beş yaşında görünürlerse de Despino bunlara kıyaslanamazdı.

      Gerçi çul giymiş, ip kuşanmış denilebilecek sefillerden dahi değildir. Sanatı hasebiyle en kibar konaklara girebilecek kadar nezafet ve süse riayet ettiği hâlde olgun tavırlarıyla kendisini âdeta elli yaşında bir kadın gibi satmaktadır. Dolayısıyla Despino’nun Behçet Beyefendi’nin odasına gitmesi yalı içinde hiçbir kimsenin nazarıdikkat ve ehemmiyetini çekmezdi.

      Şık beylerin bir özellikleri de sabahları pek ziyade tembelce davranırlar. Hele Behçet Bey gibi bütün bütün işsiz olanları, sabahları zaten uykudan geç kalktığı hâlde, giyinip kuşanmaları için dahi saatlere muhtaç olurlar. Dolayısıyla Despino geldiği zaman Behçet Bey henüz tıraşını tuvaletini bitirmiş idiyse de daha elbisesini giymeyip arkasındaki gece kıyafetiyle oturmakta bulmuştu.

      Despino hakikaten olgun bir kadın olmakla beraber ve mesleği hasebiyle şaka yapmakta dahi benzeri nadir bir kadındı. Zaten kardeşi Petraki’nin Behçet Bey ile nasıl laubalice konuştuğunu gördük ya? Öyle zeki bir adamın kız kardeşi olan ve Behçet Bey ile laubalilikte dahi kardeşinden geri kalmayan bir kadının, Behçet gibi cicili bebek vasfına şayan hoppa delikanlı ile şakaları dahi az olmazdı.

      Despino dedi ki:

      “Aman ya Rab! Yine ne kadar süs! Her gün tıraş! Her gün süs! Bu kadar gençlik güzellik, bu kadar süs ve moda ile kim bilir ne kadar yürekler yakarsınız!”

      “Yok, Despino, yok! Ben hakikaten derviş bir adamım.”

      “Hangi dervişlerden? Mevleviler gibi dönen dervişlerden mi?”

      “Sen bugün yine pek neşeli bulunuyorsun. Fakat şen ve neşeli olmak başkalarına iftira için insana hak veremez.”

      “Neden iftira edecekmişim?”

      “Dönek diyorsun ya?”

      “Dönek