isim çok! Her ne ise şimdi haber veririm. Acaba onu sevmek için hangi zavallıdan soğudunuz? İşte onun için size dönek dedim.”
“Vallahi Despino ben ne bir kadına âşık olurum ne de ondan dönerim. Bu uzun boylu… şey! Samurkaş Hanım meselesi bir başka meseledir ki sana tafsil ettiğim zaman bu işin içinde benim tamamıyla suçsuz günahsız olduğumu anlarsın. Vay canını sevdiğim. Ne de güzel isim! Samurkaş Hanım! Evet, evet! Kaşları gerçekten en güzel Rus samurlarından daha tüylü, daha latif idi. Aman ne yaptın bakalım?”
“Şimdi siz beni dinleyiniz! Ferdane Hanım’ın hanesine kadar ne surette gittiğimi size tafsil etmek lazım gelmez.”
“Ferdane Hanım mı? Bir dane Hanım!”
“Evet! Asıl ismi Ferdane Hanım imiş. Bir bohçacı kokona Despino bir hanımın konağına nasıl giderse ben dahi bohçamı koltuklayarak selamsız sepetsiz gittim. Mallarımı serdim, gösterdim ise de öyle bir hanım benim mallarıma, eşyalarıma rağbet mi eder?”
“Neden? O kadar müstağni8 ha?”
“Müstağni ne demek! O kendi malını kendi mahareti olan mahsullerini bana gösterdi ki görenler âdeta akıllarını yitirirler. Sanki insan eli değmemiş!”
“Acayip! Uzun boylu, samur kaşlı Ferdane Hanım da modacı imiş ha?”
“Hayır, efendim, hayır! Zevki için! Kadının elinde hüner var, marifet var ki!”
“Ne ise! Şimdilik maharetini imtihan edecek değiliz ya? Şu kendi hususi hâllerine dair ne öğrendin ise onu haber ver.”
“Doğrusunu isterseniz alabildiğim malumat pek azdır. Fakat hâl ve şanına, hüsnüne, cemaline iyi dikkat ettim.”
“Allah aşkına güzel mi Despino?”
“Güzel mi demek ne demek a beyim! Bu kadar konaklara girer çıkarım, bu kadar Hristiyan ve Frenk familyaları tanırım. Ben bu kadın kadar güzeli familyalarda değil; duvarlardaki resimlerde bile görmedim.”
“Etme Allah’ını seversen!”
“Neyi etmeyeyim! Medih mi etmeyeyim? Yok! Bakınız ben bir kimsenin hakkını inkâr edemem.”
“Değil a canım, öyle değil! Yani gerçek söyle diyorum.”
“Yalan söylemeye ne mecburiyetim var? Bakınız size eşkâlini tarif edeyim. Evvela boyu ne güzel olduğunu siz dahi görmüşsünüzdür.”
“Ona şüphe mi var? En evvel nazar-ı hayretimi…”
“Hem de yalnız çamaşır sırığı gibi bir boy değil. Ona mütenasip omuzlar, ona mütenasip göğüs…”
“Onlar malum a canım! Hatta baş bile o vücuda mütenasip bir suretle ne büyük ne küçük!”
“Şimdi gayet güzel ve uzun bir boyun üzerine oturtulmuş bu başa oval ve beyaz bir yüz takınız ki geniş bir alın ile yumru bir çene ve yuvarlak bir çift yanak o çeneyi teşkil etmiş oldukları gibi her biri âdeta erkeklerin bıyık tarakları ile taramaya muhtaç olacak kadar sık ve uzun kıllı bir çift kaş ve ne küçük ne büyük görülmeye imkân olmaksızın tam yüz ile mütenasip bir burun ve o burun ile yuvarlak biçimli çene arasını canlar dayanamayacak bir güzellikle ayrılmış bir çift dudak dahi bu yüzü süslerler.”
“Ne de güzel tarif ediyorsun Despino.”
“A beyim benim dilim de dönmez ki! Ne ise! Gördüğüm ve dikkat ettiğim şeyleri haber veriyorum. Ya gözler! Ya gözler! Çok güzel göz gördüm ama bunun gibilerini hiçbir hanımda görmedim. Siyah değil. Fakat ilk bakışta zannolunacak koyu mavidirler ki asıl etraflarına Allah’ın kudret elinin boyamış olduğu siyahlık o koyu mavi renge âdeta siyahımsı bir letafet verir. Bu kadar güzel olan rengi ihata eden göz akları dahi o kadar beyazdır ki onlar dahi gözlerin rengindeki parlaklığı bir kat daha arttırmaya sebep olurlar. Ya kirpikler! Ya kirpikler! Yemin etsem başım ağrımaz ki bazı kere gözlerini kapadığı zaman alt kirpikler üst kirpikler ile karışıp ve dolaşıp da gözlerini açamayacak diye insana bir korku gelir. Hele üst kirpiklerin ağırlığından dolayı üst göz kapakları layıkıyla açılamayıp düşük bir hâlde bulundukları cihetle bu kirpikler arasından insanın gözlerini kamaştırırcasına bakışları ile Ferdane Hanım âdeta daimi bir surette göz süzüyor zannolunur.”
“Yaşa, Despino, yaşa! Bu kadar tatlı tasvirlerin ile bin yaşa!”
“Dünyada bir tanecik kardeşimin başına yemin ederim ki beyim hiç de mübalağa etmiyorum. Bununla beraber acaba hayretli nazarlarınızı çeken şey yalnız gözleri midir? O ağız, o bülbül gibi söyleyen ağız! Dudakların pembeliği, dudaklarını boyayan kadınları bile mahcup bırakır. Ya dişlerin küçüklüğü? Sıklığı? Beyazlığı? Parlaklığı? Aman ya Rabbi ben şu kadınlığım ile beraber o ağzı görünce çıldırmak derecelerine vardım. ‘Ah bir parça gülse? Ah! Birkaç lakırtı ziyade söylese de o güzel ağzı, o parlak dişleri hayran hayran temaşa etsem.’ diye ona âşık olma temennisine kadar vardım.”
“Despino adi bir meraktan ibaret bulunan bendeki bir hâli çıldırasıya bir sevdaya mı dönüştürmek istiyorsun?”
“Gördüğümü söyleyeceğim beyim. Doğrusunu isterseniz Petraki bana emrinizi getirdiği zaman zihnime başka şeyler gelerek çok da memnun olmamıştım. Şimdi Ferdane Hanım’ı görmekten dolayı o kadar bahtiyarım ki bu bahtiyarlığıma sizin vesile olmanızdan dolayı kendimi size hakikaten minnettar görüyorum.”
“Ee?”
“Ağzın güzelliğini de bir tarafa bırakalım. Ya o diller, ya o sözler! Ağzında şeker çiğniyor desem pek bir teşbihte bulunmuş olurum. Bu kadar güzel söz söyleyenleri erkeklerde bile nadir bulursunuz. Ben o kadar güzel Türkçe bilemezsem de hanımın sözleri hem tatlı hem anlayışlı olduğunu sair hanımlarla ettiğim mukayese üzerine hükmedebilirim. Bakınız, bakınız, saçları unuttum. Hiç unutulmayacak olan şeyleri unuttum. Siyaha yakın o kumral saçlar ki kumrallığı ancak ışığa karşı bir nevi şeffaflığı ile görüldüğü zaman anlaşılabilir. Aman ya Rabbi, o saçları nerede bitmiş. Eğer örgülü olsalardı mutlaka eklemedir, takmadır derdim. Hâlbuki kuru kuruya tarayıp bir alafranga tarak ile ensesi hizasına toplayıvermiş. Oturduğu zaman yerlere kadar sürünen o saçlar hanımın arkasında o kadar büyük bir yığıntı peyda etmiş ki eğer saç denilen, kadın ziynetine mahsus güzelliği olmasa, bu kadar kalabalık bir yığıntıyı âdeta hiç de letafetsiz görmek derecesinde gözler dahi hata ederler.”
“Despino ben sana bir şey söyleyeyim mi? Evlenecek ve daha doğrusu kızını kocaya verecek olan bir adam kılavuzluk hizmetine seni tayin etmelidir. Fakat ben evlenmeyeceğim.”
“Siz evlenmeyeceğiniz gibi Samurkaş Hanım dahi kocaya varmayacaktır.”
“Ha gerçek! Hanımın adı Ferdane iken Samurkaş ismini güzel kaşlarına hürmeten sen mi verdin?”
“Hayır, beyim. Ben hanım ile konuşurken efendisi geldi. ‘Samur-kaş! Samurkaş’ diye hitap etti. O da ‘Lebbeyk efendim!’ diye mukabele etti. Bundan anladım ki kocası kendisine Samurkaş ismini vermiş.”
“Kocası nasıl şey?”
“Ah işte onu söyleyeceğim beyim. Asıl dikkat olunacak şey de o değil mi ya? Kocasının boyuna bosuna, endamına, kıyafetine diyecek yoktur. Fakat yüz! Aman ya Rabbi!”
“Buna da mı aman ya Rab!”
“Asıl buna aman ya Rab! Bir erkek yüzünü en evvel güzelleştiren şey sakal, bıyık olmak lazım gelirken kocası evvela bundan mahrum!..”
“Öyle ise iyi ya! Tüyü yeni çıkmış