kapandıktan sonra arkasını dönen Treville, karşısında delikanlıyı buldu. Şahit olduğu olay fikirlerinde bir miktar değişikliğe sebep olmuştu. Komutan, inatçı ziyaretçisinin ne istediğini sordu. Dartanyan isimini tekrar etti. Bir an içinde şimdiye ve geçmişe dair bildiklerini yeniden hatırlayan Treville durumu idare etti. “Kusura bakma.” dedi gülümseyerek. “Kusuruma bakma değerli hemşehrim. Seni tamamen unuttum. Ama ne yaparsın… Kumandan dediğin aile babası gibidir. Hatta bir babadan daha fazla sorumluluğu vardır. Askerler kocaman çocuklardır. Ama ben Kral’ın daha da önemlisi Kardinalin emirlerine…”
Dartanyan gülümsemekten kendini alamadı. Bu gülümseme üzerine bir aptalla muhatap olmadığını anlayan Treville konuyu değiştirerek sadede geldi.
“Babana saygım büyüktür.” dedi. “Oğlu için ne yapabilirim? Bana çabucak anlat. Zamanım bana ait değil sadece.”
“Mösyö!” dedi Dartanyan. “Tarbes’ten ayrılıp buraya gelmemdeki amacım unutmadığınız arkadaşlığınız hatırına bana bir üniforma vermenizi rica etmekti. Ancak son iki saatte şahit olduklarım bu ricanın çok büyük bir lütuf olduğunu anlamamı sağladı. Bunu hak etmediğimi düşünüyorum.”
“Gerçekten de büyük bir lütuftur.” diye cevap verdi Mösyö de Treville. “Ama ümit edebileceğinin ötesinde de değildir. Ancak majestelerinin onayı gereklidir her zaman için. Sana üzülerek söylemem gerekir ki bir kaç muharebeye girişip, muhteşem performanslar göstermeden ya da bizimkinden daha düşük başka bir birlikte iki yıl hizmet etmeden silahşor olmak mümkün değildir.”
Dartanyan konuşmadan başını eğdi. Silahşor üniformasına sahip olmanın zorluğu onu daha da arzulamasına sebebiyet vermişti.
“Ancak…” diye devam etti. Kumandan hemşehrisine kalbinden geçenleri okumak istercesine delici bir bakış atarak. “Eski dostum babanın hatırına, senin için bir şeyler yapacağım genç adam. Bearn’den topladığımız adamlar genelde pek engin olmazlar. Şehrimizden ayrıldığımdan beri durumun pek değiştiğini de sanmıyorum. Yanında çok para getirmediğini söyleme cüretinde bulunacağım.”
Dartanyan, mağrur bir havaya bürünerek, “Ben kimseden sadaka istemiyorum.” dedi kısaca.
“Çok iyi genç adam.” diye devam etti Treville. “Çok çok iyi hem de. Bu durumu bilirim. Ben de Paris’e cebimde dört ekü ile gelmiştim. Louvre’u satın alamayacağımı söyleyen herkesle de savaşmaya hazırdım.”
Dartanyan daha da mağrur bir havaya büründü. Atını satarak elde ettiği paradan dolayı Mösyö de Treville’in yaptığı başlangıçtan daha iyi bir başlangıç yapabilecekti.
“O zaman miktarı ne kadar çok olursa olsun sahip olduğun parayı idareli kullanman gerekecek. Ayrıca bir beyefendi olabilmek için kendini geliştirmen gerek. Kraliyet Akademisi’nin müdürüne bugün bir mektup yazacağım. Yarın hiçbir masraf olmadan kabul edecektir seni. Bu küçük yardımı reddetme. Çünkü bu iyi yetişmiş ve zengin beyefendilerin bile bazen istedikleri hâlde erişemedikleri bir şey. At binmeyi, kılıç kullanmayı ve dans etmeyi öğreneceksin. Zaman zaman neler yaptığını bildirmek ya da yardım istemek üzere bana gelirsin.”
Dartanyan, her ne kadar saray kaidelerine yabancı olsa da bu teklifteki ufak soğukluğu fark etti.
“Maalesef beyefendi.” dedi. “Babamın size sunmam için bana verdiği tavsiye mektubunu kaybettim. Bunun için çok üzgünüm.”
“Buna gerçekten şaşırdım.” diye cevap verdi Treville. “Böylesi bir yolculuğa gereken belgeler olmadan çıkmana şaşırdım yani. Bizim gibi fakir Bearnlülerin elinde başka ne vardır ki?”
“Elimde bir mektup vardı efendim. Tanrı’ya şükür tam da istediğim gibiydi hem de!” diye haykırdı Dartanyan. “Fakat kalleşçe çaldılar onu benden.”
Daha sonra Meung’da başından geçenleri anlattı, orada tanıdığı beyefendiyi en ufak ayrıntısına kadar, Treville’i memnun eden bir sıcaklık ve dürüstlükle tarif etti.
“Bu çok tuhaf.” dedi Mösyö de Treville bir dakika kadar düşündükten sonra. “Demek adımı yüksek sesle söyledin.”
“Evet, efendim. Bu akılsızlığı yaptım. Ama neden yapmayayım ki? Sizinki gibi bir isim bana yolculuğumda kalkan olur. Bu korumayı istiyor olmamı anlayabilirsiniz.”
Bu sözler Treville’in hoşuna gitmişti. Pohpohlanmayı o da Kral, hatta Kardinal kadar severdi. Memnuniyetini ortaya koyan tebessümü saklayamadı bile. Ne var ki bu tebessüm kısa süre sonra yok oldu. Ve konu Meung’da yaşananlara geldi.
“Söyleyin bana.” diye devam etti. “Bu adamın yanağında hafif bir yara izi var mıydı?”
“Evet.”
“Yakışıklı mıydı?”
“Evet.”
“İri yarıydı?”
“Evet.”
“Açık tenli ve kumraldı?”
“Evet, evet. Bu o! Peki bu adamı nereden tanıyorsunuz efendim? Eğer onu bir kez daha bulacak olursam ki bulacağım. Yemin ederim onu bulacağım, cehennemde olsa bile.”
“Bir kadını mı bekliyordu?” diye devam etti Treville.
“Beklediği kişiyle bir dakika kadar konuştuktan sonra derhâl oradan ayrıldı.”
“Konuşmanın konusunu biliyor musun?”
“Ona bir kutu verdi ve Londra’ya ulaşmadan açmamasını söyledi.”
“Kadın İngiliz miydi?”
“Ona ‘Milady’ diyordu.”
“O zaman bu o. Bu o olmalı!” diye homurdandı Treville. “Ben onun hâlâ Brüksel’de olduğunu zannediyordum.”
“Efendim, eğer bu adamın kim olduğunu biliyorsanız. Lütfen bana söyleyin. Nerede olduğunu da söyleyin. Sizden olan bütün ricalarımdan vazgeçerim. Hatta silahşor olma istediğimden bile vazgeçerim. Her şeyden önce intikam almak istiyorum çünkü.”
“Dikkatli ol genç adam!” diye haykırdı Treville. “Eğer yolda onun karşıdan geldiğini görürsen yolunu değiştir. Kendini böyle bir kayanın üzerine atma. Seni cam misali kırar.”
“Bu bana engel olamaz.” diye cevap verdi Dartanyan. “Eğer onu bulursam…”
“Bu arada…” dedi Treville. “Onu arama derim. Eğer sana nasihatte bulunma hakkım varsa.”
Kumandan ani bir şüpheye kapılmışçasına durakladı. Bu delikanlının adama karşı ilan ettiği – çok da muhtemel olmayan – nefret, babasının verdiği mektubu çalmış olması. Acaba bu nefretin altında yatan bir kalleşlik mi vardı. Yoksa bu genç adam Kardinal hazretlerinin mi adamıydı? Kendisine tuzak kurma amacı mı vardı acaba? Bu sözde Dartanyan, Kardinal’in evine soktuğu bir casus muydu? Acaba güvenini kazanıp kendisini mahvetmek miydi amacı? Dartanyan’ı daha bir dikkatli incelemeye koyuldu. Zeki yüzü ve sahte alçak gönüllülüğü ona pek de güven vermedi. “Gasconlu olduğunu biliyorum.” diye düşündü. “Yine de Kardinal’in adamı olması mümkün. Onu bir sınayayım hele.”
“Dostum!” dedi yavaşça. “Mektubu kaybettiğine inanıyorum ve eski bir arkadaşımın oğlu olarak seni kabul etmemdeki soğukluğu telafi etmek istiyorum. Bu yüzden sana siyasi sırlarımızdan bahsedeceğim. Kral ve Kardinal birbirlerinin en iyi dostudurlar. Görünen anlaşmazlıkları sadece aptalları kandırmak içindir. Senin gibi bir hem-şehrimin, yakışıklı bir süvarinin, cesur bir delikanlının, istikbali parlak bir adamın, birçoklarının düştüğü yanılgıya düşüp aldanmasını istemem. Emin ol ki ben bu güçlü efendilere