düşünüyorum ki size uygun bir isim bulmuşlar. Olur da maceram duyulacak olursa birliğinizin zıtlıklar üzerine inşa edilmediği de kanıtlanmış olur.”
Bu arada yanlarına yaklaşan Porthos, Athos’a el salladı. Dartanyan’ı fark ettiğinde ise çok şaşırmıştı.
Porthos, kayışını değiştirmiş, pelerinini çıkarmıştı.
“Aman, aman.” dedi. “Bu ne demek oluyor?”
“Bu benim savaşacağım beyefendi.” dedi Athos eliyle Dartanyan’a işaret edip arkadaşına selam verirken.
“Bu benim de savaşacağım kişi.” dedi Porthos.
“Ama saat birden önce değil.” diye cevap verdi Dartanyan.
“Ben de bu beyefendi ile savaşacağım.” dedi yanlarına gelen Aramis.
“Ama saat ikiden önce değil.” dedi Dartanyan aynı sakinlikle.
“Peki neden savaşıyorsunuz Athos?” diye sordu Aramis.
“İşin aslı ben de pek bilmiyorum. Omzumu incitti. Peki, sen Port-hos?”
“İşin aslı, savaşacağım için savaşacağım.” dedi kızararak.
Keskin gözleri hiçbir şeyi kaçırmayan Athos, cevap veren genç Gaskonlunun yüzündeki belli belirsiz gülümsemeyi fark etti.
“Giyimle ilgili ufak bir tartışmamız oldu.”
“Peki, sen Aramis?” dedi Athos.
“Ah, bizimki teolojik bir anlaşmazlıktı.” diye cevap verdi Aramis, Dartanyan’a düellolarının sebebini gizli tutması için işaret ederken.
Athos, Dartanyan’ın yüzünde yeni bir gülümseme fark etmişti.
“Öyle mi?” dedi.
“Evet, St. Augustine’e ait bir pasajla alakalı bir anlaşmazlığımız oldu.” dedi Gasconlu.
“Bu kesinlikle zeki bir delikanlı.” diye mırıldandı Athos.
“Ve şimdi madem toplandığınıza göre beyler…” dedi Dartanyan. “Sizden özür dilememe müsaade edin.”
Özür lafı üzerine Athos’un kaşları çatıldı, Porthos’un yüzünde kibirli bir gülümseme belirdi, Aramis olumsuz bir ifade takındı.
“Beni anlamıyorsunuz beyler.” dedi Dartanyan başını kaldırırken. “Beni affetmenizi söylüyorum. Çünkü üçünüze birden borcumu ödemem mümkün gözükmüyor. Eğer Mösyö Athos beni öldürürse bu alacağınızın değerini düşürecektir Mösyö Porthos. Size ise hiçbir şey kalmayacak Mösyö Aramis. İşte bu sebepten beyler, beni affedin. Ama sadece bu sebepten. Gardınızı alın!”
Dartanyan, bu sözler üzerine cesurca kılıcını çekti.
O sırada kan beynine sıçradığından krallığın bütün silahşorlerine de aynı şekilde kılıç çekebilirdi.
Saat on iki çeyrekti. Güneş tepede olduğundan bulundukları nokta sıcaktan kavruluyordu.
“Hava çok sıcak.” dedi kılıcını çeken Athos. “Ama ceketimi çıkaramam. Çünkü olur da kanarsam beyefendiyi kendisinin sebep olmadığı bir yaraya ait kanla rahatsız etmek istemem.”
“Bu doğru beyefendi.” diye cevap verdi Dartanyan. “İster ben sebep olayım ister başkası sebep olmuş olsun, sizin gibi yürekli bir beyefendinin kanını görmek beni rahatsız eder emin olun.”
“Hadi, hadi! Bu kadar iltifat yeter!” diye haykırdı Porthos. “Unutma, hepimiz sıramızı bekliyoruz.”
“Böyle uygunsuz durumlara eğilimi olan sensin, kendi adına konuş.” diye araya girdi Aramis. “Ben bu ikisinin söylediklerinin saygın beyefendilerin söyleyeceği türden şeyler olduğunu düşünüyorum.”
“Ne zaman isterseniz beyefendi.” dedi Athos gardını alırken.
“Emirlerinizi bekliyorum.” dedi Dartanyan kılıcını kaldırdığıda.
İki savaşçı kılıçlarını henüz kaldırmıştı ki Mösyö de Jussac komutasında bulunan Kardinal hazretlerinin adamları, manastırın köşesinden çıkageldi.
“Kardinal’in adamları!” diye haykırdı Aramis ve Porthos aynı anda. “Kılıçlarınızı saklayın beyler, kılıçlarınızı saklayın!”
Ne var ki çok geçti. İki savaşçının konumu niyetlerinin ne olduğunu çok net bir şekilde ortaya koyuyordu.”
“Hey!” diye bağıran Jussac onlara doğru yaklaşırken adamlarına işaret ederek.
“Hey silahşorler! Demek savaşıyorsunuz ha? Peki ya talimatlar ne olacak?” dedi.
“Çok cömertsiniz muhafız beyler.” dedi Athos kin dolu bir tavırla. Çünkü Jussac bir önceki gün yaşanılan çatışmaya dâhil olanlardan biriydi. “Eğer biz sizi kavga ederken görseydik emin olun hiçbir müdahalede bulunmazdık. Bizi rahat bırakın da herhangi bir masraf olmadan eğlenin azıcık.”
“Beyler!” dedi Jussac. “Bu söylediğiniz şeyin mümkün olmadığını esefle bildiririm. Vazife her şeyden öncedir. Kılıcınızı kınına sokun ve bizi takip edin.”
“Beyefendi!” dedi Aramis Jussac’ı taklit ederek. “Eğer bize bağlı olsaydı nazik davetinizi kabul etmek bize müthiş zevk verirdi. Ne var ki bu dediğiniz imkânsız. Mösyö de Treville bunu yasakladı. Hadi yolunuza gidin. En iyisi bu.”
Bu alaya öfkelenen Jussac, “O zaman zor kullanmak zorunda kalacağız demektir. Eğer itaat etmezseniz yani.” dedi.
Athos, sessizce şöyle dedi: “Onlar beş kişi, biz ise üç kişiyiz. Tekrar dayak yiyeceğiz. Muhtemelen anında öleceğim ben. Komutanın karşısına bir kez daha yenilmiş bir adam olarak çıkamam çünkü.”
Athos, Porthos ve Aramis derhâl birbirlerine yaklaştılar. Bu arada Jussac da adamlarını topluyordu.
Dartanyan, bu kısa süre içinde tarafını seçti. Bu bir adamın hayatının akışına karar veren durumlardan biriydi. Kral ya da Kardinal arasında seçim yapmalıydı. Yapacağı seçime de uymak zorundaydı. Kavga etmek yasalara karşı gelmek anlamına geliyordu. Bu da kellesinin tehlikeye girmesi, Kral’dan bile daha güçlü bir yöneticinin düşmanlığını kazanmak demekti. Bütün bunları hesaba katan delikanlı bir saniye dahi tereddüt etmeden Athos ve arkadaşlarına dönerek, “Beyler!” dedi. “Sözlerinizi düzeltmeme izin verin lütfen. Üç kişiyiz dediniz ama bence dört kişiyiz.”
“Ama sen bizden biri değilsin.” dedi Porthos.
“Evet.” dedi Dartanyan. “Üniformam yok ama ruhum var. Bende bir silahşor yüreği var. Bu da beyefendi beni harekete geçiriyor.”
“Geri çekil genç adam.” dedi Jussac, Dartanyan’ın ne yaptığını tahmin ederek. “Geri çekilebilirsin, bunu kabul ediyoruz. Kurtar kendini ve derhâl kaybol.”
Dartanyan kıpırdamadı.
“Kesinlikle cesur bir adamsın.” dedi Athos delikanlının elini sıkarken.
“Hadi, hadi, seç tarafını!” diye cevap verdi Jussac.
Porthos, Aramis’e: “Pekâlâ, bir şey yapmalıyız.” dedi.
“Beyefendi çok cesur.” dedi Athos.
Dartanyan’ın ne kadar genç olduğunu düşünen üçlü, tecrübesizliğinden korktu.
“Biri yaralı üç kişiye ilaveten bir çocuk.” dedi Athos. “Yine de dört kişi olduğumuz söylenecek.”
“Evet ama çekilirsek…” dedi Porthos.
“Evet