şekilde mendili düşürdünüz?”
“Dediğim gibi beyefendi, tekrar ediyorum, mendil benim cebimden düşmedi.”
“İşte şimdi iki kez yalan söylemiş oldunuz. Mendilin düştüğünü gördüm.”
“Demek bu ses tonuyla konuşacaksınız Gasconlu Efendi. Pekâlâ, size nasıl davranacağınızı öğreteceğim.”
“Ben de sizi ayine yollayacağım Papaz Efendi. İsterseniz kılıcınızı çekin şimdi.”
“Hayır, müsaade ederseniz değerli dostum. En azından burada olmaz. De Arguillon Oteli’nin karşısında olduğumuzu görmüyor musunuz? Burası Kardinal’in yaratıklarıyla doludur. Sizi, kellemi almak üzere onun yollamadığından nasıl emin olabilirim? Kelleme özel bir bağlılığım vardır. Omuzlarımın üzerine pek yakışıyor. Sizi öldürmek isterim, buna emin olun. Ama bunu sessiz ve rahat bir şekilde uzak bir yerde yapmak isterim. Ölümünüzle kimseye övünemeyeceğiniz bir yerde yani.”
“Peki ama çok da emin olmayın beyefendi. Size ait olan ya da olmayan mendili alın. Belki de ihtiyacınız olur.”
“Beyefendi Gaskonlu mu?” diye sordu Aramis.
“Evet, beyefendi ihtiyatlı davranıp randevu vermeyecek mi?”
“İhtiyat, beyefendi, silahşorlerin işine yaramayacak bir erdemdir. Bir din adamı için gerekli olduğunun farkındayım. Ben de geçici bir silahşor olduğumdan ihtiyatlı davranmanın önemine inanırım. Saat ikide Mösyö de Treville’in otelinde sizi bekleme şerefine erişmiş olacağım. Orada size yeri ve zamanı gösteririm.”
İki genç adam eğilerek selam verdiler. Aramis Lüksemburg’a çıkan caddeye yürüdü. Randevu saati yaklaştığı için Carmes-Deschaux Caddesi’ne doğru ilerledi. Kendi kendine, “Kesinlikle geri çekilemem. Ama en azından öldürülsem bile bir silahşor tarafından öldürülmüş olacağım.”
5
Kral’ın Silahşorleri ile Kardinal’in Muhafızları
Paris’te hiç kimseyi tanımayan Dartanyan doğruca Athos ile olan randevusunun yolunu tuttu. Rakibinin seçeceği şahitlerle yetinmeye karar vermişti. Ayrıca asıl niyeti zayıflığını belli etmeden silahşorden uygun bir şekilde özür dilemekti. Böylesi bir düellonun olası sonuçlarından çekiniyordu. Eğer ki genç ve güçlü bir adam yaralı ve zayıf bir rakiple kavga eder ve yenilirse hasmının zaferini ikiye katlar, galip gelirse kalleşlik ve yüreksizlikle suçlanırdı.
Okuyucu Dartanyan’ın sıradan bir adam olmadığını anlamıştır. Bir yandan ölümün kaçınılmaz olduğunu kendine tekrar ederken diğer yandan ölüme sessizce gitmeme kararı almıştı. Ondan daha az cesur ve ihtiyatlı birinin yapacağının aksine. Kavga edeceği adamların karakterleri üzerinde düşünmeye başladığında durumunu daha net bir şekilde idrak etti. Samimi bir şekilde özür dileyerek soylu ve ağırbaşlı karakterine hayran kaldığı Athos’un dostluğunu kazanacaktı. Kayışının hikâyesinden bahsederek Porthos’u korkutabileceğini düşünüyordu. Eğer ki öldürülmezse Porthos’u küçük düşürmekle tehdit edecekti. Kurnaz Aramis’e gelince, ondan pek korkmuyordu. Olur da oraya kadar gelebilirse onunla başa çıkabileceğine inanıyordu.
Bunlara ilaveten Dartanyan, babasının kalbine ektiği çok sayıda nasihatten kaynaklanan yenilmez kararlara sahipti. Babası, “Kral, Kardinal ve Mösyö de Treville dışında kimseye dayanma.” demişti. Böylece buluşma noktasına yürümekten ziyade uçar vaziyette gitti.
Kaybedecek zamanı olmayan düellocuların uğrak mekânı olan bu yer, etrafı çorak arazilerle kaplı penceresiz bir binanın önüydü.
Dartanyan manastırın önündeki alana ulaştığında Athos kendisini yaklaşık beş dakika boyunca beklemekteydi. Saat on ikiyi vuruyordu. Silahşor kimsenin itiraz edemeyeceği kadar dakikti.
Her ne kadar Mösyö de Treville’in doktoru tarafından yeniden pansuman yapılmış olsa da yarasından dolayı hâlâ acı çeken Athos elinde şapkasıyla bir taşın üzerine oturmuş bekliyordu.
“Beyefendi!” dedi Athos. “Tanık olarak çağırdığım iki arkadaşım henüz gelmedi. Bu duruma şaşırıyorum. Çünkü böyle yapmazlardı.”
“Benim de şahitim yok beyefendi.” dedi Dartanyan. “Çünkü Paris’e daha dün geldim ve babamın beni kendisine tavsiye ettiği Mösyö de Treville dışında kimseyi tanımıyorum. Kendisi babamın arkadaşlarından biridir.”
Bir müddet düşünen Athos sordu: “Mösyö de Treville dışında kimseyi tanımıyor musun?”
“Hayır beyefendi, sadece onu tanıyorum.”
“O zaman…” diye devam eden Athos kendi kendine konuşurcasına, “Eğer seni öldürürsem çocuk katili derler bana.”
“Ne alakası var?” diye cevap veren Dartanyan saygıyla eğildi. “Size acı çektiren bir yaranız olduğu hâlde kılıç çekme onurunu verdiniz ne de olsa.”
“Hem de ne acı… Gerçekten de çok fena canımı acıttınız, bunu söyleyebilirim. Ama sol elimle savaşacağım. Zaman zaman yaptığım bir şey bu. Size iyilik yaptığım yanılgısına kapılmayın sakın. İki elimi de çok iyi kullanırım. Üstelik bu durum sizin için bir dezavantaj olacak. Solak bir adam, hazırlıklı olmayan biri için beladır. Sizi bu durumdan daha önce haberdar etmediğime pişmanım.”
Yeniden saygıyla selam veren Dartanyan, “Gerçekten de minnettar olduğum bir nezaketiniz var beyefendi.”
“Sizi anlamıyorum.” dedi Athos her zamanki centilmen tavrıyla, “Hadi başka bir şeyden bahsedelim eğer isterseniz. Lanet olsun.
Nasıl da yaktınız canımı. Omzum yanıyor!”
Dartanyan ürkek bir şekilde, “Eğer müsaade ederseniz.” dedi.
“Ne vardı beyefendi?”
“Yaralara mucizevi bir şekilde etki eden bir merhem var elimde. Bu merhemi bana annem verdi. Kendi üzerimde de tecrübe ettim.”
“Evet?”
“Bu merhemin sizi üç günden kısa bir süre içinde iyileştireceğine eminim. Üç günün sonunda iyileşmiş olacaksınız. Sizinle bu süre sonunda karşılaşmak benim için müthiş bir onur olacak.”
Dartanyan’ın nezaketine eşlik eden bir sadelikle dile getirdiği bu sözler cesaretinden şüphe ettirmiyordu.
“Gerçekten beyefendi…” dedi Athos. “Bu beni memnun eden bir teklif. Kabul edeceğimden değil ama. Beyefendilere yakışır cinsten… Şarlman zamanının şövalyeleri de bu şekilde davranırdı. Ne var ki bu büyük imparatorun zamanında yaşamıyoruz. Kardinal’in zamanında yaşıyoruz. Üç gün sonra her ne kadar saklasak da düellomuz bilinecek ve engellenecek. Sanırım arkadaşlarım gelmeyecekler.”
“Eğer aceleniz varsa beyefendi…” dedi Dartanyan düelloyu erteleme teklifini yaparken kullandığı sade üslupla, “Ve beni derhâl öldürmek isterseniz kendinizi sıkıntıya sokmamanızı rica ederim.”
“İşte beni memnun eden bir başka söz!” diye bağırdı Athos, Dartanyan’a kibar bir baş selamı verirken. “Bu sözler yüreksiz bir adamdan gelmiş olamaz. Beyefendi, ben sizin gibi adamları severim. Olur da birbirimizi öldürmezsek sizin muhabbetinizden büyük zevk alacağım. Beyefendileri bekleyelim eğer isterseniz. Benim bolca vaktim var. Hem böylesi daha doğru. İşte biri geldi.”
Caddenin başında görünen kişi devasa Porthos’tu.
“Ne?” diye bağırdı Dartanyan. “İlk tanığın Porthos mu?”
“Evet, sakıncası mı var?”
“Kesinlikle