hiçbir şey anlamıyordu Piyer. Yine de bunların böyle olması gerektiğine yürekten inanıyordu. İşte bu duyguyla izledi kadını uslu uslu. Anna Mihailovna o sırada kapıyı açıyordu.
Arka dairelerin bulunduğu sofaya girdiler. Bir köşede prenseslerin ihtiyar uşağı oturmuş, çorap örmekteydi. Evin bu kısmına hiç girmemişti Piyer; dahası, böyle bir kısmın varlığından haberdar bile değildi..
Anna Mihailovna, arkalarından gelip onları geçen ve üzerinde sürahi bulunan bir tepsi taşıyan genç bir kıza, prenseslerin sağlığını sordu tatlı dille; sonra yanında Piyer, taş koridora yöneldi.
Koridorda soldan birinci kapı, prenseslere ayrılmış olan odalara açılmaktaydı. Biraz önceki genç kız, kapıyı kapamayı unutmuştu aceleden (Zaten her şeyin aceleyle yapıldığı bir zaman dilimini yaşamaktaydılar.). Dolayısıyla da Anna Mihailovna ile Piyer; kapının önünden geçerken Prens Vasili ile Büyük Prenses’in yan yana oturmuş konuşmakta oldukları odaya şöyle bir göz atmaktan alamadılar kendilerini.
Onları gören Prens, gizlenmek isteğiyle irade dışı bir harekette bulunarak hızla geriye doğru çekildi; prenses ise öfkeyle ayağa fırlayıp şiddetle çarparak örttü kapıyı.
Prenses bu davranışıyla her zamanki sakinliğine öylesine ters ve Prens’in yüzündeki korku da genellikle takındığı o azametli tavıra öylesine aykırı düşmekteydi ki Piyer, elinde olmaksızın duraklayıp kendisine yol göstermekte olan Anna Mihailovna’ya baktı gözlüklerinin ardından. Anna Mihailovna ise hafifçe gülümseyip içini çekmekle yetindi. Bütün bunları zaten bekliyordu sanki ve hiç şaşırmamıştı.
Piyer’in soran bakışlarına “Soyez homme, mon ami, c’est moi qui veillerai à vos intérêts…”214 diye karşılık verdi.
Sonra biraz daha hızlanarak yürümeye devam etti.
Piyer, olup bitenleri anlayamamakta; hele “çıkarları gözetmek” deyiminin ne münasebetle söylendiğini hiç mi hiç kavrayamamaktaydı. Bir tek şey vardı emin olduğu: Böyle olduğuna göre, demek ki böyle olması gerekiyordu.
Koridoru katedip Kont’un kabul salonuna bitişik olan loş bir salona çıktılar. Piyer’in ön kapıdan girdiği o görkemli odalardan biriydi bu. Ama şimdi, odanın ortasında boş bir banyo küveti durmaktaydı; zemini kaplayan halının üzerine de su dökülmüştü…
Elinde bir buhurdan, onları hiç önemsemeksizin ayaklarının ucuna basarak yürüyen bir papaz yardımcısı ile bir uşak çıktı karşılarına. Piyer, yanında Anna Mihailovna, hiç yabancısı olmadığı İtalyan tarzı iki penceresi kış bahçesine bakan ve Katerina’nın büyük bir büstü ile tam boy bir portresi bulunan kabul salonuna girdi.
Hep aynı insanlar vardı içeride. Yine aynı şekilde oturmakta ve yine fısıltıyla konuşmaktaydılar. Girenleri görünce susup yüzü ağlamaktan sararmış olan Anna Mihailovna ile onun ardından başını eğerek uslu uslu ilerleyen iri yarı Piyer’e baktılar.
Artık son dakikanın gelip çattığını belirten bir ifade belirmişti Anna Mihailovna’nın yüzünde. Nitekim salona, Petersburglu hanımlara yaraşır bir tavırla, sabahkinden daha da güvenli adımlarla girmişti. Birlikte bulunduğu insanın Kont tarafından özellikle görülmek istenen biri olmasından alıyordu bu güveni. Hiç kimsenin ona engel olma cesaretini gösteremeyeceğini gayet iyi biliyordu…
Bir bakışta gözden geçirdi salondakileri. Kont’un günahlarını çıkaran papazı görünce eğilerek değil de kendi kendine âdeta boyu küçülmüş hâlde ilerledi ve saygıyla bekledi onu kutsamasını. Birincisinin yanında duran ikinci papaz tarafından kutsandıktan sonra da “Tanrı’ya şükürler olsun!..” dedi. “İş işten geçmeden yetişebildik. Ama ailece öyle korktuk ki…”
Ardından sesini alçaltarak “Bu delikanlı, Kont’un oğludur…” diye ekledi. “Ne kadar dehşet verici anlar yaşamaktayız, ey Tanrı’m!”
Bu son sözleri söyler söylemez hekime yöneldi:
“Cher doctcur, ce jeune est le fils du comte…”215
Bir an bu açıklamanın etkisini bekler gibi durduktan sonra sordu hemen:
“Yatil de l’espoir?”216
Gözlerini ve omuzlarını hızlı bir şekilde yukarı kaldırıp ellerini yana açmıştı hekim. Anna Mihailovna da tekrarladı bu hareketi. Gözlerini âdeta yummuş hâlde bir süre bekledi, sonra içini çekti, ardından da adamın yanından uzaklaşıp Piyer’in yanına döndü. Delikanlıya karşı özellikle saygılı bir tavır takınmıştı. Hüzün ve sevgi dolu bir yakınlık duygusuyla “Ayez confiance en Sa miséricorde…”217 dedi.
Sonra divana oturup onu beklemesini işaret etti genç adama. Herkesin gözlerini dikmiş haber beklediği kapıya doğru sessizce süzüldü, yine sessizce açıp içeri girdi. Onun arkasından, hafif bir sesle kapandı kapı.
Kendisine kılavuzluk yapan Anna Mihailovna’nın bir dediğini iki etmemeye kararlı olan Piyer, Prenses’in gösterdiği divana oturmuştu. Anna Mihailovna Kont’un odasına girer girmez de kabul salonundaki herkesin ilgiyi çok aşan bir merakla kendisini tepeden tırnağa süzdüklerini fark etmişti. Gerçekten de salondakiler birbirlerine bir şeyler fısıldayarak hem korkuyu andıran bir tavır hem de yaltaklanmayı andıran bir ifadeyle, birbirlerine onu göstermekteydiler gözleriyle…
Evet, herkes ona saygı gösteriyordu ve bu, alışmadığı bir şeydi; o güne kadar böyle bir saygıyı hiç kimse göstermemişti ona. İşte, hiç tanımadığı bir hanım, papazlarla görüşürken konuşmasını yarıda kesip ayağa kalkarak yerine oturmasını teklif etmişti; sakarlıkla elinden düşürdüğü eldiveni bir yaver hemen eğilip yerden almış ve ona uzatmıştı; doktorlarsa o, yanlarından geçerken hemen saygıyla susup yol vermek için geri çekilmişlerdi…
Piyer’se ilkin; kendisine yer veren hanımı rahatsız etmemek için başka bir yere oturmak, düşürdüğü eldiveni eğilip kendi almak ve aslında katiyen onun yolu üzerinde durmayan doktorların arkasından dolanmak istemiş ama birden, nedense böyle davranmasının pek uygun düşmeyeceğini, o gece oradaki herkesin beklediği korkunç bir ayini yönetmekle görevli olduğunu, dolayısıyla da herkesin yardımını doğal karşılayıp kabul etmek zorunda bulunduğunu düşünmüştü. Nitekim hiç konuşmadan aldı yaverin elinden eldivenini, hanımın yerine oturdu, bacaklarını açıp kocaman ellerini dizlerine koyarak ve eski bir Mısır heykeli gibi masum bir poza büründü. Bütün olup bitenlerin tamamen böyle olması gerektiği için böyle olup bittiğini ve bu gece şaşırıp da saçma bir şey yapmamak istiyorsa kendi düşüncesine göre değil de ona kılavuzluk edenin isteğine göre davranmak zorunda olduğunu şimdi gayet iyi kavramaktaydı.
Aradan iki dakika geçmemişti ki sırtında üç nişanlı ceketiyle Prens Vasili girdi salona, azametli bir tavırla. Başını dimdik tutuyordu. Sabahtan bu yana zayıflamıştı sanki, gözleri her zamankinden daha büyük gibiydi… Piyer’i fark edince yaklaştı hemen, delikanlının elini tuttu ve âdeta sağlamlığını denemek istercesine aşağıya doğru çekti (Oysa o güne dek bir defa olsun böyle bir yakınlık göstermemişti genç adama.). Aceleyle konuştu:
“Courage, courage, mon ami. Il a demandé à vous voir. C’est bien…”218
Aslında konuşmayı burada kesmek ve geçip gitmek istemişti Prens Vasili. Ama Piyer, “Sağlık durumu nasıl?” diye sormak mecburiyetini hissetti.
Hiç beklenmedik bir şekilde, kekeleyerek konuşmuştu. Ölüm döşeğinde kıvranan Kont’tan nasıl