kalkmak istedi yerinden ama Prens, bileğinden tutarak ona engel oldu. Prenses o anda tüm insanlıktan umudunu kesecek derecede büyük bir hayal kırıklığına uğramış görünüyordu.
Prens Vasili, genç kadının kendisine dahi öfkeyle bakmasına aldırış etmeksizin “Bak yavrum…” dedi. “İş işten geçmedi henüz… Her şeyden önce de şu noktayı hatırlamakta yarar var: Bütün bunlar bir hastalık döneminde, bir öfke anında ve yanlışlıkla oldu; sonra da hemen unutuldu. Şimdi bizlere düşen, Kont’un bu yanlışlığını onarmaktır; bir haksızlığı ortadan kaldırarak son dakikalarında da olsa onun huzura kavuşmasını sağlamak ve birtakım insanların onun yüzünden mutsuzluğa mahkûm olduğunu düşünerek ölmesine engel olmaktır.”
Kederli bir sesle ve sayıklar gibi ekledi Prenses:
“O insanlar ki onun uğruna her şeylerini gözlerini kırpmaksızın feda ettiler!”
Katerina Semyonovna bunu söyledikten sonra kalkmak istedi yine ve Prens Vasili onu yine bırakmadı. Bunun üzerine şöyle devam etti Prenses:
“Ama o bunu hiçbir zaman takdir edemedi. Hayır, mon cousin…” İç çekerek sürdürdü konuşmasını: “Bundan böyle ölünceye kadar asla unutmayacağım bir gerçek varsa o da bu dünyada hiç kimseden mükâfat beklememek gerektiğidir. Hak ve namus yok bu dünyada, kalmamış! Bu dünyada kurnaz ve acımasız olmak gerek…”
“Voyons,205 toparla kendini, sakin ol lütfen. Senin ne kadar altın kalpli olduğunu ben bilirim!”
“Hayır, katiyen! Bundan böyle kötü yürekli biri olarak göreceksiniz hep beni…”
Prens Vasili, “Altın kalplisindir, altın!” dedi yeniden. “Dostluğuna bundan dolayı büyük değer veririm ve içtenlikle dilerim ki sen de bana karşı aynı duyguları besleyesin! Hadi, sakin ol bakayım, sakin ol şimdi biraz. Ve henüz vakit erken parlons raison!206 Ne kadar zamanımız kaldı ki? Belki bir gün, belki bir saat bile değil… Neyse neyse… Sen şimdi o vasiyetname konusunda bildiğin her şeyi anlat bana. En önemlisi de şu: Vasiyetname nerede?.. Bunu eminim ki biliyorsundur… Hemen onu yerinden alıp Kont’a göstermemiz gerekiyor. Kont’un bu vasiyetnameyi unuttuğundan ve görür görmez ortadan kaldırmak isteyeceğinden benim şahsen en ufak bir şüphem yok! Anlıyorsun değil mi? Benim biricik dileğim, onun bu isteğini kutsal bir görev olarak yerine getirmektir… Buraya yalnız bu iş için gelmiş bulunuyorum ben, gerek ona gerek sizlere yardım edebilmek için!”
“Şimdi anladım her şeyi.” dedi ıslık gibi çıkan bir sesle Prenses. “Her şeyi, evet her şeyi! Bütün bu entrikaların kaynağını adım gibi biliyorum artık! Adım gibi biliyorum!..”
“Sorun o değil yavrucuğum! Sorun başka…”
Yine kendi havasındaydı Prenses:
“Nasıl başka?” dedi. “Bal gibi biliyorum ben! Bu iş, sizin o binbir özenle kanat gerdiğiniz Anna Mihailovna’nızın, o sevgili protégée’nizin207 işi doğrudan doğruya! Konağıma hizmetçi olarak dahi kabul etmeyeceğim o adi iftiracının, o alçak kadının!..”
“Ne perdons point de temps.”208
“Yooo, öyle demeyin lütfen! Geçen kış buradaydı, bir yılan gibi sokuldu bize ve akıttı zehrini. Kont’a bizler için, hele zavallı Sofya için o kadar çirkin şeyler söyledi ki! Ağıza alınmayacak kadar iğrenç şeyler, evet… Nitekim Kont yatağa düştü sonunda ve tam iki hafta boyunca bizim yüzümüzü dahi görmek istemedi. Vasiyetname dediğiniz o pis kâğıdı da işte o vakit yazdı. Ama ben o kâğıdın hiçbir önem taşımadığını sanıyordum!”
“Nous y voilà!209 İyi, güzel ama sen neden daha önce benimle konuşmadın bu hususta?”
Prenses bu soruya cevap vermeksizin Prens’in asıl beklediği şeyi söyledi. Kendi kendine konuşur gibiydi:
“Daima yastığının altında sakladığı kakmalı bir çantası vardır, onun içinde olsa gerek kâğıt… Şimdi anlıyorum her şeyi, evet! Ve bugüne değin işlediğim en büyük günah da o sefil kadından nefret etmiş olmak olacak…”
Âdeta bağırarak söylemişti bunu Prenses, bir anda tepeden tırnağa değişmiş gibiydi. Şöyle noktaladı konuşmasını:
“Ne işi var bu evde o alçak kadının? Ama bir gün gelecek, içimden geçen bütün ne varsa hepsini yüzüne karşı söyleyeceğim!”
XIX
Kabul salonunda ve prenseslerin dairesinde bu konuşmalar yapıladursun, -kendisini konağa çağırmak üzere adam gönderilen- Piyer ile -delikanlıya eşlik etmeyi zorunlu gören- Anna Mihailovna’yı getiren araba; Kont Bezuhof’un avlusundan içeri girmekteydi. Arabanın tekerlekleri, pencerelerin altına serpilmiş samanların üzerinde hafif bir hışırtı çıkararak durunca Mihailovna, genç adama yönelteceği teselli cümlesini söylemek amacıyla ona döndü ama onun yerleştiği köşede çoktan uyumuş olduğunu gördü ve uyandırmak için lisan-ı münasiple seslendi ona.
Gözlerini açıp hemen toparlanan Piyer, Anna Mihailovna’nın ardından arabadan inerken (Ancak o zaman hatırlayabildi, ölmek üzere olan babasını son bir defa ziyarete geldiğini.) arabanın ön kapıya değil, arka kapıya yanaştığını fark etmişti. İnerken de kılık kıyafetlerinden orta sınıfa mensup oldukları anlaşılan iki kişinin, telaşla kapının önünden çekilip duvarın karanlık köşesine doğru seğirttiklerini gördü.
Bir an durup çevresine bakındı. Evin gölgesinde her iki tarafta da o iki adama benzeyen birkaç kişi daha durmaktaydı. Ama gerek Anna Mihailovna gerekse uşakla arabacı, o adamlara nedense hiç önem vermemişlerdi. Doğrusu budur herhâlde,.. diye düşündü Piyer ve Anna Mihailovna’yı izlemeye karar verip yürüdü.
Anna Mihailovna, yarı karanlık taş merdiveni çevik adımlarla tırmanmaktaydı. Arada bir de hep arkada kalan ve neden ille de Kont’u son bir defa ziyaret etmesi gerektiğini, ayrıca bu iş için neden ille de arka merdivenden çıkmak zorunda olduğunu bir türlü kestirememesine rağmen onun aceleci ama güvenli tavırlarını görüp içinden Doğrusu budur herhâlde,.. diyen Piyer’i yanına çağırıyordu.
Merdivenin ortasına gelince ellerinde kovalar olduğu hâlde çizmelerini takırdatarak aşağı inen birtakım adamlarla karşılaştılar. Piyer’le Anna Mihailovna’ya yol vermek için duvara âdeta yapışan bu adamlar, onları görünce hiç mi hiç şaşırmamışlardı.
İçlerinden rastgele birine sordu Anna Mihailovna:
“Prenseslerin dairesine buradan mı gidiliyor?”
Bundan böyle ne yapsa hoş görülecekmiş gibi korkusuzca ve gür bir sesle cevap verdi uşak:
“Buradan, evet!”
Sonra da eliyle soldaki kapıyı gösterdi:
“İşte şurası, efendim.”
Merdivenin üst başındaki sahanlığa geldiler.
“Belki de Kont beni çağırtmamıştır.” dedi Piyer. “Ne dersiniz? Kendi odama gitsem daha mı iyi olur acaba?”
Anna Mihailovna durup Piyer’in ona iyice yaklaşmasını bekledi. Sonra da tıpkı o sabah kendi oğluna yapmış olduğu gibi elini tuttu delikanlının.
“Ah, mon ami!”210 dedi. “Croyez que je souffre autant que vous, mais soyez homme!”211
Yumuşak,