içinde konuştu:
“Voyons, ma bonne Anna Mihailovna, laissez faire Catiche.227 Kont’un onu ne kadar sevdiğini bilmez değilsiniz.”
Bunun üzerine Büyük Prenses ona doğru döndü ve elinde tuttuğu çantayı göstererek “Bu kâğıtta ne yazılı bilmiyorum. Bildiğim bir şey varsa o da gerçek vasiyetnamenin çalışma odasında bulunduğudur. Öylece unutulup kalmış bir kâğıt bu çantadaki…”
Bir yandan konuşurken bir yandan da atılıp Anna Mihailovna’nın öbür tarafından geçmek istemişti Prenses ama Anna Mihailovna bunu beklediğinden onun yolunu kesmeyi başardı yeniden. Sonra da tatlı bir sesle “Biliyorum, pek değerli Prensesim.” dedi. “Bilmez olur muyum hiç? Ama inanın, sırası değil…”
Bu arada sımsıkı yakalamıştı çantayı ve kolay kolay bırakacak gibi de değildi. Sözlerinin hiçbir olumlu sonuç vermeyeceğini gayet iyi bildiği hâlde:
“Çok rica ediyorum, Sevgili Prenses, yalvarıyorum size… Ona acıyın lütfen! Je vous en conjure…”228 dedi.
Susuyordu Prenses. Şimdi artık çantayı kapmak için girişilen çekişmenin çıkardığı sesten başka hiçbir ses işitilmemekteydi. Yüz ifadesinden anlaşıldığı kadarıyla Prenses, konuşmaya başladığı takdirde, Anna Mihailovna için herhâlde pek iyi şeyler söylemeyecekti. Anna Mihailovna ise çantayı büyük bir güç harcayarak sımsıkı tuttuğu hâlde, yine de çok tatlı ve yumuşak bir sesle delikanlıya “Piyer!” dedi. “Buraya gelir misiniz lütfen yavrucuğum.”
Hemen Prens’e dönerek ekledi sonra:
“Sanırım, o da bu aile toplantısında söz sahibidir! Yanılıyor muyum Prens? Öyle değil mi?”
Cevap olarak Prenses hiç beklenmedik bir şekilde “Ne susuyorsunuz, mon cousin?”229 diye bağırdı.
Kendi sesinden korkacak kadar yüksek sesle söylemişti bunu. Ama artık işitilmek önemli değildi:
“Herkes işimize karışmak cüretinde bulunuyor! Can çekişen hastanın kapısında kavga çıkıyor! Ve siz hâlâ susuyorsunuz!”
Bunu söyledikten sonra, çantayı şiddetle çekti. Sonra da ıslık gibi bir sesle “Düzenbaz kadın!” diye fısıldadı.
Anna Mihailovna ise çantayı kaptırmamak için birkaç adım atıp Prenses’in kolunu yakalamıştı ve bırakmıyordu. Prens Vasili şaşkınlık içindeydi. Ayıpladığını gösteren bir tavırla ayağa kalkarak “Aaaa!..” dedi. “C’est ridicule.”230
Sesini biraz daha sertleştirerek devam etti:
“Voyons,231 bırakın! Size söylüyorum…”
Prenses çantayı bıraktı.
Anna Mihailovna’ya döndü Prens Vasili:
“Siz de…”
Dinlemiyordu Anna Mihailovna. Katiyen bırakmak niyetinde değildi çantayı ve susuşuyla bunu belli ediyordu.
Prens Vasili, “Bırakın diyorum size!” dedi yeniden. “Bütün sorumluluğu ben alıyorum üstüme. Gidip kendisine soracağım. Artık yeter!”
Anna Mihailovna, aynı tatlı sesle:
“Mais, mon Prince…”232 diye başladı. “Böylesine yüce ve kutsal bir törenden sonra birazcık olsun dinlenebilmesine imkân verelim, doğrusu bu değil mi? Yanılıyor muyum?”
Delikanlıya dönüp ekledi hemen:
“Ne dersiniz Piyer? Siz de düşüncenizi söyleyin lütfen!”
O sırada Büyük Prenses’in yanına gelmiş olan Piyer, kadının eski terbiyeli ifadesini tümden yitirmiş yüzüne ve Prens Vasili’nin ikide bir kasları çekilen yanaklarına şaşkın şaşkın bakıyordu. Dalgınlıktan cevap vermedi.
Prens Vasili iyice sert bir tonda:
“Şurasını unutmayınız ki bütün sonuçlardan siz sorumlu olacaksınız…” dedi. “Ne yaptığınızı elbette biliyorsunuzdur.”
Prens Vasili sözlerini henüz bitirmişti ki Büyük Prenses hiç beklenmedik bir şekilde Anna Mihailovna’nın aniden üzerine atılıp çantayı kaparak “Rezil kadın!” diye bağırdı.
Başını önüne eğip kollarını iki yana açtı Prens Vasili. O sırada Piyer’in bir süredir gözlerini ayıramadığı odanın kapısı, birdenbire korkunç bir hızla duvara çarparak açıldı. Ve böylece dışarı fırlayan Ortanca Prenses, ellerini dizlerine vurup bağırdı:
“Ne yapıyorsunuz siz? II s’en va et vous me Iaissez seule!”233
Büyük Prenses bunu işitince çantayı yere düşürdü. Anna Mihailovna hemen eğilip o müthiş tartışmaya yol açan şeyi kaptı, sonra da koşarak yatak odasına daldı.
Büyük Prenses’le Prens Vasili, çabucak toparlanıp onun ardından hızla ilerlediler.
Böylece, sessiz birkaç dakika geçti. Sonra da içeriden ilkin Büyük Prenses çıktı. Yüzü solgundu. Alt dudağını ısırıyordu durmadan. Salonda bulunanları yeni fark etmişti sanki. Öteden beri zar zor zapt edip de artık hâkim olamadığı bir öfke dalgalandı yüzünde.
“Artık sevinebilirsiniz…” dedi. “Burada el ele vererek bekleyip durmanızın nedeni bu değil miydi zaten?..”
Ve elindeki mendili hıçkırarak yüzüne kapayıp koşa koşa çıkıp gitti salondan.
Prenses’in ardından Prens Vasili de çıkmıştı. Piyer’in oturmakta olduğu divana doğru sarsıla sarsıla yürüdü. Oturmadı, çöktü divana ve elleriyle yüzünü kapadı. Yüzünün sapsarı kesildiğini, alt çenesinin de sıtma nöbeti tutmuşçasına titrediğini gördü Piyer. Sonra da Prens, delikanlıyı dirseğinden kavrayarak:
“Ah, evladım!” diye başladı konuşmaya.
Sesinde Piyer’in daha önce hiç fark etmediği bir içtenlik, ondan hiç beklemediği bir yumuşaklık vardı. Şöyle devam etti:
“Ne kadar günah işliyor, ne kadar aldatıyoruz birbirimizi! Niçin peki bütün bunlar? Neye yarıyor, nereye varıyor sonu?”
Bir an durdu ve şöyle sürdürdü konuşmasını:
“Yaşım geldi altmışa dayandı oğlum! Ve işte ben de… Ben de evet… Her şeyin sonu ölüm dostum, her şeyin! Ölüm korkunç bir şey!”
Ağlamaya başladı.
En son olarak Anna Mihailovna çıktı odadan; yumuşak, ağır adımlarla Piyer’e yaklaştı.
“Piyer.” dedi tatlı bir sesle.
Piyer bir şey sormak ister gibi gözlerini ona dikti. Ve Anna Mihailovna eğilip genç adamın alnını gözyaşlarıyla ıslatarak öptü. Kısa bir süre sessizlik içinde bekledikten sonra “II n’est plus.”234 dedi.
Delikanlı, gözlüklerinin ardından bakmaya devam ediyordu yine ona. Anna Mihailovna fısıldayarak konuştu:
“Allons, je vous rcconduirai. Tâchez de pleurer. Rien ne soulage comme les larmes.”235
Karanlık bir salona götürdü Piyer’i. Ve Piyer, burada hiç kimse yüzünü göremeyeceği için rahatladı. Anna Mihailovna bir süre için yalnız bıraktı onu. Kadın