yanı sıra, hastanın biraz önce yapılan törene uygun bir şekilde yatırılmış olduğu karyolaya yürüdü Piyer. Hasta, başını kalın yastıklara koymuş yatıyordu. Elleri, yeşil ipek yorganın üzerinde yan yanaydı ve avuçları aşağıya doğru bakıyordu… Piyer yanına yaklaşınca gözlerini ona dikti Kont. Ama bu bakışın anlamı da amacı da belli değildi. Ya hiçbir anlam taşımıyordu bu bakış ve gözleri olan herhangi bir varlığın herhangi bir şeye baktığı gibi bakıyordu sadece ya da gerçekten pek çok şey anlatıyordu.
Ne yapacağını, ne yapması gerektiğini kestiremeden durmuştu Piyer ve soran bakışlarını, o ana kadar kendisine ne yapacağını göstermiş olan Anna Mihailovna’ya çevirmişti.
Anna Mihailovna aceleyle Kont’un eline yöneltti bakışlarını, sonra da eliyle, hastanın elini öpüyormuş gibi bir işaret yaptı. Piyer, yorgana değmemek için boynunu var gücüyle gererek Prenses’in istediğini yaptı: O kalın kemikli, dolgun elin üzerinde gezdirdi dudaklarını…
Kont’un ne elinde ne de yüz kaslarında en ufak bir titreme bile görülmemişti. Piyer, bundan sonra ne yapması gerektiğini sormak ister gibi Anna Mihailovna’ya baktı yine. Kadın, gözleriyle ona karyolanın yanındaki koltuğu işaret etti. Uslu bir çocuk gibi oturmak için ilerledi Piyer; bir yandan da gözleriyle “Yanlış bir şey yapmıyorum ya?” diye soruyordu Anna Mihailovna’ya. Anna Mihailovna ise onun bu davranışını başını hafifçe sallayarak onayladı.
Eski Mısır heykellerini andırıyordu Piyer oturduğunda. Ellerini dizlerine koymuştu, bedeni tam bir simetri içindeydi, yüzünde çocuksu denebilecek kadar saf bir ifade vardı. Sanki o biçimsiz şişman vücuduyla bu kadar çok yer kapladığından ötürü salondakilerden özür dilemek istiyor ve elinden geldiğince küçülmeye çabalıyordu. Gözlerini Kont’a çevirmişti. Kont’sa Piyer biraz önce ayakta dururken yüzünün bulunduğu noktaya bakıyordu hâlâ…
Anna Mihailovna’nın yüzünde, baba ile oğul arasındaki bu son görüşmenin önemini kavramış bulunduğunu ve bundan dolayı da pek duygulandığını belirten bir ifade vardı. Ancak birkaç dakika süren bu durum, bir saat gibi gelmişti delikanlıya. İşte tam o sırada, Kont’un yüzündeki derin çizgiler ve kaslar şiddetle titremeye başladı birden. Gittikçe biraz daha güçlenen bu titreme sonunda Kont’un biçimli ağzı yana doğru kaydı (Babasının ölüme ne denli yakın olduğunu işte o vakit anladı Piyer.) ve çarpık dudaklarından belli belirsiz bir hırıltı yükseldi.
Bir telaştır başladı salonda. Anna Mihailovna; hastanın ne istediğini anlayabilmek için büyük bir dikkatle gözlerinin içine bakıyor, bir Piyer’i bir suyu işaret ediyor, Prens Vasili’nin adını fısıldıyor ya da yorganı gösteriyordu.
Hastanın bakışlarında da yüz çizgilerinde de bir sabırsızlık belirmişti bu arada ve başucundan hiç ayrılmayan uşağına bakabilmek için çabalamıştı.
Uşak, “Öbür yanına çevirmemi emrediyorlar.” diye fısıldadı.
Sonra da Kont’un hantallaşmış vücudunu duvardan yana çevirmek için kalktı yerinden.
Uşağa yardım etmek için Piyer de doğrulmuştu.
Öbür tarafına çevirdikleri sırada Kont’un bir kolu cansız gibi arkaya kıvrılıverdi, düştü ve kolunu önüne almak için çırpınmaya başladı adam. Piyer’in, cansız koluna derin bir korkuyla baktığını mı fark etmişti; yoksa artık sönmek üzere olan zihninden başka bir düşünce mi geçmişti? Bunu kestirmek imkânsızdı. Yalnız, bir o söz geçiremediği koluna bir Piyer’in korku dolu yüzüne baktı. Sonra yeniden hareketsiz koluna çevirdi gözlerini. Dudaklarında, yüz çizgilerine hiç mi hiç uymayan hafif bir gülümseyiş belirdi. İçin için alay ediyordu sanki kendi güçsüzlüğüyle!
Piyer, bu gülümseyişi görünce göğsünde bir sıkışma duydu: Genzi yanmış, gözleri dolmuştu.
Hastayı duvara doğru çevirdiler. İçini çekti Kont. Anna Mihailovna, Kont’un başında nöbet tutmak için gelmiş olan Prenses’i görünce hafif bir sesle delikanlıya seslendi:
“H est assoupi, allons!”222
Piyer salonu terk etti.
XXI
Katerina’nın portresi altında oturmuş hararetle konuşmakta olan Prens Vasili ile Büyük Prenses dışında hiç kimse kalmamıştı kabul salonunda. Piyer’i ve delikanlıya yol gösteren Anna Mihailovna’yı görünce ikisi de sustu. Ve Prenses bir şeyler sakladı (ya da Piyer’e öyle geldi), sonra da fısıldayarak konuştu:
“Bu kadını görünce tüylerim diken diken oluyor!”
Prens Vasili, Anna Mihailovna’ya “Catiche a fait donner du thé dans le petit salon.”223 dedi. “Allez, ma pauvre Anna Mihailovna, prenez quelque chose autrement vous ne suffirez pas.”224 dedi.
Piyer’e ise hiçbir şey söylememişti Prens Vasili; sadece genç adamın kolunu, omuzunun hemen altından dostça sıkmakla yetinmişti.
Piyer ve Anna Mihailovna, petit salona225 geçtiler.
Küçük, yuvarlak salonda Fransız Hekim Lorrain; üzerinde bir çay servisiyle soğuk yiyecekler bulunan masanın önünde ayakta durmakta ve incecik kulpsuz bir Çin fincanından, heyecanını gizlemeye çalışarak çay yudumlamaktaydı. Alçak sesle konuştu:
“Il n’y a rien qui restaure comme une tasse de cet excellent thé russe après une nuit Manche.”226
Kont Bezuhof’un konağında herkes, güç tazelemek amacıyla semaverin başına toplanmıştı o gece. Piyer, bu küçük salonu çok iyi hatırlıyordu. Kont’un evinde balo verildiği geceler, dans etmesini bilmeyen Piyer; bu küçük, aynalı salonda oturur ve sırtlarında balo giysileri, çıplak omuzlarında elmaslar, pırlantalarla salonu kateden hanımların hayallerini defalarca yansıtan parlak ve zengin ışıklarla aydınlatılmış aynalarda kendilerini nasıl süzdüklerini seyrederdi büyük bir zevkle…
Şimdi aynı salon sadece iki mumla aydınlatılmıştı. Vakit gece yarısı olduğu hâlde, küçük bir masanın üzerine karmakarışık bir şekilde bir çay servisiyle birtakım tabaklar konulmuştu. İçeride eğlence dışında bir amaç için buraya gelmiş çeşit çeşit insanlar oturuyor, fısıldayarak birbirleriyle konuşuyordu. Ve hiçbirinin o anda yatak odasında olup bitenleri (ve daha sonra olup bitecek olanları da) katiyen unutmayacağı her hareketlerinden, her sözlerinden belliydi.
Çok istediği hâlde hiçbir şey yemedi Piyer. Kendisini buraya getirmiş olan Anna Mihailovna’yı aradı gözleriyle, bir şey sormak istermiş gibi. Ve kadının, yeniden Prens Vasili ile Büyük Prenses’in baş başa kaldığı kabul salonuna doğru gittiğini gördü. Herhâlde gitmesi gerektiği için gidiyor diye düşündü Piyer, bir an bekledikten sonra da onun arkasından gitti. Delikanlı içeri girdiğinde iki kadın yan yana ayaktaydılar, fısıltıyla konuşuyorlardı. Tartıştıkları belliydi yüz ifadelerinden.
Gerçekten de Büyük Prenses, sinirli sinirli şöyle diyordu:
“Özür dilerim ama Prenses, neyin gerekli neyin gereksiz olduğunu ben de biliyorum herhâlde!”
Bunu söylerken tıpkı biraz önce odasının kapısını çarparak kapadığı zaman olduğu gibi aşırı gergin olduğu hemen anlaşılıyordu.
Prenses’in, Kont’un yatak odasına gitmesini engelleyecek bir şekilde durmuştu Anna Mihailovna. Yumuşak bir sesle ve inandırıcı