alamayınca kocaman ağzını sonuna kadar açmış ve birdenbire son derece çirkinleşmişti. Sonra da yine birdenbire ve nedenini bilmeden sadece Sonya ağlıyor diye, küçücük bir çocuk gibi hıçkırarak ağlamaya başladı. Sonya başını kaldırmak istedi o sırada, Nataşa’ya cevap vermek istedi ama başaramadı bunu; başaramayınca da yüzünü biraz daha yatağa gömüp sakladı.
Nataşa, kuş tüyü yatağın üzerine oturup arkadaşına sımsıkı sarılmıştı şimdi; hâlâ ağlamaktaydı. İlkin Sonya toparlandı. Doğrulup gözlerini kuruladıktan sonra olanları anlatmaya başladı:
“Nikolay sekiz gün sonra gidiyor. Hareket emrinin geldiğini kendisi söyledi bana… Ama inan… İnan ki yine de ağlamazdım ben…”
Burada bir an sustu ve avucunda sakladığı bir kâğıdı gösterdi. Nikolay’ın yazmış olduğu dizelerdi bunlar. Sarsılarak devam etti Sonya:
“Ağlamazdım, evet… Ama bilemezsin… Hiç kimse bilemez bu dünyada… Onun ne kadar… Ne kadar iyi bir insan olduğunu… Hiç kimse anlayamaz… Ne kadar pırıl pırıl bir yürek taşıdığını…”
Ve bu kez de Nikolay iyi yürekli olduğu için ağlamaya başladı:
“Senin işin kolay…” diyordu. “Sakın kıskanıyorum sanma!.. Seni de Boris’i de ne çok sevdiğimi bilmez değilsin… O da çok iyidir… Hiçbir engel yok sizin önünüzde. Ama Nikolay est nion cousin…193 Dolayısıyla da başpiskoposun izni gerekli… Aslında sadece o bile yeterli değil! Çünkü eğer annem…” Sonya, Kontes’i kendi öz annesi saymakta ve ona “annem” demekteydi. “Nikolay’ın meslek hayatını söndürdüğümü, insafsız olduğumu, nankörlük ettiğimi söyleyecek olursa… Hâlbuki…” Burada istavroz çıkardı. “Tanrı tanığım olsun! Annemi de hepinizi de o kadar çok seviyorum ki… Sadece bir Vera var… Neden ama neden?.. Ne yaptım ki ben ona?.. Bütün hepinize o kadar minnettarım ki sizler için neyim varsa feda edebilirim!.. Ama… Ama ne yazık ki elimde hiçbir şey yok!..”
Daha fazla konuşamadı genç kız ve yeniden elleriyle yüzünü örtüp başını kuş tüyü yastığa gömdü. Bu arada Nataşa yavaş yavaş durulmuş, toparlanmıştı. Şimdi yüzünde, arkadaşının üzüntüsünün derinliğini tam anlamıyla kavradığını gösteren bir ifade vardı. Sonya’nın içini kemiren gerçek derdi sezinler gibi oldu birden ve sordu:
“Dinle, Sonya… Vera yemekten sonra gelip seninle konuştu mu hiç? Saklama boşuna, konuştu değil mi? Söyle hadi!”
Ağır ağır konuşmaya başladı Sonya:
“Evet…” dedi. “Nikolay yazmıştı şiirleri. Ben de başka şiirler kopya etmiştim. Bütün hepsini masamın üzerinde bulmuş Vera. Anneme göstereceğini söyledi. Ayrıca da ‘Nankörsün!’ dedi bana! Nikolay’ın benimle evlenmesine annemin asla razı olmayacağını söyledi… Sonra da… Sonra da Nikolay’ın ancak Jülia ile evlenebileceğini, benim avucumu yalayacağımı söyledi!.. Nikolay’ın bütün gün Jülia’ya ne kadar yakın davrandığına bakılırsa haksız da sayılmaz!.. Peki ama neden bütün bunlar böyle oluyor, Nataşa? Neden ama neden?..”
Daha fazla ağlıyordu şimdi Sonya. Nataşa, arkadaşını hafifçe kendine çekerek kollarının arasına aldı ve yatıştırmaya çalıştı:
“Sakın ona inanayım deme Sonyacığım!” dedi gülümseyerek. “Deli misin sen ona inanacak kadar! Hatırla sonra; sen, ben ve Nikolay oturma odasında neler konuştuk. Akşam yemeğinden sonra yaptığımız konuşmayı söylüyorum hani?.. Her şeyin nasıl olup biteceğini tartışmış ve karara bağlamıştık, unutmadın herhâlde? Şu anda tam hatırlamıyorum neler tasarladığımızı. Ama çok iyi biliyorum ki her şey tam istediğimiz gibi olacak… Şinşin amcanın kardeşi de bir akrabasının kızıyla evli. Üstelik onlar kardeş çocuğu. Bizse kardeş çocuklarının çocuklarıyız. Boris de böyle bir şeyin pekâlâ mümkün olabileceğini söylüyor, biliyor musun? Ben ona bütün her şeyi anlattım çünkü… Bilemezsin Sonya; öylesine akıllı, öylesine iyi bir insan ki Boris, hakikaten bilemezsin!..”
Bir yandan da gülerek arkadaşını öpüyordu Nataşa. Güven verici bir içtenlikle devam etti:
“Ağlama ne olur; Sonya, biricik sevgili kardeşim benim! Canım Sonyacığım, ağlama! Vera kötü yürekli bir kızdır, bilmez misin? Bir gün elbet cezasını çekecek bütün bu yaptıklarının; hiçbiri yanına kâr kalmayacak, göreceksin. Ve yine göreceksin ki bizim için her şey düzelecek. Bunu da anneme Vera değil, doğrudan doğruya Nikolay kendisi söyleyecek! Anlıyor musun? Sonra, inan bana, Nikolay aklının ucundan bile geçirmiyor Jülia’yı…”
Arkadaşının başını öpüyordu durmadan. Sonya doğruldu nihayet. Kedi yavrusu birden canlanmış, gözleri ışıldamıştı. Neredeyse kuyruğunu sallayıp minik ayaklarını hareketlendirerek koşup zıplamaya ya da ilk bulduğu bir yumakla oynamaya başlayacaktı. Bir kedi yavrusuna yaraşan da bu değil miydi zaten?
Genç kız, saçlarını düzeltirken ve üstüne başına çekidüzen verirken bir yandan da Nataşa’ya soruyordu heyecan ve merakla:
“Gerçekten böyle mi düşünüyorsun? Ne olur, doğru söyle! Peki, yemin eder misin?”
Arkadaşının örgüsünden dışarı taşmış bir tutam saçı düzeltirken cevap verdi Nataşa:
“Yemin ederim ki doğru söylüyorum!” İkisi de keyifle kıkırdadılar.
“Şimdi artık gidip Pınar’ı söyleyebiliriz.” dedi Nataşa.
“Hadi öyleyse gidelim.”
Küçük kız son anda bir şey hatırlayarak durakladı birden, Sonya’yı da kolundan çekip durdurmuştu.
“Bak, ne diyeceğim… Hani o şişman Piyer var ya! Canım şu, yemekte karşımda oturan… Öyle matrak adam ki! Bilemezsin bugün nasıl eğlendiğimi!”
Koridorda koşmaya başlamıştı bile…
Saçlarına yapışmış tüyleri eliyle silkeledi Sonya; şiirleri, hafif çıkık göğüs kemiklerinin arasına sokup koynuna gizledi. Sonra o da Nataşa’nın ardından uçarı, şen bir hâlde koridorda koşmaya başladı. Yüzü yine kıpkırmızıydı oturma salonuna girdiğinde…
Konukların arzusu üzerine gençler, hemen bir dörtlü oluşturup herkesin bayıldığı bir şarkı olan Pınar’ı söylediler.
Ardından da Nikolay, onlara, yeni öğrenmiş olduğu bir şarkıyı okudu:
Ne güzeldir ah! Ne güzeldir, ay ışığında
Heyecandan tatlı tatlı ürpererek:
“Tanrı’nın en sevgili kuluyum artık ben,
Çünkü beni bir düşünen var.” diyebilmek…
Bir arpın tellerinde ağır ağır
Gezinen iki süt beyazı el
Coşkun bir havayla ortalığı çınlatır
Ve sarhoş eder beni çağrısıyla:
Mutlu günlere evet can ve gönülden,
Yeter ki hep yanımda kal sen!
Nikolay şarkının son dizelerini okurken salondaki gençler dansa hazırlanıyorlardı. Balkondaki yerlerini alan orkestra üyelerinin ayak tıkırtıları ve öksürük sesleri kaplamıştı salonu…
Piyer salonda oturmaktaydı. Yurt dışından henüz dönmüş bulunan Şinşin; çok geçmeden başka konukların da katıldığı, politika hakkında bir konuşmaya