Komutanı ise bu arada, Başkomutan’ın alayla ilgili olarak söyleyeceği en küçük bir sözü dahi kaçırmamak için telaş içinde onların yanı sıra seğirtmekte; zaman zaman da kendisini tutamayarak koşup birkaç adım önlerine geçmekteydi.
Kutuzof’un hemen arkasında, onun en alçak sesle bile söyleyeceği her sözün rahatça işitilebileceği bir mesafede, maiyetinden yirmi kişi ilerliyordu. Bunlar kendi aralarında konuşmakta, bazen de gülmekteydiler. Başkomutan’a en yakın yürüyen, yakışıklı yaveriydi. Prens Bolkonski’ydi bu. Onun yanında; iyi yürekliliği güler yüzünden hemen belli olan, aşırı derecede şişman ve uzun boylu kurmay arkadaşı Nesvitski yürüyordu.
Nesvitski, hemen yanı başında yürüyen esmer süvari subayının muzipliklerine gülmemek için zor tutmaktaydı kendisini. Süvari subayı gözlerindeki anlamı hiç değiştirmeden dünyanın en ciddi ifadesiyle Alay Komutanı’nın sırtına bakıyor ve onun her hareketini aynıyla tekrarlıyordu. Örneğin Alay Komutanı öne doğru eğildiğinde süvari subayı da aynı şekilde öne doğru eğilmekteydi. Nesvitski dayanamayıp kıkırdıyor, şakayı yapana bakmaları için ötekileri de dürtüyordu durmadan.
Kutuzof; en küçük davranışını dahi büyük bir dikkatle izleyip değerlendirmeye çabalayan binlerce gözün önünden, katiyen acele etmeksizin ağır ağır geçiyordu.
Üçüncü bölüğün önüne gelince durdu birden Başkomutan. Onun böyle aniden duracağını hiç tahmin etmemiş olan maiyet subayları az kalsın üzerine çullanmış gibi olacaklardı. Oysa olayın açıklaması basitti: Biraz önce o mavi kaput yüzünden azar işiten kırmızı burunlu Yüzbaşı’yı görüp tanımıştı.
Kutuzof, “Timohin!” dedi. “Sen ha!”
Timohin, Alay Komutanı kendisini paylarken vücudunu tepeden tırnağa gererek öyle dik durmuştu ki daha dik durması imkânsız gibiydi. Gelgelelim Başkomutan doğrudan doğruya ona hitap edince öyle bir gerildi ki Kutuzof biraz daha uzun süre bakacak olsa dayanamayıp devrilirdi… Başkomutan da sezinlemiş olsa gerekti bunu. Nitekim Yüzbaşı’ya hiçbir kötülük etmek niyetinde olmadığını belirtmek amacıyla sırtını çevirdi ona. Bir yara izi olan şişkin yüzünde hafif bir gülümseyiş gezindi. Sonra da “Ta İsmail zamanından tanışırız.” dedi.
Alay Komutanı’na dönerek ekledi:
“Cesur bir subaydır! Memnun musun ondan?”
Alay Komutanı, arkasındaki süvari subayının kendisini bir ayna gibi yansıttığını fark etmeksizin irkilip öne doğru bir adım atarak cevap verdi:
“Hem de pek çok, Ekselans.”
Kutuzof, gülümseyerek Yüzbaşı’dan uzaklaşırken “Hangimizin kusuru yoktur ki?” diye mırıldandı. “O da Baküs’ü biraz fazlaca sever.”
Bu işte kendisinin de bir suçu olduğunun düşünülmesinden ürkerek hiç cevap vermemeyi seçmişti Alay Komutanı. Esmer süvari subayı, karnını içine çekmiş olan kırmızı burunlu subayın yüzüne baktı sadece bir an ve adamın yüz ifadesiyle tavrını öyle kusursuz bir şekilde taklit etti ki Nesvitski yüksek sesle gülmekten kendisini alamadı. Kutuzof dönüp arkasına baktı. Ama süvari subayının, yüz çizgileri üzerinde tam bir egemenlik kurmuş olduğu görülmekteydi. Nitekim Başkomutan daha başını çevirirken subay da yüzünün ifadesini değiştirme fırsatını bulmuş ve dünyanın en ciddi, en saygılı, en masum tavrına bürünmüştü.
Üçüncü bölük en sonda yer almıştı. Bir şeyler hatırlamaya çalışıyormuş gibi durup bir an düşündü Kutuzof. Aynı anda Prens Andrey maiyet subaylarının arasından ileriye çıkıp Başkomutan’a yaklaştı ve alçak bir sesle Fransızca olarak “Rütbesi indirilip subayken er yapılan Dolohof’un durumunu hatırlatmamı emretmiştiniz…” dedi.
Kutuzof sordu:
“Hangisi o?”
Kül rengi kaputunu çoktan sırtına geçirmişti Dolohof, çağrılmayı beklemedi. Parlak mavi gözlü, sarışın ve sırım gibi bir er çıktı sıradan; Başkomutan’a yaklaşıp sola geçti.
Kutuzof hafifçe kaşlarını çatarak “Şikâyet mi var?” diye sordu.
Prens Andrey açıkladı:
“Dolohof bu, efendim.”
Kutuzof, “Yaa!” dedi; mırıldanır gibi bir sesle.
Sonra da karşısındaki erin gözlerinin içine bakarak ekledi:
“Bunun sana iyi bir ders olacağını umarım. Hizmette kusur etme. İmparator, gönlü yücedir. İşe yararsan ben de seni unutmam.”
O parlak mavi gözlerle, biraz önce Alay Komutanı’na yönelttiği küstah bakışı Başkomutana yöneltiyordu şimdi. Başkomutan’la bir er arasına büyük bir mesafe koyan resmiyet perdesini yırtmaya kararlı bir bakıştı, bu bakış…
Nitekim Dolohof, tok ve gür ama sakin bir sesle “Bir tek dileğim var, Ekselans…” dedi. “Suçumu unutturabilmek ve İmparator hazretleriyle Rusya’ya olan bağlılığımı ispatlayabilmek için bana fırsat tanınmasını rica ediyorum.”
Sırtını döndü Kutuzof. Gözlerinde, Yüzbaşı Timohin’e de arkasını döndüğü andaki gülümseyiş ışıldamıştı. Dolohof ne söylediyse ve daha ne söyleyebilirse hepsini çok uzun zamandır biliyormuş ve hepsinden çoktan bıkmış usanmış, üstelik de bütün bunlar o sırada hiç gereği yokken söylenmiş gibi yüzünü buruşturdu. Sonra da arabaya doğru yürüdü.
Başkomutan gittikten sonra alay, bölüklere ayrılmış ve Braunau yakınlarında daha önceden hazırlanmış evlere dağılmak üzere yola koyulmuştu. Bu çetin yürüyüşün ardından orada dinleneceklerini ve ayaklarına birer kundura bulabileceklerini umuyordu erler. Alay Komutanı, yerine gitmek üzere yola çıkmış olan üçüncü bölüğü geçip en önde yürüyen Yüzbaşı Timohin’e doğru sürdü atını.
“Bana gücenmeyin Prohor İnyatiç!” dedi.
Teftişi kazasız belasız atlattığı için memnundu alabildiğine ve mutluluğu yüzünden okunuyordu:
“Hepimiz çarın hizmetindeyiz zaten…” diye devam etti. “Bazen oluyor işte… Bir de bakıyorsunuz, birliklerinizin önünde azar işitmişsiniz… Tatsız ama oluyor… Dolayısıyla da özür dilerim… Alınmayın lütfen… Beni bilmez değilsiniz, hiç kimsenin kötülüğünü istemem… Başkomutan çok teşekkür etti!”
Elini uzatmıştı bölük komutanına.
Yüzbaşı’nın burnu kızardı. Mutlu bir gülümseyişle açılan dudaklarının arasından, İsmail önlerinde savaşırken yediği bir dipçik darbesiyle kırılan iki ön dişinin arasındaki boşluk çıktı ortaya:
“Asıl ben özür dilerim Generalim…” diye karşılık verdi. “Benim ne haddime düşmüş!”
General kendi düşüncelerini izleyerek devam etti yine:
“Bay Dolohof’a da söyleyin, kendisini unutacak değilim. İçi rahat olsun… Meraklanmasın…”
Bir an durakladıktan sonra da “Az kalsın sormayı unutuyordum…” dedi. “Söyleyin bana lütfen, bölükteki durumu nasıldır onun? Ne yapıp eder? Söyleyin…”
Timohin hiç bekletmeden “Ödev konusunda alabildiğine titizdir Ekselans…” dedi. “Ama öyle huyları vardır ki…” O da duraklamıştı.
Alay Komutanı, “Ne gibi?” diye sordu. “Nasıl huyları var yani?”
“Bazı günler bakarsınız; akıllı mı akıllıdır, dikkatlidir, iyidir Ekselans. Bazen de bir bakarsınız, canavar kesilmiş!”
İçini