“Fena sayılmaz…” dedi. “İyi insanlar…”
Sonra da hafif alaycı bir sesle o sordu:
“Sen nasıl oldu da karargâha kadar sokulabildin bakalım?”
Aynı kaygısızlıkla cevap verdi Jerkof:
“Görevli gönderildim. Nöbetçiyim.”
Bir süre sustular.
Şahini salıverdim sağ kolumun altından… diye başlayan türkü tüm canlılığıyla devam ediyor, taze bir neşe uyandırıyordu herkeste. Bu türkünün sesleri arasında konuşmamış olsalar, birbirlerine bambaşka şeyler söyleyebilirlerdi şüphesiz.
Dolohof sordu yeniden:
“Doğru mu Avusturyalıların mağlup olduğu?”
Jerkof kayıtsızlıkla “Doğrusunu bilen yok…” diye cevap verdi. “Öyle diyorlar.”
Dolohof türküyü mırıldanırken kesin bir sesle “Sevindim işte buna.” dedi kısaca.
Ayrılmaya hazırlandı Jerkof.
“Bir akşam çık gel istersen…” dedi gülerek. “Birlikte bir firavun partisi çeviririz.”
“Paranız çok galiba?”
“Gel dedik ya…”
“İmkânsız. Yemin ettim. Rütbemi geri alıncaya kadar içki ve kumar yok!”
“Öyleyse uzun sürmez. İlk savaşta tamamdır o iş!”
“O zaman görüşürüz…”
Sustular yine. Sonra Jerkof, “Herhangi bir şeye ihtiyacın olursa karargâha gel hiç çekinmeden. Orada herkes sana yardım eder.” dedi.
Güldü Dolohof.
“Beni kafana takma! Herhangi bir şeye ihtiyacım olursa kimseye sormam, alırım…”
“Laf olsun diye söyledim canım…”
“Al benden de o kadar!”
“Hadi hoşça kal!
“Hadi güle güle!”
Yücelere, uzaklara,
Ana yurduma doğru…
Atını mahmuzlamıştı Jerkof. Hayvan üst üste üç kez ayak değiştirdi, sonra toparlayabildi kendisini ve türküye uyarak dörtnala bölüğün yanından geçip arabaya yetişmek için ileri atıldı.
III
Teftişten döndükten sonra, yanındaki Avusturyalı General’le birlikte çalışma odasına giren Kutuzof; yaverini çağırtarak yeni gelen birliklerin durumu ile ilgili bazı belgeleri ve öncü kuvvetlere başkanlık eden Arşidük Ferdinand’ın gönderdiği mektupları istemişti. Çok geçmeden de Prens Andrey Bolkonski, elinde Başkomutan’ın istediği evrakla çalışma odasına giriyordu. Kutuzof, masanın üzerine yayılmış bir haritanın önünde Avusturya Savaş Şûrası’nın üyesiyle karşılıklı oturmaktaydı.
Başını hafifçe çevirip Bolkonski’ye baktı Başkomutan ve yaverine biraz beklemesini belirten bir baş işaretiyle “Haa.” dedi.
Sonra da Fransızca olarak devam etti konuşmasına:
“Sadece bir tek şey söylemek istiyorum General…”
Hiç acele etmeksizin karşısındakini söylediği her sözü dinlemeye zorlayan hoş bir ifade ve alabildiğine nazik bir tavırla konuşmaktaydı. Kendi sesini dinlemekten zevk duyduğu hemen belli oluyordu. Aynı rahatlık içinde devam etti:
“Evet General, sadece bir tek şey söylemek istiyorum. Eğer iş yalnız benim irademe bağlı olsaydı İmparator Franz hazretlerinin emirleri çoktan yerine getirilmişti ve ben çoktan Arşidük’ün kuvvetlerine katılmış olacaktım. Size şerefim üzerine yemin edebilirim ki ordulara komuta etmek görevini Avusturya’daki üstün beceri ve bilgi sahibi sayısız komutandan herhangi birine teslim etmek ve böylece üzerimdeki bu ağır sorumluluğu atmak, benim için gerçek bir mutluluk olurdu. Ama şartlar bizim irademizden de güçlü oluyor, General…”
Bunları söyledikten sonra, “İsterseniz bana inanmayabilirsiniz; dahası, bana inanıp inanmamanız da umurumda değil; yalnız bana inanmadığınızı burada açıkça söylemenize fırsat vermem; işte bütün iş de burada zaten!” der gibi gülümsemişti.
Hemen bir hoşnutsuzluk belirmişti Avusturyalı General’in yüzünde. Ama o da Kutuzof’a aynı tonda cevap vermekten başka bir şey yapamadı. Sözlerinin nazik ve seçkin ifadesine tamamıyla ters düşen somurtkan bir çehre ve kızgın bir sesle “Tam tersine…” diye başladı. “Evet, tam tersine, İmparator hazretleri bu hepimizi ilgilendiren işe katılmanıza büyük bir değer veriyorlar.”
Bir an sustuktan sonra önceden hazırladığı besbelli olan şu cümleyle bağladı sözlerini:
“Ama biz öyle sanıyoruz ki şanlı Rus ordularının ve komutanlarının durumu sürüncemede bırakacak şekilde ağır davranmaları, onları, savaşlarda kazanmaya alışmış bulundukları zaferlerden yoksun bırakmaktadır.”
Kutuzof, dudaklarındaki gülümseyişi olduğu gibi koruyarak hafifçe eğilmekle yetindi.
“Bense Arşidük Ferdinand hazretlerinin bana göndermekle şeref kazandırdıkları son mektuplarını okuyunca o kanıya vardım ki General Mack gibi çok usta bir yardımcısının emri altındaki Avusturya orduları şu anda kesin bir zafer kazanmışlardır ve artık bizim yardımımıza ihtiyaçları yoktur.”
Viyanalı General, kaşlarını çatmıştı. Avusturyalıların yenilgiye uğradığını bildiren kaynağı güvenilir bir haber yoktu gerçi ama hiç de iyimser olmaya meydan bırakmayan söylentilerin doğruluğunu gösteren pek çok işaret vardı. Dolayısıyla da Kutuzof’un Avusturya ordularının zaferi kazandığı yolundaki sözleri bir tahminden çok, acı bir alay gibiydi.
Ama Kutuzof kendinden oldukça emin bir şekilde tatlı tatlı gülümsüyor ve böyle bir tahminde bulunmakta ne kadar haklı olduğunu ispatlayan tavrını değiştirmiyordu. Gerçekten de Mack’ten aldığı son mektup ona, Avusturya ordusunun stratejik olarak son derece elverişli durumda olduğunu bildirmekte ve zaferi müjdelemekteydi.
Nitekim Prens Andrey’e dönerek “Şu mektubu bana versene.” dedi.
Yaverinin uzattığı kâğıdı, dudaklarının ucunda belli belirsiz alaycı bir gülümseyişle alıp Avusturyalı meslektaşına baktı.
“Buyurun dinleyin.” dedikten sonra Arşidük Ferdinand’ın mektubundan şu kısmı, Almanca aslından okumaya başladı:
Wir haben volkommen zusammengehaltene Kräfte, nahe an 70000 Mann, um den Feind, wenn er den Lech passierte, angreifen und schlagen zu können. Wir können, da wir Meister von Ulm sind, den Vorteil, auch beiden Ufern der Donau Meister zu bleiben, nicht verlieren; mithin auch jeden Augenblick, wenn der Feind den Lech nicht passierte, die Donau übersetzen, uns auf seine Communications-Linie werfen, die Donau unterhalb repassieren und dem Feinde, wenn er sich gegen unsere treue Allierte mit ganzer macht wenden wollte, seine Ansicht alsbald vereiteln. Wir werden auf solche Weise dem Zeitpunk, wodie Kaiserlich-Russische Armee ausgerüstet sein Wird, mutig entgegenharren, und sodann leicht gemeinschaftlich die Möglichkeit finden, dem Feinde das Schicksal zuzubereiten, so er verdient.
Elimizde tam teçhizatlı 70.000 kadar erden meydana gelen bir kuvvet var. Böylece, düşman Lech’in öbür tarafına geçerse ona saldırabilir ve onu bozguna uğratabiliriz. Ulm zaten elimizde bulunduğu için Tuna’nın her iki kıyısındaki kuvvetlere kumanda ederek durumdan yararlanabiliriz. Düşman Lech’in öbür kıyısına ulaşır ve Tuna’yı geçerse onun ana ikmal yollarını kesebiliriz. Yine düşman, Tuna’nın daha aşağılarına inerek öbür kıyısına