Лев Толстой

Savaş ve Barış I. Cilt


Скачать книгу

varlıklardan başka bir şey değiliz… Ama bir kez sevdin mi tanrılaşırsın birdenbire, tertemiz olursun! Tıpkı yaratıldığın günkü gibi…”

      Birden kesti konuşmasını. Hiç korkmadan yanına yaklaşan Lavruşka’ya bağırdı:

      “Kim geldi yine? Defet her kimse, gitsin! ‘Vakti yok.’ de!”

      Lavruşka direndi:

      “Defet olur mu? Gelmesini siz emrettiniz. Bölük emini gelen, para istiyor!”

      Suratını buruşturdu Denisof. Bağırmak istedi ama sonra vazgeçip sustu. Kendi kendine konuşur gibi:

      “İş berbat!” dedi.

      Rostof’a sordu:

      “Cüzdanda kaç para kalmış?”

      “Yedi eski, üç de yeni var…”

      “Vay canına! Gerçekten berbat bir durum!”

      Bunu söyler söylemez Lavruşka’ya dönüp bağırdı:

      “Hey! Ne duruyorsun öyle korkuluk gibi? Kımılda biraz, bölük eminini gönder buraya!”

      Rostof, kızarak “Rica ederim, Denisof…” dedi. “Parayı benden de alıp verebilirsin. Biliyorsun, benim param var…”

      Denisof homurdandı âdeta: “Kendi adamlarımdan borç almak hoşuma gitmez!”

      Rostof üsteledi: “Beni arkadaş olarak kabul edip de bu parayı gerçekten almazsan sana gücenirim!”

      Sonra, “Doğru söylüyorum, benim param var…” diye tekrarladı.

      Denisof, başını sallayarak kalktı yerinden.

      “Olmaz dedim ya!”

      Yastığın altından cüzdanı almak için karyolaya yaklaşırken sordu:

      “Nereye koymuştun cüzdanı?”

      “En alttaki yastığın altına…”

      Bir süre arandı Denisof. Sonra sıkıntıyla söylendi:

      “Yok yahu!”

      İki yastığı da yere atmıştı. Cüzdan gerçekten de orada yoktu.

      “Amma iş ha!” diye mırıldandı Denisof.

      Rostof aramaya başladı bu sefer. Yastıkları kaldırıp silkerken “Dur bakalım…” dedi. “Belki yere düşürmüşsündür!”

      Yorganı kaldırıp silkti. Hayır, cüzdan yoktu! Rostof, şaşkınlık içinde “Yoksa ben mi unuttum nereye koyduğumu?” diye söylendi kendi kendine. “Ama olamaz!”

      Bir an düşündükten sonra, yine kendi kendine söylenir gibi:

      “Hatta senin onu tıpkı bir hazine gibi başının altında sakladığını geçirmiştim aklımdan.” diye ekledi.

      Denisof, Lavruşka’ya dönmüştü.

      “Cüzdan nerede?” diye sordu öfkelenmeye hazır bir sesle.

      Uşak hiç çekinmeden cevap verdi:

      “Ben buraya girmedim ki! Nereye koyduysanız oradadır herhâlde…”

      “Evet ama yok işte!”

      “Sizler hep böylesinizdir zaten! Bir şeyi bir yere atar, sonra da unutursunuz. Ceplerinize baksanıza!”

      Rostof, “Evet evet…” dedi. “O hazine meselesinden dolayı iyice hatırlıyorum. Yastığın altına koydum cüzdanı!”

      Yatağın altını üstüne getirdi Lavruşka. Karyolanın, masanın altına baktı; her yeri aradıktan sonra da odanın ortasında dikilip kaldı… Hiç konuşmadan Lavruşka’nın hareketlerini izliyordu Denisof. Ama uşak, çaresizlik içinde ellerini iki yana açıp da paranın hiçbir yerde bulunmadığını belirtince Rostof’a döndü:

      “Nikolay…” dedi. “Şaka yapmıyorsun ya?”

      Denisof’un kendisine baktığını hissedince gözlerini kaldırmış, sonra da hemen tekrar yere indirmişti Rostof. Boğazının alt tarafında bir yerlerde toplanıp sıkışmış olan bütün kan, yüzüne ve gözlerine hücum etti bir anda, kıpkırmızı kesildi. Nefesi tıkanmıştı.

      Lavruşka, “Odada Teğmen’den ve sizden başka hiç kimse yoktu…” dedi. “Buralarda bir yerde olması gerekli cüzdanın.”

      Denisof da kıpkırmızı kesilmişti birden. Tehditkâr bir hareketle uşağa doğru atılarak “Bana baksana sen itoğlu!..” diye haykırdı. “Ara! Buluncaya kadar arayacaksın, anlıyor musun! Yoksa gebertirim seni! O cüzdan bulunacak! Hele bir bulunmasın gebertirim!”

      Gözlerini Denisof’un gözlerinden kaçırarak ceketinin düğmelerini iliklemeye başlamıştı Rostof. Kılıcını beline taktı, kasketini geçirdi başına, gitmeye hazırlandı.

      Bu arada Denisof, Lavruşka’yı omuzlarından sımsıkı yakalamış; sarsa sarsa duvara doğru itmekteydi.

      “Sana söylüyorum! O cüzdan bulunacak, anlıyor musun! O cüzdan hemen şimdi bulunacak!”

      Rostof kapıya yaklaştı. Gözlerini kaldırmadan “Bırak onu Deni-sof…” dedi. “Ben kimin aldığını biliyorum.”

      Denisof, arkadaşının sözünü kavrayamamıştı ilkin. Durakladı bir an, düşündü. Sonra birden atılıp Rostof’u kolundan yakaladı sımsıkı.

      “Saçma!”

      Öyle bir bağırmıştı ki boynundaki ve alnındaki damarlar ip gibi kabarmıştı. Aynı şiddetle devam etti:

      “Saçma diyorum! Çıldırmışsın sen! Böyle bir şeye katiyen izin vermem! Cüzdan burada, biliyorum! Ve derisini yüzeceğim bu alçağın!”

      Korkudan tir tir titreyen Lavruşka’yı gösteriyordu.

      “İşte o zaman göreceksin ki cüzdan hemen bulunur!”

      Alçak ama heyecanlı bir sesle tekrarladı Rostof:

      “Ben kimin aldığını biliyorum.”

      Denisof, atılıp elini yakaladı Rostof’un.

      “Sana söylüyorum…” dedi. “Bunu yapamazsın!”

      Ama delikanlı şiddetle çekip kurtarmıştı elini. En büyük düşmanıyla karşı karşıyaymış gibi sınırsız bir öfkeyle baktı Denisof’un gözlerinin içine. Titrek bir sesle “Sen ne dediğinin farkında değilsin!” dedi. “Düşün: Bu odada benden başka kimse yoktu! Demek ki o değilse…”

      “Tüh! Tanrı senin de hepinizin de belasını versin!”

      Rostof’un evden çıkarken işittiği son söz bu olmuştu.

      Dosdoğru Telyanin’in evine gitti Rostof. Teğmen’in emir eri karşıladı kendisini.

      “Efendim evde yoklar…” dedi. “Karargâha gittiler.”

      Sonra, genç subay adayının yüzündeki üzgün ifadeye şaşkın şaşkın bakarak sordu:

      “Ters bir şey mi oldu yoksa?”

      Kendisini hemen toparladı Rostof:

      “Hayır, bir şey yok.” dedi.

      Emir eri, “Hemen bir iki dakika önce gelmiş olsaydınız görüşebilirdiniz.” diye bir açıklamada bulundu.

      Rostof hızla uzaklaştı.

      Karargâh, Salzeneck’ten üç verst uzaktaydı. Eve dönmeden bir at alıp doğru oraya gitti Rostof. Karargâhın bulunduğu köyde, subayların devamlı gittikleri bir meyhane vardı. Telyanin’in atı da meyhanenin önünde bağlı duruyordu.

      Meyhanenin ikinci odasındaydı Teğmen, önünde koca bir tabak