Gelgelelim siz öyle yapmadınız. Ne yaptınız peki? Öbür subayların yanında, damdan düşer gibi içinizi dökmeye giriştiniz! Bu durumda Alay Komutanı ne yapsın? O subayı mahkemeye versin de koskoca alayın şerefine leke mi sürsün? Alçağın biri yüzünden bütün alayı hep utanç duyulacak bir duruma mı düşürsün? Söyleyin hadi! Sizce öyle mi yapsın yani?”
Yüzbaşı bir an sustu. Sonra da ciddileşerek “Bizler hiç de öyle düşünmüyoruz…” diye sürdürdü konuşmasını. “Bogdaniç’i kutlamak gerekiyor aslında! Doğrusu aşk olsun ona ki size, ‘Doğru söylemiyorsunuz…’ demiş! Hoşunuza gitmiyor ama siz kendiniz çanak tuttunuz yavrucuğum… Şimdi işi örtbas etmek istiyorlar. Sizse bilmem hangi saçma gerekçeye dayanarak özür dilemeye yanaşmıyor ve her şeyi ortaya dökme yoluna yöneliyorsunuz. Size nöbet tutturuyorlar diye alınıyor, yaşlı ve namuslu bir subaydan özür dilemeyi onurunuza yediremiyorsunuz! Çünkü Bogdaniç için ne denilirse denilsin, bir kere namuslu ve cesur bir albaydır. Öyleyken siz özür dilemeyi gururunuza yediremiyorsunuz. Ayrıca alayın lekelenmesi size vız geliyor!”
Kurmay Yüzbaşı’nın sesi titremeye başlamıştı:
“Siz alaya geleli, şunun şurasında kaç zaman oldu ki yavrucuğum? Bugün buradasınız, kabul ama yarın bir yaver olur, bilmem nereye gidersiniz… Böyle olduğu için de ‘Pavlograd subayları arasında hırsız var!’ denilmesi vız gelir size! Umurunuzda bile değildir bu, öyle değil mi? Hadi, söyleyin!”
Kurmay Süvari Yüzbaşı, delikanlının cevap vermesini beklemeden Denisof’a döndü:
“Öyle değil mi Denisof? Sen cevap ver. Yanılıyor muyum? Umurunda mı onun?”
Denisof hep susuyor, hiç kımıldamıyor; sadece arada bir, parlak siyah gözlerini Rostof’a çeviriyordu.
Yüzbaşı, Rostof’a döndü yeniden ve şöyle devam etti:
“Siz kendi bilmem neyinizi ön planda tutarak özür dilemek istemiyorsunuz. Alaya önem verdiğiniz falan yok! Oysa bizler… Bizim gibi alayda yetişmiş olup da hayata gözlerini -dilerim- yine alayda kapayacak olan yaşlılar için alayın şerefi, sizin aklınızın ucundan geçiremeyeceğiniz kadar büyük önem taşıyor! Bogdaniç de biliyor bunu. Gerçekten de o şeref bizler için ne denli değerlidir, bilseniz yavrucuğum! Hoş bir şey değil böyle inat etmeniz, hiç de hoş bir şey değil! İster gücenin ister gücenmeyin, orası sizin bileceğiniz bir iş ama ben her zaman doğru bildiğimi söylerim. İyi bir şey değil bu yaptığınız, inanın bana, katiyen iyi bir şey değil!”
Süvari Yüzbaşı ayağa kalkmış ve sırtını dönmüştü Rostof’a. Aynı anda Denisof yerinden fırlayarak “Doğru!” diye bağırdı. “Tanrı cezasını versin ki doğru!”
Sonra da Nikolay’a dönerek ekledi:
“Haydi Rostof! Haydi, kabul et şunu!”
Öbür subaylar da ısrar etmeye başlamışlardı. Rostof kızarıp bozarmakta, bir subaydan öbürüne çevirmekteydi bakışlarını. Kekeleyerek dert anlatmaya çalışıyordu:
“Hayır baylar, olamaz… Sanmayın ki ben… Gayet iyi anlıyorum ama benim hakkımda böyle düşünmekte haksızsınız… Ben… Benim için… Bir alayın şerefi uğruna… Konuşmak boşuna olur!.. Davranışlarımla ispatlayacağım ki benim için de sancağın şerefi… Evet evet, uzatmaya gerek yok, suç bende!”
Genç adamın gözlerine yaş dolmuştu.
“Tamam, suçluyum!” diye haykırdı. “Bütün suç bende, diyorum. Daha ne istiyorsunuz?”
Kurmay Süvari Yüzbaşı ona döndü ve kocaman eliyle delikanlının omuzuna vurarak “İşte bunu sevdim kont!” dedi.
Denisof bağırdı:
“Ben sana demedim mi mert çocuktur o!..”
Kurmay Yüzbaşı, genç adamın kontluk unvanını sanki Rostov o itirafı yaptığı için tekrarlıyormuş gibi “Evet, doğrusu buydu Kont!” dedi. “Şimdi artık gidip kumandandan özür dileyebilirsiniz Eksalans.”
Âdeta yalvaran bir sesle konuştu Rostof:
“Bakınız, baylar! İstediğiniz her şeyi yapmaya hazırım. İçinizden hiçbiri benden bir tek şikâyet dahi işitmeyecektir! Ama özür dileyemem! İnanın, elimden gelmez bu… İstediğinizi söyleyebilirsiniz ama gerçek böyle, ne yapayım! Gidip de küçücük bir çocuk gibi nasıl özür dilerim ben? Nasıl, hiç suçum yokken beni bağışlamalarını isterim? Yapamam bunu! Hayır, yapamam…”
Denisof gülmeye başlamıştı.
Kirsten, “Zararı bana değil, size…” dedi. “Bogdaniç kin güder. Korkarım, bu inatçılığınız size pahalıya patlayacak!”
Rostof, çeresizlik içinde ellerini yana açtı.
“Bunun inatçılık olmadığına sizi nasıl inandırabilirim, bilmem ki! Anlatamıyorum.”
Üstelemedi artık Yüzbaşı.
“Eh, artık orasını siz bilirsiniz yavrucuğum.” demekle yetindi.
Sonra Denisof’a dönerek sordu:
“O alçak herif nerede peki?”
Denisof’un öfkesi tazelenmişti. Dişlerinin arasından ıslık gibi çıkan bir sesle “Hasta olduğunu bildirmiş…” dedi. “Yarın izinli sayılacakmış.”
Kurmay Yüzbaşı acı acı gülümseyerek “Gerçekten de bir hastalıktan başka bir şey değil onunki…” dedi. “Başka türlü izah edilemez.”
Denisof yumruklarını sıkmıştı.
“Hastalık mı değil mi orasını bilmem artık!” diye homurdandı. “Ama gözüme görünmesin, yoksa gebertirim onu!”
Tam o sırada Jerkof girdi odaya. Subaylar onun çevresini aldılar. Biri merakla sordu:
“Seni hangi rüzgâr attı buraya?”
Genç subay telaşla “Yarın sefere çıkıyoruz baylar!” dedi. “Mack ve ordusu korkunç bir yenilgiye uğradı!”
“Şaka yapmıyorsun ya?”
“Adamı gözlerimle gördüm!”
“Ne? Mack’in kendisini mi gördün?”
“Sağ salim miydi yani?”
“Ellerinle dokundun mu? Yokladın mı bir güzel?”
“Sefere çıkıyoruz, sefere! Harekât başlıyor! Hadi bu güzel haber için bir şişe votka ikram edin ona!”
“Peki sen nasıl oldu da buraya düştün Jerkof?”
“O Tanrı’nın belası Mack yüzünden alaya geri verdiler! Mack cepheden sağ salim döndü diye kutladığım Avusturyalı General beni şikâyet etmiş, anlıyorsun ya…”
Gözü Rostof’a takılmıştı birden.
“Senin neyin var Rostof?” diye sordu. “Hamamdan çıkmış gibisin?”
Delikanlı kızararak cevap verdi:
“Sorma birader! İki gündür burada işler öylesine arapsaçına dönmüş durumda ki!”
Emir subayı içeri girdi o sırada ve Jerkof’un getirdiği haberin doğru olduğunu bildirdi. Emir vardı: Ertesi gün, harekât başlıyordu.
Bir heyecan dalgalandı havada:
“Sefere çıkıyoruz arkadaşlar, sefere!”
“Aman ne güzel! Küflenip kalacaktık yoksa burada!”
VI
Kutuzof, (Braunau’daki)