geç kalıyoruz.”
Kapının yanında beklemekte olan Prenses Helen, Eski Çağ büstlerini andıran omuzlarının üzerindeki güzel başını babasına doğru çevirerek söylemişti bunu.
Yaşadığımız dünyada nüfuz, bitip tükenmesini önlemek için idareli kullanılması gereken bir sermayedir. Bunu gayet iyi bilen ve bütün ricacılarına yardıma koştuğu takdirde kendisi için hiçbir şey isteyemeyeceğini gayet iyi öğrenmiş olan Prens Vasili de pek ender durumlarda kullanırdı nüfuzunu. Ama Prenses Drubetskaya’nın son sözleri; onda, pişmanlığa benzer bir duygu uyandırmıştı. Hakikati dile getirmişti Prenses… Vasili, mesleğindeki ilk adımlarını Prens Drubetskoy’a borçluydu.
Ayrıca bir başka önemli husus daha vardı Prens Vasili’yi kaygılandıran: Davranışlarından anladığı kadarıyla Prenses Drubetskaya, kafalarına koydukları şeyi elde etmeden sizin yakanızı bırakmayan, sizi canınızdan bezdirinceye dek peşinizde dolaşan ve hatta gerekli gördüğü vakit hiç çekinmeden rezalet çıkaran kadınlardan daha doğrusu analardan biriydi. İşte bu son ihtimal, için için ürpertti Prens Vasili’yi.
Her zamanki teklifsiz ve sıkıntılı sesiyle konuştu:
“Chère58 Anna Mihailovna, arzu ettiğiniz şeyi yapmak hemen hemen imkânsız bir şey benim için. Ama size nasıl candan bir sevgi beslediğimi ve babanızın anısına nasıl derinden bir saygıyla bağlı olduğumu ispat etmek için bu imkânsız şeyi yapacağım. Oğlunuz İmparatorluk Muhafız Alayı’na atanacaktır, size söz veriyorum. Oldu mu? Memnun musunuz şimdi artık?”
“Sevgili Prens dedim ya, siz benim velinimetimsiniz! Biliyordum ve bekliyordum bunu. Ne kadar iyi yürekli olduğunuzu biliyordum!..”
Gitmek üzere davrandı Prens. Ama Prenses bırakmadı:
“Biraz bekleyin lütfen, bir çift sözüm daha var: Une fois passé aux gardes…”59
Durmuştu. Ama hemen yendi kararsızlığını ve devam etti:
“Mihail İvanoviç Kutuzof’u herhâlde çok iyi tanırsınız, Boris’i yaver olarak tavsiye edin ona lütfen. İçim ancak bu şekilde rahat olur benim…”
Prens Vasili gülümsemişti.
“İşte buna söz veremem, Prenses. Kutuzof’un başkumandanlığa atandığından beri nasıl bir kuşatma altında olduğunu bilemezsiniz. Çocuklarını yaver alması için bütün Moskovalı hanımların hücumuna uğradığını söylüyordu bana, daha dün kendisi.”
“Olsun, siz yine de tavsiye edin lütfen! Kıramaz sizi… Söz verin bana. Velinimetim değil misiniz!”
Güzel Helen’in sesi yükseldi yeniden:
“Geç kalıyoruz, baba.”
“Tamam, gidiyoruz.”
Anna Mihailovna’ya döndü Prens.
“Au revoir.”60 dedi. “Hoşça kalın.”
“Yarın İmparator’la konuşacaksınız, değil mi?”
“Kesinlikle konuşacağım. Ama Kutuzof için söz vermiyorum.”
“Ne olur, söz verin! Lütfen, Basile.”61
İşveli genç kızlara özgü bir gülümseyişle söylemişti bunu Anna Mihailovna. Ancak bir vakitler onun en doğal eylemlerinden biri olması gereken bu gülümseyiş, eğreti duruyordu şimdi solgun yüzünde. Yaşını unutmuş gibiydi ve sırf alışkanlıkla, artık çoktan geçmişte kalmış kadınlık cazibesini seferber ediyordu. Ama Prens çıkar çıkmaz yüzü biraz önceki soğuk ve sıkıntılı ifadeye büründü yeniden. Salona geçip Vikont’un konuşmasını sürdürdüğü gruba yaklaştı, dinler gibi görünerek toplantının bitmesini beklemeye koyuldu. İşini halletmişti.
Anna Pavlovna konuşuyordu:
“Şu son sacre de Milan62 komedisi hakkında ne düşünüyorsunuz peki? Et la nouvelle comédie des peuples de Gènes et de Lucques qui viennent présenter leurs voeux à M. Buonaparte. M. Buonaparte assis sur un trône et exauçant les voeux des nations! Adorable! Non, mais c’est à en devenir folle! On dirait que le monde entier a perdu la tête.”63
Prens Andrey, Anna Pavlovna’nın gözlerinin içine bakarak gülümsedi ve Napolyon’un taç giyerken söylediği sözleri tekrarladı:
“Dieu me la donne, gare à qui la touche!”64
Hemen ardından ekledi:
“On dit qu’il a été très beau en prononçant ces paroles.”65
Ve yine Napolyon’un sözlerini, bu kez İtalyanca olarak tekrar etti:
“Dio mi la dona, guai a chi la tocca.”
Anna Pavlovna, şöyle sürdürdü konuşmasını:
“J’espère enfin que ça a été la goutte d’eau qui fera déborder le verre. Les souverains ne peuvent plus supporter cet homme qui menace tout.”66
Kibar ama bir dizi kötü tecrübe sonucunda artık gözü açılmış insanların acı sesiyle konuştu Vikont:
“Les souverains? Je ne parle pas de la Russie. Les Souverains, madame! Qu’ontils fait pour Lous XVII, pour la reine, pour Madame Elisabeth?”67
Heyecanlandı ve kendi sorusuna kendisi cevap vererek devam etti:
“Hiç. Et croyezmoi, ils subissent la punition pour leur trahison de la cause des Bourbons. Les souverains? İls envoient des ambassadeurs complimenter l’usurpateur.”68
Küçümsediğini belirten bir iç çekişle duruşunu değiştirdi.
Bu sözler üzerine kelebek gözlüğüyle Vikont’u uzun uzun incelemiş olan Hippolyte, birdenbire Küçük Prenses’e dönüp bir iğne istedi ve Condelerin armasını çizdi masanın üstüne; sonra da sanki Prenses sormuş da cevaplıyormuşçasına açıklamaya girişti:
“Bâton de gueules engrelé de gueules d’azur maison Condé.”69
Prenses gülümseyerek onu dinleyedursun, Vikont konuşmasına bıraktığı yerden devam ediyordu:
“Bonapart bir yıl daha Fransa tahtında oturduğu takdirde, işler artık düzeltilmez bir şekilde altüst olacaktır. Yerine göre entrika, şiddet, sürgün ya da idam yoluyla koca Fransız toplumu -yani Fransız yüksek sosyetesi, demek istiyorum- tamamıyla boğulup yok edilecektir. O zaman da…”
Bütün herkesten daha iyi bildiği bir konuda, ötekileri dinlemeksizin sadece kendi düşüncelerinin akışını izleyen biri gibi söylemişti bunları. Sonra da omuz silkerek susmuş ve kollarını çaresizlik içinde iki yana açmıştı.
Piyer davranır gibi oldu, konuşma ilginç bir hâl almıştı genç adamın gözünde. Ama onu gözetlemekte olan Anna Pavlovna, buna fırsat vermeyecekti. Nitekim ev sahibesi, İmparator ailesinden her söz edişinde olduğu gibi hüzünle başladı konuşmaya:
“İmparator Aleksandr, Fransızların kendi hükûmet şekillerini bizzat seçip tespit etme haklarına saygı göstereceğini açıkladı.”
Ardından hemen sonuca vardı:
“Bu durumda hiç kimsenin