Hasan Yılmaz

Ocak Sönmesin Diye - Lütfü Şehsuvaroğlu Kitabı


Скачать книгу

psikolojiden, yani millet vasfından bahsediyoruz. Burada devletin hiçbir önemi yoktur. Toplumun bu vasfı, devletin de karakteri olur. Devletin hukukundaki yanlışlar… Yani şimdi Aleviler, Yavuz böyle yaptı diyor, İslamcılar İskilipli Atıf Hoca’ya böyle yapıldı, Atatürk böyle yaptı, Kürtler şöyle zulüm gördü, devlet bunu yaptı diyorlar ya, bütün bunları dünya devletlerini incelediğinde yaptıkları bir ton hukuksuzluklara, ırkçılıklara, katliamlara karşı özünde devletin yaptıklarının değeri bakımından milletin vasfı göz önüne alındığında (evet birçok hata yapılmıştır ama) -millet bu hatadan vareste olduğu için- hiçbir kıymetiharbiyesi yoktur. Millette bu vasıf, yani kan dökücülük, iç savaş, Kürt düşmanlığı, Ermeni, Rum düşmanlığı, şişirilmiş bazı olaylar -işte 6-7 Eylül Olayları gibi, Maraş katliamı gibi, Ermeni Tehciri gibi davranışlar- o dönemin savaş psikolojisi içerisinde değerlendirilebilecek davranışlardır. Ama millette bu kıyım, en başta söylediğimiz bu Kaddafi’yi yok eden veya başka yerlerde olan kıyıcılıklar veya katliamlar, Anadolu’da olmuş mu? Demek ki millet vasfının kendisi devletin hukuk sisteminden daha değerlidir. Kaldı ki devletin hukuk sisteminde de böyle bir yanlış iş yoktur. Tehcirde bile her şey hukuk içerisinde cereyan etmiştir. Yazılı bir metin olarak ortadadır; dört bir taraftan yedi düvelle savaşan Osmanlı, arkadan hıyanetlerle karşılaşsa bile bu hıyaneti açıklamamış ve hukukun dışına da çıkmamıştır.

      Netice itibarıyla Cumhuriyet’in kuruluşunda da vatandaşlık bağıyla herkesi bağlayan Türk kimliği eksik bile olsa ırkçı bir tarife dayanmadığı için bugün bile makuldür.

      O bir tecrübenin neticesi tabii. Alınmış bir dersin sonunda gelinen yer orası değil mi?

      Osmanlı’nın o kültürü tevarüs ediyor. Osmanlı da Horasan erenlerinden aldığı kültürü yaşatıyor. Netice itibarıyla kültür ve medeniyetten ziyade bugün üzerinde durmamız gereken, yeniden bin yıl önceki mayanın çalınması gibi bir üst kimlik oluşunun ihyasına, iddiasına, yeniden dirilişine ve böylelikle bir medeniyetin yeniden dirilişine sahne olabilir. Bunu 9. yüzyılda El Cahız, bininci yılda Kaşgarlı Mahmut, Hoca Ahmet Yesevi ve Horasan erenleri başlattılar. Anadolu’ya bu maya çalındı ve daha sonraki yüzyılda Mevlânalar, Yunus Emreler, Somuncu Babalar, Hacı Bayram Veliler, Tacettin Veliler 1600’lere kadar uzanan yeni bir diriliş başlattılar. O diriliş sayesinde o fütühat, o ruhların değişimi dönüşümü sağlandı. Balkanlar’a kadar, Viyana’ya kadar gittiler. Orada o müthiş dayak yeme hadisemizden sonra ricat başladı ve o psikolojik ortamda, işte malum önce Balkan bozgununa, Çanakkale ve Kurtuluş Savaşı’na giden, yenilgiden bile zaferler üreten ve hem bir iç dinginliğe ve kendine güvene hem de müthiş bir yıkıma şahitlik etmişlerin o yıkımla bile yeni varoluşlarına kapı aralandı.

      Şimdi bizim bu tecrübelerden -içinde bulundukları şartlar ne olursa olsun, bölünüklükleri nasıl tecelli ederse etsin, siyasetleri ve ekonomileri ne kadar çürük olursa olsun, insan fıtratları ne kadar sakatlanmış olursa olsun- hem yaşadığımız İslam âlemini hem Orta Doğu’yu, Kafkaslar’ı, Balkanlar’ı, zillet içinde olan bu üç coğrafyayı, içimize taşımak yerine, buradaki güneşi oradakilerin aydınlanmalarını sağlayacak şekilde, bir güven duygusuyla ulaştırmamız gerekir. Bu da ithal bir İslam’la, Seyid Kutup İslam’ıyla, Mısır İslam’ıyla, Pakistan İslam’ıyla olmaz. Bizi biz yapan, öz değerlerimize yeniden dönüşle mümkün olabilir.

      Siz adının önemsiz olduğunu söylediğiniz mayanın esasında İslam olan Anadolu’ya özgü bir kimlik yarattığını söylüyorsunuz. Yani feragat kültüründen söz ediyorsunuz. Günümüz etnikçi çözümlemelerine bakınca bileşik meydana getiren mayayı çok önemsiyorsunuz.

      Bu maya o kadar önemli ki bunu Mehmet Akif anladı ve Şark’ın en sevgili Sultanı Selahattin” dedi. Başbakanlık Müsteşarı Efkan Ala Diyarbakır valisi iken ben de TRT Yönetim Kurulu üyesiydim. Urfa Sıra Gecesi, Çankırı Yaren Meclisi gibi yitip gitmiş kaybolmuş bir “velime gecesi” başlattık. Diyarbakır eşrafının çok iyi bildiği bir velime gecesi başlattık. O gecelerden birinde Vali Bey; “Örgütün en hızlı yazarlarını getireceğim abi.” dedi. Gazi Köşkü’nde hep beraber bir yemek yedik. Onlara Selahattin Eyyubi’yi anlattım (Malum Selahattin Eyyubi bir Kürt-Türkmen sentezidir.). Molla Gürani’yi anlattım. Ve en önemlisi bu mayayı anlattım. Artık burada bu mayanın dokunduğu herkes bizden olmuştur ve bin yıllık adanmışlıkla o Viyana kapılarına giden, ortak fütühatı sağlamışlardır. Buna itirazı olan var mı? Bir Kürt olarak, bir Kırmançi olarak, bir Zaza olarak, bir Goran olarak… O haçlı ordularını buradan defeden büyük kumandana itiraz eden olabilir mi? Onun ayağının tozuyum. Sen de bir Kürt olarak şimdi aşkın bir felsefe içerisindesin, Batı’nın musallat ettiği kavimcilik, ulusçuluk sana da bulaşmış. Bu da senin hakkındır. Onlara dedim ki: “Siz Kürtçülük yapabilirsiniz, Kürt milliyetçiliği de yapmalısınız. Milliyetçilik sizi aşkın bir felsefeye eriştirir. Burada yeni bir diriliş muştusu kazanabilirsiniz. Örneğin bugün bir Arap milliyetçiliği Arap uluslarını ayağa kaldırmak için iyi bir şey olur.” İslam âlemine zararı olur mu? Bilinçli bir milliyetçilikse milliyet değerlerinin içinde ortak paydalar olur.

      Bugün Afganistan’da, Afrika’da, Orta Doğu’da gördüğümüz gibi vandalizme varan bir davranış biçimi, milliyetçilik olmasa gerek.

      Milliyetçilik hiçbir zaman vandalizme yönelmez. Bir kere bunu düzeltelim. Vandalizme yönelen bir davranış milliyetçilik olmaz.

      Günümüz pratiğinden perdeye yansıyan fotoğraf bu şekilde.

      Milliyetçilik, milliyet değerlerini içeren davranış demek. Milliyet değerlerinin içinde din var, kültür var, medeniyet var, birlikte yaşama iradesi, ortak tarih şuuru, ortak devlet kaygısı yani siyasi birlik. Bunlar önemli. Dolayısıyla bir Arap milleti, o geniş İslam ümmetinin dairesi içerisinde vasıflandırılabilir. Bir Fars milliyeti vasıflandırılabilir. Bir Türkmen, bir Kazak, bir Kırgız, bir Kürt milliyeti de bu dairenin içinde vasıflandırılabilir. Milliyetçilik, Batı tarafından kötü kullanıldığı için çatışma alanıymış gibi yutturuluyor. Bizim milliyetçiliğimiz feodal yapı içermez. Tarihte de içermez. Marx da “Asya tipi üretim tarzı” diyerek bunu çözememiştir. Mesela Osmanlı toplumunda Osmanlı milliyetinin ne olduğu veya Selçuklu milliyetinin ne olduğuna baktığımız zaman, bu mayanın çaldığı birlik şuurundan dolayı, bir “biz” sosyolojisi vardır. Bu biz sosyolojisinin Batı tarafından anlaşılması, algılanması imkânsızdır. Onların milliyetçiliği ile bizim milliyetçiliğimiz zaten asla örtüşmez. Emperyalizmin saldırısına uğramış topraklardır İslam toprakları. Emperyalizme karşı koymak için bunların elbette milliyetçiliğe ihtiyacı vardır. Bütün Doğu milliyetçiliklerinin özü Batı emperyalizmine karşı olmaktır. Bunu yapabildiği için Selahattin Eyyubi, “Şark’ın en sevgili sultanıdır”.

      Bunları anlattıktan sonra dedim ki: “Bir Kürt milliyetçiliği yapmalısınız.” Zaten aydınların da baş problemi budur. Mümtaz’ın (Türköne) da birinci problemi budur. Diyor ki: “Biz Türk milliyetçiliği yapmayalım ki onlar da Kürt milliyetçiliği yapmasın.” Buna ancak “Yok ya!” denir. Kürtler aptaldı sanki. Sen Türk milliyetçiliği yapmıyor gibi gözükeceksin, Kürtleri salak yerine koyacaksın, o “Evet milliyetçilik kötü bir şeydir, yapmayayım!” diyecek. Öyle mi! Ahmaktı Kürtler! Onun milliyetçilik yapmaya hakkı yok mu? Bugün Yörük dernekleri var, Yörük milliyetçiliği yapıyorlar.

      Yapmıyorlar da yaptırıyorlar gibi geliyor bana.

      Hayır yapıyorlar. Yapmaları da doğrudur. Hiç kimse yaptırmıyor, kendileri yapıyor.

      Türklük bir şemsiye değil miydi? Hani mayaydı bu. O zaman bu maya tutmamış demektir.

      İşte o bilince ulaşamadığımızı