Hasan Yılmaz

Ocak Sönmesin Diye - Lütfü Şehsuvaroğlu Kitabı


Скачать книгу

İslamcılık demektir. Çünkü Turan’ın tamamı da Müslüman’dı. Batı emperyal vizyonunu Doğu’da yaşatacak bir vizyon nerede olacak? Turan’da olacak tabii… Enver Paşa’nın Sarıkamış’taki büyük yenilgisinden sonra bu vizyon ortadan kalktı (Kazansaydı Rus ordusu telef olacaktı. Moskova dâhil, Turan bizim olacaktı.). Maalesef hayal sükûtu…

      Büyük plan buydu…

      Yanlış da değildi. Ama yenilince reel politik zeminde Anadoluculuk ve Kemalizm geçerli oldu. Enver Paşa’nın programını Mustafa Kemal Anadolu’yu ayağa kaldırmak şeklinde uyguladı. Bu da Abdülhamitçiliğin devamıdır aslında. Gördüğün gibi, hepsi birbiriyle ilintili. Kuruçay da Abdülhamit’in reel politik planının bir parçası olarak kurduğu bir ilçeydi. Şimdi köy bile değil, mezralık kalmış. Hepsi İstanbul’a göç etmiş. İstanbul’da adı Kuruçay ile başlayan yedi sekiz tane dernek var. Bütün Kuruçaylılar İstanbul’dalar.

      Çocukluğumdan hatırlıyorum, Kuruçay’da bir çay vardı. Orada çimerdik. Kuruçay’ın caddesi vardı, hükûmet konağı vardı, cumbalı konakları vardı.

      Ilıca tarafında mı burası?

      Hayır, Erzurum tarafı değil, Sivas tarafı ama güneye Eğin’e doğru… Ilıca değil de İliç dersen, o Kuruçay’a bağlıydı, eskiden İliç diye bir şey yoktu. İliç sadece istasyondan ibaretti. Biz bazen o istasyona gider, oradan Kuruçay’a geçerdik. Kuruçay’da tayyör giyen hanımlar vardı. Cazibe merkezleri olarak planlanan tarım kentleri projesi var ya, Kuruçay öyle bir yerleşim yeriydi. Etraftaki 20 köyün cazibe merkeziydi. Hükûmet konağı, sağlık ocağı, okulu hep oradaydı. Abdülhamit’in icat ettiği bir ilçeydi. Tıpkı daha sonraki tarım kentleri, köy kentleri gibi. Civar köylerin sağlık hizmetlerini, eğitim hizmetlerini, tarım hizmetlerini orası sağlardı. Şimdi orası köy oldu, İliç ilçe oldu.

      Kuruçay’ın ilk belediye reisi de annemin babasıydı. Aslında anne tarafından dedemgil Eğin eşrafından. Kuruçay ilçe olarak kurulunca, Eğin’in eşrafı dedemin Eğin’e belediye reisi olmasını istemişler. Dedem orada hem müftülük hem de belediye reisliği yapmış. Eğin’de de bir konağımız var. Doğu Perinçek’in babası Sadık Perinçek var ya, o bizim komşumuzmuş. O zaman o da Eğin’de ikamet ediyordu. Onların da konağı vardı. O zaman Sadık Bey, Adalet Partisi’nden milletvekili idi. Yaz tatillerinde konaklarına gelirlerdi. Babamın arkadaşıydı, ailece görüşürlerdi. Sonra konaklarını sattıklarını öğrendik.

      “Özden” gazetesini çıkartan Abdülkadir Duru o zamanın meşhur bir şeyhi, tasavvuf büyüğü idi. O zaman çok öğrenci okuttu. Şimdi Eğin’in yukarısında Apçağa köyü var. Eğin’in eşrafının Apçağa’da konakları olur. Orası Eğin’in daha üstünde yayla gibidir. Onun da daha ilerisinde öğrencilerin kaldığı bir yurt yaptı Abdülkadir Duru. Şimdi Eğin’e gidenler orada misafir ediliyorlar.

      İstanbul’da Geçim Zordur

      Erzincan’dan sonra bildiğim kadar, sizin bir de İstanbul süreciniz var.

      Evet, babam vezne şefliğinden sonra 1965 yılında İstanbul’a tayin oldu. Orada şeker fabrikasının Beşiktaş’taki ambarın şefi oldu. Biz de Kadıköy’deki Ziverbey Köşkü’nün karşısında dört katlı bir apartmanın üçüncü katından bir daire almıştık. O zamanın en yüksek apartmanı idi. Şimdi en küçük apartman. Babamdan önce orada ambar şefliği yapan adam Amerika’ya gitmiş. Bir gemide iki rakamla oynasan zengin oluyorsun. Babam Kadıköy’de oturup her gün Beşiktaş’a gemiyle geçtiği için biz orada geçinemedik. İstanbul maceramız bir yılı doldurmadan babam tayin istedi.

      Ziverbey Köşkü’nde Cüneyt Arkın film çevirirdi. Ben o zaman beşinci sınıftaydım. Ziverbey Köşkü’nde ortada bel boyunda tahtalar vardı. Cüneyt Arkın gelirdi, o tahtalardan sıçrayarak takla atardı. Biz de “Cüneyt abi, Cüneyt abi!” diye bağırırdık. O gerçek parende atardı tahtaların üzerinden. Köşkün merdivenlerini tırmanır, orada kıza sarılırdı. Yılmaz Köksal da merdivenin altından bıyıklarını burardı. Hatırlıyorum, bu sahne belki on defa çekildi.

      Ziverbey Köşkü’nün arkasında bir de ilkokul vardı. Oraya giderdim. Ablalarım da Erenköy Kız Lisesine giderlerdi. O zaman bizim evden bakıldığında Yüksek İslam Enstitüsü inşaat hâlindeydi ve Göztepe Hastanesi de yapılıyordu. Oradan baktığımız zaman Erenköy’ü görürdük. Fenerbahçe stadyumunun olduğu yerde pazar yeri vardı ve annemle pazara giderdik. Tarihî çeşmeler vardı ve şırıl şırıl akardı. Biz sularımızı çeşmelerden doldururduk.

      İstanbul’un mesire yeri gibi olduğu bir dönemi anlatıyorsunuz.

      Benim çocukluğumdan hatırladığım Ziverbey Köşkü dışındaki köşklerin hepsi yıkıldı, apartman oldu. Oturduğumuz yerin arkası Fikirtepe idi. Fikirtepe’de dedemin kardeşinin büyük bağları varmış. Dedemin kardeşi orada büyük ziyafetler vermiş. Gelen Sivaslılara parselleyip parselleyip verirmiş. Fikirtepelilerin çoğu Sivaslıdır. Gelen hemşerisine bir evlik arazi vermiş. Öyle yemiş, saltanat sürmüş. Ben çocukluğumda hatırlıyorum, bir kuzu çevirirlerdi, 40-50 kişi rakı sofrası kurar içerlerdi. Dedemin mal varlığını kardeşi yemiş yani. Ben doğmadan ölmüş dedem. Dedelerim, tabii o zaman vefat etmişti.

      İstanbul’da bir yıldan az kalan babam, daha sonra oradan Anadolu’da bir şeker fabrikasına tayinini istedi. Bunun üzerine babam Turhal’a tayin oldu. Bu yüzden ilkokul beşinci sınıfı üç ayrı şehirde okudum.

      EĞİN EĞİN DEDİKLERİ BİR GÜZEL BELDE

      Çocukluk Yılları, Erzincan

      Eğin’in günümüzdeki adı Kemaliye olsa gerek. Geçtiğimiz yıllarda Başbağlar köyü katliamıyla da gündeme gelmişti. Belli ki sizin çocukluğunuzda derin bir yer etmiş. Türkiye’nin böyle güzelliklerinin bilinmesi, görülmesi, tanınması biraz da sizin gibi münevverlerin tanıtımıyla mümkün oluyor. Sanırım siz de onu yapıyorsunuz.

      Çünkü, Eğin dünyanın en güzel yeridir. Arizona Kanyonu’ndan daha güzel bir kanyon vardır. Eteklerinden Fırat Nehri akar. Orada rafting yapılır. Rahmetli Recep Yazıcıoğlu vali iken oraya tüneller açtı. Yıllar sonra ailemi Eğin’e götürmek istedim. O zaman da TRT Yönetim Kurulu üyesiydim. Eğin’de bir müzik programı yapmalarını söyledim. En sevdiğim sanatçılardan Aysun Gültekin ve Mükerrem Kemertaş da geldiler.

      TRT’ciler iki tırla Eğin’e gittiler. Giderken de “Sırf yönetim kurulu üyesi diye bize bu programı yaptırıyor!” diye bana kızmışlar. Biz de arabayla gittik. Hanım giderken, “Ne diye getirdin bizi buralara!” diye sitem etti. Aşağısı 2 km. yar, düşsen parçan bulunmaz; Fırat da oradan acımasız akıyor. Böyle dolana dolana çıkıyorsun. “Şu pencereden bak.” diyorum hanıma bakamıyor. Köprüyü geçtikten sonra Eğin’i gördük. Ortada bir vadi ve vadinin genişlediği yerde Eğin.

      Eskiden Osmanlı zamanında 30 bin nüfuslu bir şehirmiş Eğin. Osmanlı ordusunun mutfağını Eğinliler yönetirlermiş. Şimdi zaten İstanbul’un kasaplarının çoğu Eğinlidir. Bir de erkeklere hep askere gittikleri için Eğin’de kadınlara ait bir kültür vardır. Mânileri vardır, türküleri vardır. İşte, “Ya bu fermanı kaldır ya beni oraya aldır”, “Gittin güzelleri unuttun” türküleri hep Eğin türküsüdür. Harput, Kerkük, Erzurum gibi birçok yerin meşhur Türkülerinin kökeni Eğin’dir. Ya da şöyle diyelim: Varyantları vardır türkülerin.

      Eğin ağzı, Kerkük ağzına benziyor mu?

      Hayır. Eğin merkez. Kerkük, Erzurum, Harput’a ait türkülerin çoğu Eğin türküsüdür. Mükerrem abi ile birlikte