Hasan Yılmaz

Ocak Sönmesin Diye - Lütfü Şehsuvaroğlu Kitabı


Скачать книгу

vurunca ses “tok tok” diye kalın çıkar, kapıyı erkek açar.

      Esasında bu ortak kültürün bir simgesi. Zira bizim köyümüzde de eski kapılarda böyle çift tokmak vardı.

      Bu tokmak kültürü çok yaygındır. Eğin’in konakları da şimdi tarihî eser niteliğindedir. Eğin’de ayrıca vahşi bir tabiat vardır. O geyikler, dağ keçileri, vaşaklar… Eğin’in belediye başkanı Haznedaroğlu, orada dert yandı. Bir fabrika varmış, jüt (çuval) fabrikası; şimdi atıl duruyormuş. Kendisi de Eğinli olan Ali Coşkun’a “Niye bunu tekrar diriltip sanayimizi ilerletmiyorsun?” diye kızıyorlar. Dedim ki: “Eğin’de sanayiye ne gerek var. Bu güzel, vahşi doğallık neden sanayiye mahkûm olsun. O fabrikayı geyik yetiştirme çiftliği yapın, dağlara bayırlara bırakın. Amerika’da alternatif tarım diye bir tarımsal faaliyet var. Sen buraya geyikleri, vahşi hayvanları salıp av turizmini geliştirirsen, (Eğin’in Kırkgöze’nin ötesine Malatya’ya doğru bir de havaalanı yapacaksın.) bütün dünyadan sırf Eğin’e rafting yapmaya, o vahşi tabiatı görmeye gelirler. Tünellerdeki pencerelere teleskop koyup kır turizmini, doğal, vahşi hayat turizmini geliştir. Ayrıca da av turizmini, av tarımını geliştir. İnsanlar avladıkları geyik başına müesseseye 200-300 dolar ödesin. Böylece Eğin dünya çapında tanınan bir yer olur.” Gerçekten de dünya çapında tanınması gereken bir yer Eğin.

      Ali Coşkun ile

      Geyik çiftliğini av turizmi için mi tasarlıyorsunuz?

      Av turizmi için öneriyorum. Şu anda bile orası gerçekten dünyada çetin rafting yapılacak bir numaralı yerdir.

      Hâlen yapıyorlar sanırım.

      Bazen kaya düşüyor. O tedbirleri almak lazım. Eğin ile Divriği arası yapıldı. Merhum üstadımız Nurettin Topçu da benim gibi anne tarafından Eğinlidir. Babası Erzurumludur. Ama Eğin’i çok sever. Hatta “Taşralı” hikâyesinde kocası hapiste olan ve kendisi birçok gadre uğrayan bir hanım İstanbul’da herkesten kötülük görürken, bir tek insandan iyilik görmektedir, o da der; “Bu insan herhâlde ya Erzincanlı ya Sivaslı olması lazım.” Kadın İstanbul’da bir tek kişiden iyilik görür, o da ya Sivaslı ya Erzincanlı diye düşünür. Topçu’nun böyle yerel bir milliyetçiliği de vardır.

      Yazarlar Birliği başkanıyken merhumu anmak için bir program düzenledik. Eğin’e gidip oturduğu bağ evini gördüm. Altında oturduğu ceviz ağacının altında ben de oturdum. O gidişimizde yol yeni yapılıyordu.

      Eskiden İliç’e gider, oradan Fırat’ın kenarından dağları yara yara tepeye çıkar, oradan köprüyü geçer Eğin’e girerdik. Şimdi Divriği tarafından tünellere ulaşan bir yol yapıldı. Yapılan yol dört saatlik mesafeyi yarım saate indirdi. Biz de Atilla Maraş, Mehmet Sılay, Mehmet Doğan, Şükrü Karatepe’nin de içinde olduğu Yazarlar Birliği heyeti ile Ankara-Yozgat-Sivas-Divriği-Eğin-Erzincan-Erzurum güzergâhından giderek, Nurettin Topçu’yu buralarda andık. O yolculukta Trabzonlu bir arkadaş, “Ya Karadeniz’e bir yol yapmazlar, bu dağın başına yolun ne gereği var?” diye şikâyet etti. Fakat o da Eğin’i gördükten sonra hak verdi ki o yol gerekiyor. Çünkü Eğin aynı zamanda tarihî İpek Yolu’nun konaklama yeridir. İpek Yolu kervanları burada konaklarlar. Eski kervanlar katırlarla taşımacılık yapıyorlardı. Ticaret hayvanları patika yollardan giderdi. Eğin bölgenin güvenli yerlerindendi. Orada bankerler vardı. O bankerler Ermeniler ve belki aralarında Yahudiler de olan kişilerdi. Kervanlar paralarını o güvenli buldukları Eğin’deki bankerlere yatırırlardı. Tehcir sırasında Taşnak Cemiyeti, Eğin’in tepesindeki Kırkgözeler’de gizli bir toplantı yapıyor. Kırkgözeler’de pınarlardan sular fışkırıyor. Taşnakçılar cuma günü akşamı toplanmışlar. Örgüt Eğinli Ermenileri kışkırtıp terörize edecek, arkasından da Cuma namazında eli silah tutan bütün Müslüman erkekleri yakmak istiyorlar. Eğin’in ortasında bir cami var, içinden su akar. Cuma namazında cemaat o camide toplanıyor. Tabii Kırkgöze’de uyuyan çoban konuşulanları duyuyor ve sabah namazında merkez camisine gelip haber veriyor. Dolayısıyla da Taşnakçılar tuzağa düşüyorlar ve orada hallediliyorlar.

      Dedem, anlattığım bu Eğin’den alınıp 1905’te Abdülhamit tarafından ilçe yapılan Kuruçay’a belediye reisi yapılmış.

      Eğin’de olduğu gibi, Kuruçay’da da iki tane Ermeni aile varmış. Ama Müslümanlarla iyi geçiniyorlar. Ben bunu daha sonra “Güllü” diye roman yaptım. Bir Güllü teyzemiz vardı; bu üç beş yaşlarındayken Ermeni tehciri oluyor. Müslümanlar, yolda telef olur diye ailesinden çocuğu bırakmasını istiyorlar. Mal müdürünün çocuğu yokmuş, ailesi çocuğu ona bırakıyor. O adam da rüşvetten görevden atılıyor, o arada yakında bir köy var, oradan çiftlik alıp yerleşiyor. Orada kendini içkiye vurmuş ve çocuğa kötü davranmaya başlamış. Belediye reisi olan Asım dedem de çocuğun bu hâlini görünce, adamdan alıyor kendisi büyütüyor. O sırada da Ermenilerin Erzurum’da yaktıkları Taşhan’daki camide babası ölen adı Taştan olan biri de Kuruçay’a geliyor. Dedem, Güllü 15 yaşına gelip biraz serpilince göze batmasın diye onu bu Taştan amca ile evlendiriyor. Kuruçay’ın biraz dışında Elmalık diye bir yer var, onlara oradaki çiftlik evini veriyor. Daha sonra doktor Taştan amcayı sağlıkçı olarak yanına alıyor. Bu arada gelen kadınlarla ilgilenecek bir kadın lazım olunca, Güllü teyzeyi de yanına alıyor. Daha sonra İliç’e istasyon kurulunca Taştan amca istasyon şefi yani makasçı oldu. Orada bir lojmanı vardı. Taştan amca ile Güllü teyze o lojmanda yaşadı. Biz de daha sonra Kuruçay’ı ziyarete gittiğimizde İliç’te istasyonda iner, oradan ciplerle, kamyonetlerle ya da kamyonlarla Kuruçay’a giderdik. Kuruçay’da o zaman köprü yoktu. Araçlar, derenin içinden geçerdi karşıya.

      Kuruçay’a gittiğimizde hep onların evinde kaldığımız için Güllü teyzeyi akrabamız zannederdim. 15 yaşıma geldiğimde annem Güllü teyzemin hikâyesini anlattı. Güllü teyze beş vakit namazında bir insandı. Benim “Ninemden Dinlediklerim” diye yazdığım masalların bir kısmını Güllü teyzeden dinledim. O kadar Türk kültürüne vâkıf, Türk ailesinden olmuştu. Müslüman olarak öldü zaten. Ben o Güllü teyzenin hayatını film de yapmak istiyorum. Yani böyle anıları var Eğin’in, Kuruçay’ın.

      “PAL SOKAĞI ÇOCUKLARI” ROMAN ADI DEĞİLMİŞ

      Babanızın tayinleri sebebiyle Anadolu’yu teneffüs etmişsiniz. Belli ki hiç yabancılık çekmemişsiniz yeni ortamlara. İnsanlara kolay alışan bir yapınız olsa gerek. Zira, her gittiğiniz yerde yeni bir hayat ve yeni bir çevre ile karşılaşıyordunuz.

      Arkadaş canlısı bir yapım vardır. İnsanlara ve ortama kolay uyum sağlarım. O yüzden Turhal’a gidince uyum sağlamakta zorluk çekmedim. Turhal Şeker Fabrikasını Almanlar yapmıştı. Bu yüzden şeker fabrikasının villa tarzında iki katlı taş yapılı lojmanları vardı. O taş yapılı iki katlı kâgir villaların mutfak ve yemek odası birdir. Orada kuzine gibi bir sobası vardı. Diğer odalarda da radyatör vardı. Bir odada yanan sobadan bütün odalar ısınırdı. O zaman için bize ilginç gelen bir ısıtma tekniği idi. Lojmanımızın geniş bir bahçesi vardı. Ortaokul birinci sınıftayken ben oraya bir kümes yaptım. Duyduğuma göre hâlâ o kümes duruyormuş.

      Sizin tarıma olan ilginiz o zamandan mı başladı?

      Biraz o dönemden geliyor tabii. Turhal bir tarım ve sanayi kasabasıdır. Orada ortaokul talebesiyken güreşe de başladım. Şekerspor’un güreş takımının dünya şampiyonları Mehmet Uzun, Hasan Sevinç buradan yetişti. Şeker fabrikası, çiftçiye tarımı öğrettiği gibi, kültür ırkı üstün hayvanları da çiftçiye şeker şirketi kazandırdı. Aynı