Ahmet Cevdet Paşa

Peygamberler Tarihi ve Hz. Muhammed’in Hayatı


Скачать книгу

da eskisi gibi çağrısını sürdürdü.

      Araplar akrabalık gayreti gütmekte çok aşırıydılar. Her biri kendi aşiret ve akrabasını son derece gözetirdi. Gerektiğinde her kabile birleşerek düşmana karşı giderdi.

      İslam’ın ortaya çıkmasından sonra müminler arasında dinî inanca dayanan yeni bir birlik doğdu. Akrabalık dayanışması geride kaldı.

      Resul-ü Ekrem’in damadı, yani Zeyneb’in kocası ve teyze çocuğu olan Ebul As iman etmeyen müşriklerle beraberdi.

      Resul-ü Ekrem, arka arkaya gelen ayetleri okuyup, halkı hak dine çağırdıkça, amcası Ebu Leheb arkasından dolaşır ve “Muhammed, sizi baba ve dedelerinizin dininden döndürmek ister. Sakın ona aldanmayınız, sözüne inanmayınız.” derdi.

      Ebu Leheb’in karısı Ümmü Cemil ki Ebu Süfyan’ın kız kardeşidir. Kocası gibi o da eliyle, diliyle Resul-ü Ekrem’e eza ve cefa ederdi. Öyle ki dikenler toplar, gece Resul-ü Ekrem’in geçeceği yollar üzerine saçardı.

      Resul-ü Ekrem’in kızlarından Rukayye (r.a.), Ebu Leheb’in oğlu Utbe’ye ve Ümmü Gülsüm (r.a.), Ebu Leheb’in diğer oğlu Uteybe’ye nikâhlanmışken, ikisi de Allah’a ortak koşucu olduklarından anaları ve babalarıyla birlikte Resul-ü Ekrem’e düşman oldular.

      Hâlbuki, “Allah’ın dinine çağırmaya ilk önce kendi akrabandan başla.” manasına gelen ayet inip de Resul-ü Ekrem, özellikle yakın akrabalarını Allah’ın azabıyla korkutarak hak dine çağırmaya memur olunca, hemen Kâbe’ye gitti. Safa üzerine çıkıp kavmini Allah’ın (c.c.) birliğine çağırdı.

      Bütün Beni Hâşim oraya gelerek Resul-ü Ekrem’in (s.a.v.) ne diyeceğini bekledi. Resul-ü Ekrem (s.a.v.), “Ey Abdül-Muttaliboğulları, ey Fihroğulları! Eğer şu dağın ardında bir düşman var, sizi yağmalamak için gelmiş, desem inanır mıydınız?” diye sordu. Hepsi, “Evet!” dediler.

      Hz. Muhammed (s.a.v.), “Öyleyse ben, sizi önünüzdeki kıyamet gününün azabıyla korkutmaya memurum, iman ediniz” diye buyurdu. Amcası Ebu Leheb kızdı. Bu kızgınlıkla ağzını bozdu: “Bizi bu söz için mi çağırdın?” diye azarladı. Resul-ü Ekrem’in (s.a.v.) hatırını kıracak sözler söyledi.

      Bunun üzerine, “Tebbet yedâ Ebu Lehebin ve tebbe” Suresi indi. Ebu Leheb’in kendi aleyhinde böyle özel bir sure gelmesinden ve karısı Ümmü Cemil’in “odun hamalı” diye anılması ve böyle yayılmasından dolayı fazlasıyla canı sıkıldı. Hemen oğulları Utbe ile Uteybe’yi çağırdı. Hz. Rukayye ile Hz. Ümmü Gülsüm’ü boşamaları için kesin emir verdi. Onlar da puta tapar olduklarından, çabucak bu emri yerine getirdiler. Son Peygamber’e damatlık gibi bir devlet kuşunu ellerinden çıkardılar.

      Ümmü Gülsüm’ün nikâhlısı olan Uteybe yalnız onu boşamakla yetinmeyip, Hz. Muhammed’in (s.a.v.) yanına giderek, “Ben, senin dinini inkâr ediyorum, seni sevmem. Sen de beni sevmezsin. Onun için kızını boşadım!” diyerek Hz. Peygamber’in (s.a.v.) üzerine saldırdı. Yakasından tuttu, gömleğini yırttı.

      Hâtemul-Enbiyâ (s.a.v.) da “Ya Rabbi! Onun üzerine canavarlarından bir canavarı saldırt!” diye kötü duada bulundu. Yüce Allah (c. c.) sevgili Peygamberi’nin duasını kabul etti. Nitekim Uteybe, Şam’a giderken, Zerka Konağı’nda bir aslan çıkıp onu parçaladı.

      Hz. Muhammed (s.a.v.), ondan sonra kızı Rukayye’yi (r.a.) Affanoğlu Osman’a (r.a.) vermiştir. Hz. Peygamber’in (s.a.v.) önce Kasım sonra da Abdullah adlarındaki oğulları ölüp, onlardan başka erkek çocuğu kalmadığından, Kureyş’in imansızlarından bazıları, “Muhammed’in (s.a.v.) yerini tutacak oğlu kalmadı. Öldüğünde adı unutulacak.” dediler.

      Bilmiyorlardı ki yüce Allah (c.c.) sevgili kuluna neler vermiş, onu ne büyük rütbelere eriştirmiştir. Hatırlarına da gelmiyordu ki onun dini kıyamete kadar kalacak, ümmeti kendisinin oğulları, torunları yerinde olacaktır.

      Hâtemül-Enbiyâ Hz. Muhammed (s.a.v.), evlattan evlada kalacak bir devlet ve saltanat kurmak için gelmedi ki erkek çocuğu kalmadı diye endişe edilsin. O ancak insanları, Allah’a ortak koşmaktan, sapkınlıktan kurtarmak için geldi. Kıyamete kadar da kalacak bir din bırakıp gitmek için gönderildi.

      Belki arkasından erkek çocuğu kalmaması bile bu nükteye bir işaret ve bu bakımdan hikmete uygundu. İmansızlar fırsat buldukça O’nu, böyle laf atmalarla incitirlerdi. Fakat amcası Ebu Talib’in koruması altında bulunduğundan, başka bir şey yapamazlardı.

      Ebu Bekir’in (r.a.) aşireti kalabalık olduğundan, ona da bir şey diyemezlerdi ama öteki müminlere eza cefa ederlerdi. Onları İslam dininden döndürmek için çok çalışırlardı. Öyle ki Ammâr bin Yâsir‘in annesi Sümeyye Hatun’u İslam dininden döndürmek için eziyet ederlerken Ebu Cehil bir mızrakla zavallıyı şehit etmiştir.

      Bilâl-i Habeşî ki kölelerden ilk önce İslam’la şereflenen odur. Kureyş kâfirleri ona çeşitli eziyetlerde bulunurlardı. Öyle ki boynuna ip takarak çocukların ellerine verip, Mekke sokaklarında dolaştırırlardı. Hz. Bilâl ise “Allah (c.c.) bir, Allah (c.c.) bir.” der, dininden asla caymazdı. Bütün bunlardan ötürü, İslam olanlardan bâzıları Müslümanlığını belli edemeyip gizli tutarlardı.

      Hz. Ebu Bekiri’s-Sıddık (r.a.) ise inandığı günden beri İslam olduğunu açığa vurduktan başka, kabiliyetli gördüğü kimseleri de inandırmaya çalışır, imana gelen köleleri sahiplerinden satın alarak serbest bırakırdı.

      Kâfirlerin, Müslümanlara yaptıkları eza ve cefa günden güne arttığından, Fahr-i Âlem, peygamberliğinin beşinci yılında Müslümanların Habeş ülkesine göçmelerine izin verdi.

      Önce Osman İbni Affan ile hanımı ve Resul-ü Ekrem’in kızı olan Hazreti Rukayye, Zübeyr İbni’l-Avvâm, Osman İbni Maz’ûn, Abdullah İbni Mes’ûd ve Abdurrahman İbni Avf, Mekke’den çıkıp deniz kenarına vardılar. Denizden Afrika yakasına geçtiler ve Habeş Meliki Necâşi’nin yanına gittiler.

      Ondan sonra, Hazreti Ali’nin ağabeyi olan Cafer İbni Ebu Talib de hicret etti ve onların yanına gitti.

      Necâşi Hristiyan olsa da ülkesine göç eden Müslümanlara yer verip gereken saygıyı gösterdi. Doğrusu, insanlığa bir çeşit hizmet etmiş oldu.

      Daha sonra Müslümanlardan birçokları, birbiri arkasından oraya gittiler. Böylece Necâşi’nin yanında Müslümanlar epeyce çoğaldı.

      Müslümanların Habeşistan’da çoğalmasından, İslam dininin daha geniş bir çevreye yayılmasından dolayı Kureyşliler endişeye düşüp düşünceye daldılar. Hemen İslam göçmenlerini geri çevirmek için Abdullah İbni Ebi Rebia ile Amr İbni’l-As’ı gönderdiler. Onlar da Necâşi’nin yanına gidip, ondan Müslümanların kendilerine teslim olunmasını istediler.

      Necâşi ise kendisine sığınanları düşmanlarının eline teslim etmeyi insanlığa aykırı gördü. Onlara ret cevabı verdi. Böylece ikisi de elleri boş dönüp Mekke’ye geldiler.

      Hâtemü’l-Enbiyâ (s.a.v.) peygamberliğinin altıncı senesinde bir gün Safa’da otururken Ebu Cehil oradan geçip kendisine sövdü. Hz. Peygamber (s.a.v.) bir şey demeyip susmuşsa da Abdullah bin Cüd’ân’ın bir cariyesi bunu işitti. Resul-ü Ekrem’in amcası olan Hamza bin Abdül-Muttalib o gün ava çıkmıştı. Evine dönüşte, her zaman yapageldiği gibi tavaf için silahları üzerinde olduğu hâlde Harem-i Şerif’e gitti.

      Ne var ki Hamza, Kâbe’ye giderken o cariye Ebu Cehil’in Hz. Muhammed’e (s.a.v.) sövdüğünü kendisine haber verdi. Hamza, daha imana gelmemişse de kardeşinin oğlu hakkında kötü söz söylendiğini işitince akrabalık damarları harekete geçti, hemen Kureyşlilerin