Abdullah’tan Hâtemü’l-Enbiyâ’ya hamile kaldı ve hemen Abdullah’ın alnındaki parlayan nur Âmine’nin alnında parlamaya başladı. O esnada Kureyş kavmi, kıtlık ve pahalılığa müptela olup, fazlasıyla sıkıntı çekmekte iken, Resul-ü Ekrem, ana rahmine düştüğü gibi, onun hürmetine, Hak Teâlâ Hazretleri, Kureyş’in bağ ve bahçelerine o kadar feyz ve bereket verdi ki hepsi zengin oldu.
O seneye Araplar “fetih ve sevinç yılı” dediler. Âmine gebeyken Abdullah, Şam kafilesiyle Medine’ye gitti, orada hastalandı. Yirmi beş yaşında dayılarının yanında öldü. Böylece Son Peygamber, yetim inci gibi anasının karnındayken tek ve yetim kaldı, işte o sırada alışılmışın dışında olan hadiselerden, meşhur “Fil Olayı” çıktı.
Uzun yıllar Yemen’de hüküm süren Himyer hükümdarlarının kuvvetleri azalınca Habeşliler, Arabistan yakasına geçip, Yemen ülkesini ele geçirmişlerdi.
Habeşlilerde hükümdarlık sırası Ebrehe adlı padişaha gelince, Yemen’in başşehri olan San’a’da büyük bir kilise yaptı. Bundan maksadı, Arapları Kâbe ziyaretinden vazgeçirmek, yüzlerini San’a’ya çevirmekti. Araplar ise eskiden beri yılda bir kere Mekke’ye gelip Kâbe’yi ziyaret edegeldiklerinden, San’a’da yeni yapılmış böyle bir kiliseye meyletmek şöyle dursun, ona hakaret gözüyle bakıyorlardı. Öyle ki içlerinden birisi o kilisenin içine girip pisledi. Bundan dolayı Ebrehe çok öfkelendi. Hemen Kâbe’yi yıkmak üzere büyük bir orduyla Mekke’ye doğru yola çıktı. Taif şehrine gelince bir miktar askerle bir adamını Mekke’ye gönderdi. O da gelip Mekke halkının hayvanlarını sürdü. Bu sırada Abdül-Muttalib’in de dört yüz devesini götürdü.
Abdül-Muttalib, hemen Ebrehe’nin ordusuna gitti. “Kureyş başkanı geldi.” diye haber verdiler. Onu yanına davet edip, büyük bir hürmetle ağırladı. “Niçin geldin?” diye sordu. Abdül-Muttalib develerini istedi. Ebrehe “Ben sandım ki Kâbe’yi yıkmayayım diye ricaya geldin?” dedi.
Abdül-Muttalib dedi ki: “Ben develerin sahibiyim. Onları isterim. Kâbe’nin sahibi vardır, onu O korur.” Hemen Ebrehe emretti, hayvanlarını geri verdiler.
Abdül-Muttalib, hayvanlarını aldı Mekke’ye getirdi. “Bu Kâbe’nin sahibi, onu korur korkmayınız.” diye Kureyş’e güven verdi.
Çünkü Son Peygamber Hz. Muhammed (s.a.v.), ana rahmine düşmüş, mutlu doğum yaklaşmıştı. Yakında dünyayı şereflendireceklerine dair, alışılmışın dışında nice işaretler belirmiş, Abdül-Muttalib rüyasını görmüştü. Bu bakımdan Ebrehe’nin Allah’ın Evi’ni yıkamayacağını kendi vicdanında kestirmişti.
Gerçekten iki ay sonra Son Peygamber dünyaya gelecek, sonra Kâbe’yi kıble edinecek, Ebrehe ordusunun durumu da dünyaya büyük bir ibret olacaktı.
Ebrehe’nin büyük bir fili vardı. Daima onu askerinin önünde yürütür, onunla nereye gitse zafer kazanacağına inanırdı, öyle tecrübe etmiş, öyle bellemişti. Bu sefer de Ebrehe, o fili ordusunun önüne kattı, hemen Mekke üzerine yürüttü.
Mekke’ye yaklaşıp da içeri girmeye hazırlanırken fil yere çöktü. Kaldırıp yürütmeye çalıştılar, yürümedi. Başını başka tarafa çevirdikçe hemen koşup gider fakat Mekke’ye doğru çevirdikçe gitmeyip yere yatardı.
Onlar bu çekişmedeyken Allah (c.c.) tarafından birçok Ebabil, yani dağ kırlangıcı veya keçisağan kuşları geldi. Her birinin ağzında, ayaklarında birer ufak taş vardı. Bu taşları Ebrehe askerlerinin omuzlarına bıraktılar. Hangisine değse yaralanıp öldü. Kalanlar düşe kalka Yemen’e kaçıp kurtuldu. Ebrehe de bu suretle San’a’ya varabilmişse de fena hâlde hasta olduğundan, çok geçmeden ölmüştür. Ondan sonra iki oğlu sırasıyla -kısa süreliğine- San’a’da hüküm sürmüşlerse de çok geçmeden devletleri yıkılmıştır.
Ebrehe’nin askeri öylece dağılınca Mekke halkı, şehrin dışına çıkıp onun ordusunda buldukları mal ve eşyaları aldılar.
Son Peygamber Hz. Muhammed (s.a.v.) hürmetine Kureyş Kabilesi hem öyle büyük bir düşmanın şerrinden kurtuldu hem de böyle zahmetsizce bir hayli ganimet malına kavuştu. Bir kat daha şan ve şöhret buldu.
Kureyş Kabilesi’yle çekişmekte olan Arap kabileleri artık onlarla savaşmaktan vazgeçip, onların, Allah (c.c.) tarafından korunduğuna inandılar. Bu seneye Araplar “Fil Yılı” diye ad koydular ki Hz. İsa’nın doğumunun beş yüz altmış dokuzuncu senesiydi.
Son Peygamber Hazreti Muhammed (s.a.v.) de o yıl doğdu ki Ebrehe’nin yukarıda anlatılan fille Mekke’ye gelip gitmesi muharrem ayının ortalarındaydı. Takriben elli gün sonra rebiülevvel ayı içinde de Hz. Muhammed (s.a.v.) doğdu
Hazreti Muhammed’in (s.a.v.) Doğumu
Fil Yılı’nda ve Rûmî aylardan nisan içinde, rebiulevvel ayının on ikinci pazartesi gecesi, sabaha doğru, henüz tan yeri ağardığı vakit, âlem bir başka âlem oldu. Yani Hâtemü’l-Enbiyâ Muhammed Mustafa Sallallahü Aleyhi ve Sellem Hazretleri doğdu ve gün doğmadan âlem nur ile doldu.
Abdullah’tan Âmine’nin alnına geçmiş olan parlayan nur, onun alnına geçti. Âdem devrinden beri evlattan evlada intikal edegelen peygamberlik nuru, şimdi sahibini buldu ve artık onda karar kıldı.
Ertesi gün, pazartesi sabahı putlar, yüzüstü düşmüş bulundu, görenler hayrette kaldı.
Şu sözler Âmine’den rivayet olunmuştur: “Ben, öteki kadınlar gibi gebelik zahmeti çekmedim. Gebelerde olan ağırlıkları duymadım fakat gece rüyamda gördüm ki biri gelip ‘Ey Âmine, iyi bilmelisin ki sen âlemlerin hayırlısına gebesin. Doğduğu zaman adını Muhammed koyasın.’ dedi. Doğum yaklaşınca kulağıma şiddetli bir ses geldi, ürktüm. Hemen bir ak kuş geldi, kanadıyla arkamı sığadı. Bendeki korkma ve ürkme hâlleri geçti. Bir yanıma baktım ki beyaz bir kâseyle şerbet sundular. Alıp içtiğim gibi her tarafımı nur kapladı. O anda Hz. Muhammed (s.a.v.) dünyaya geldi. Etrafıma baktım, gördüm ki Abdi Menâf kızlarına benzeyen fakat gayet uzun boylu birçok kız, etrafımda dönüyorlar. Şaşırdım. ‘Ya Rabbi bunlar kimlerdir?’ dedim.”
Hz. Muhammed (s.a.v.) doğarken Âmine’nin gözünden perde kaldırılıp anlatıldığı gibi, cennet hurilerini, melekleri görmüş olduğu, daha pek çok harikulade hâller seyretmiş olduğu rivayet edilir.
Cennetle müjdelenen on kişiden Abdurrahman İbni Avf Hazretleri’nin validesi Şifa Hatun o gece Âmine’nin yanında bulunmuş, kendisinin gözüne de Hz. Muhammed’in (s.a.v.) doğumu sırasında doğudan batıya kadar bütün dünyanın nurla dolması gibi daha pek çok âdet ve tabiat dışı şeyler görünmüş olduğunu, oğlu Abdurrahman’a söylemiş, o da başkalarına anlatmıştır.
O gece Abdül-Muttalib, Kâbe’de Allah’a (c.c.) yönelmiş yalvarırken, “Müjde ey Abdül-Muttalib! Şimdi Âmine’den bir çocuk doğdu. Vücudu âleme rahmettir.” diye gizliden bir ses işitmiş, hemen Âmine’nin yanına gitmiş, orada da nice alışılmışın dışında şeyler görmüştür.
Son Peygamber Hz. Muhammed (s.a.v.) sünnetli ve göbeği kesilmiş olarak doğmuştu. Arkasında, iki kürek kemiğinin arasında, ta kalbinin hizasında bir nişanı vardı ki ona peygamberlik yüzüğü, peygamberlik mührü denilir.
Şu sözler Hz. Aişe’den rivayet edilmiştir: “Mekke’de bir Yahudi vardı. Hz. Muhammed’in (s.a.v.) doğduğu gecenin ertesinde, Kureyşlilerin toplandığı yere gelerek, ‘Bu gece aranızda bir oğlan doğdu mu?’ diye sormuş. ‘Evet. Abdül-Muttalib’in oğlu Abdullah’ın bir oğlu oldu.’ demişler. ‘İşte Son Peygamber O’dur ve arkasında nişanı vardır.’ diye haber vermiş. Varmışlar, Hz. Muhammed’i (s.a.v.)