Ahmet Cevdet Paşa

Peygamberler Tarihi ve Hz. Muhammed’in Hayatı


Скачать книгу

verdi. Hz. Muhammed (s.a.v.), “Kass bin Sâide’nin Ukâz Panayırı’nda, deve üzerinde, ‘Yaşayan ölür, ölen yok olur, olacak olur.’ diyerek hutbe okuduğu hatırımdan çıkmaz. Bir hayli sözler daha söylemişti. Sanmam ki hepsi hatırımda kalmış olsun.” diye buyurdu.

      Ebu Bekir (r.a.) o toplantıda hazır bulunup, “Ya Resulullah! Ben de o gün Ukâz Panayırı’ndaydım. Kass bin Sâide’nin söylediği sözler hep hatırımdadır.” diyerek adı geçen hutbeyi başından sonuna kadar okudu. Bunun üzerine, Cârûd’un arkadaşlarından biri ayağa kalkıp, Kass bin Sâide’nin bazı şiirlerini okudu ki Kâbe’de Hâşimoğulları’ndan Hz. Muhammed’in (s.a.v.) peygamberliğini açıkça bildirmişti. Son Peygamber Hz. Muhammed (s.a.v.) de “Umarım ki Allah (c. c.) kıyamet gününde Kass bin Sâide’yi ayrı bir ümmet olarak diriltsin.” diye buyurdu.

      Hazreti Muhammed’in (s.a.v.) Peygamberliği

      Fahr-i Âlem Muhammed (s.a.v.) Hazretleri’ne kırk yaşında iken nübüvvet ve kırk üç yaşında iken risalet geldi. Nübüvveti, rüya-yı sâdıka ile başlayıp altı ay kadar rüyasında her ne görürse olduğu gibi ortaya çıkardı.

      O sırada bir köşeye çekilip yalnız kalmayı severdi. Hira Dağı’na gider, oradaki bir mağarada tek başına ibadet ederdi. İşte o zaman, Cebrail (a.s.) gelip kendisine göründü, şu anlamlara gelen Kur’an ayetlerini getirdi:

      “Yaradan Rabb’inin adıyla oku! O, insanı alaktan yarattı. Oku! Senin Rabb’in en cömert olandır. O, kalemle yazmayı öğretendir, insana bilmediğini öğretendir.” (Alak 1-5)

      İlk önce Allah’ın (c.c.) vahyinin heybeti, Hz. Muhammed’e (s.a.v.) korku ve dehşet verdi. Hemen, titreyerek Hatice’nin yanına gitti. “Beni örtün, beni örtün.” diye buyurdu. Hemen Hatice, O Hazret’in üzerini örttü. O da biraz rahat bir nefes alıp dinlendikten sonra olup biteni Hatice’ye anlattı. Hatice (r.a.) Hz. Muhammed’i (s.a.v.) alıp, amcaoğlu olan meşhur Varaka İbni Nevfel’in yanına götürdü. Vahiy olayını ona anlattılar. Varaka, “Müjde ey Muhammed! Sen, Meryem’in oğlu İsa’nın haber verdiği Ahir Zaman Peygamberi’sin… Sana görünen melek, Hz. Musa’ya da gelen, “Namus-u Ekber” yani Cebrail’dir. Keşke genç olsaydım da senin, insanları Allah’ın birliğine çağıracağın zamana erişseydim. Kavmin seni Mekke’den çıkaracağı zaman sana yardım etseydim.” dedi.

      Hz. Muhammed (s.a.v.) bunun üzerine, “Kavmim beni Mekke’den çıkaracak mı?” diye sordu. Varaka, “Evet, peygamberlik her kime verildiyse kavmi içinden ona düşmanlar olagelmiştir. Seni de kavmin Mekke’den çıkaracak.” diye cevap verdi. Ondan sonra vahyin arkası kesildi. Cebrail (a.s.) gelip görünmez oldu. Hz. Peygamber, bundan çok sıkıldı. Fakat İsrafil (a.s.) ara sıra gelip gider, Resul-ü Ekrem’e bazı şeyler öğretirdi. Bu hâl, üç sene kadar sürdü. Sonra bir gün Hz. Peygamber’e gökten bir ses geldi. Yukarı bakınca Cebrail-i Emin’i gördü.

      Yine kendisine korku ve dehşet gelip, Hatice’nin (r.a.) yanına gitti. Elbisesine büründü. O zaman yine Cebrail (a.s.) gelip göründü. “Ya Eyyühe’l-Müddessir” Suresi’ni getirdi, İşte Hz. Muhammed’in (s.a.v.) peygamberliğinin başlangıcı budur. Ondan sonra Cebrail-i Emin peyder pey Kur’an ayetleriyle gelip gitmeye başladı. Yirmi sene bu hâl üzere devam etti.

      Kısaca Fahr-i Âlem, bir yeni şeriat ile bütün cin ve insanlara Peygamber oldu. O’nun şeriatıyla diğer şeraitlerin hükmü ortadan kalktı. Kendisi Son Peygamber olup, ondan sonra peygamber gelme ihtimali kalmadı. Varaka İbn Nevfel evvelce öldüğünden, hayattayken belirtmiş olduğu gibi Resul-ü Ekrem’in peygamberliğine yetişemedi.

      Peygamberlik çağrısına ilk önce uyarak İslam’a giren, Resul-ü Ekrem’le beraber namaz kılan Hz. Hatice’dir. Sonra Hz. Ebu Bekir ile Hz. Ali İslam ile şereflendiler. Gerçi o zaman Hz. Ali daha erginlik çağına gelmemişti. Ama küçükken Resul-ü Ekrem’in evinde, onun terbiyesi altında bulunduğundan, Resul-ü Ekrem, halkı Allah’ın birliğine çağırmaya başladığı zaman o da iman etmiştir. Fakat İslam olduğunu belli etmeyip gizli tutardı.

      Ama Hz. Ebu Bekir, cahiliye zamanında Kureyş içinde büyümüş olduğu hâlde, nasıl ki Fahr-i Âlem, küçüklüğünden beri putlardan nefret edegelmişse, o da öteden beri putlara secde etmezdi. Sağduyusuyla Kureyş’in dininden başka, Allah katında makbul bir din olduğunu düşünür, fakat ona delil olacak, yol gösterecek bir kılavuz bulamazdı. Resul-ü Ekrem, çağrıya başladığı an, herkesten önce iman etti. Güvendiği kimseleri de el altından İslam’a çağırmaya başladı.

      Bu sırada Resul-ü Ekrem’in azat ettiği kölesi Zeyd bin Harise de İslam’la şereflendi. Ondan sonra Hz. Ebu Bekir’in çağrısı üzerine Osman bin Affan, Abdurrahman bin Avf, Sa’d bin Ebu Vakkas, Zübeyr bin Avvâm ve Talha bin UbeyduIlah iman etti. Hazreti Ebu Bekir, Sıddık ile birlikte Hz. Muhammed’in yanına gitti ve abdest alıp namaz kıldı. Radıyallahü anhüm…

      İşte ilk önce İslam ile müşerref olan eshab-ı kirâm, bu zatlardır.

      Onlardan sonra, Ebu Ubeyde İbni Abdullah İbni’l-Cerrah, Habbab İbni Eres, Ömer İbni’l-Hattab’ın amca çocuklarından Said İbni Zeyd İbni Amr İbni Nüfeyl ile hanımı Fâtıma Binti’l-Hattab, Ebu Seleme İbni Abdilesed, Erkam İbni Erkami’l-Mahrûs, Osman İbni Maz’ûn ve kardeşleri Kudâme ile Abdullah, Ubeyde İbni’l-Haris İbni’l-Muttalib İbni Abdi Menâf, Abdullah İbni Mes’ûd, Bilâl-i Habeşî, Suheyb-i Rûmî, Ammâr İbni Yâsir ile validesi Sümeyye iman etmişlerdir. Daha sonra insanlar grup grup iman etmeye başladılar.

      İşin başında Hz. Peygamber’in çağrısı gizliydi. Öyle ki namazda Kur’an-ı Kerim bile açıkça okunmazdı. Sonra, “Sana emredilen şeyi açıkla.” manasına gelen ayet indi. Bunun üzerine Resul-ü Ekrem halkı açıkça Allah’ın birliğine çağırmaya, Kur’an-ı Kerim’i sesli okumaya başladı.

      İşin başlangıcında kavminin çoğu iman etmedilerse de ondan pek de uzak durmadılar. O, onların putları hakkında söz söylemedikçe onlar da onun hakkında kötülükte bulunmadılar. Sonra putlara tapmanın Allah’a ortak koşmak demek olduğu ve bir sapıklık sayıldığına dair ve yalnız yüce Allah’a (c.c.) ibadet edilmesini emreden ayetler indi. Bu ise Kureyş’e güç geldi. O ana kadar Resul-ü Ekrem’den yalan çıkmadığını hepsi bilirdi. O kadar ki aralarında, “Muhammedül-Emin” yani Güvenilen Muhammed diye ün saldığından, her sözüne inanırlarken, bu konuda inanmadılar. Her ne kadar mucizeler gösterdiyse de kabul etmediler.

      Artık hangisine Allah’ın (c.c.) hidayeti, yani yol göstermesi eriştiyse o imana geldi. Geri kalanları Resul-ü Ekrem’e (s.a.v.) karşı düşmanlık etmek üzere birleştiler. Bu nedenle Rebia İbni Abdi Menâfin’in oğulları olan Utbe ve Şeybe, Ebu Süfyan İbni Harp İbni Ümeyye, Ebu’l-Bahterî, Ebu Cehl İbni Hişâm İbni’l-Mugîre ile amcası Velid İbni’l-Mugîre, Amr İbni’l-As’ın babası olan As İbni Vâil ve diğer Kureyş büyükleri toplanıp, tamamının ulusu olan Ebu Talib’in yanına vardılar, “Kardeşinin oğlu, bizim dinimize karışıp saldırıyor. ‘Babalarınız ve dedeleriniz de sapıklıkta idi.’ diyor. Ya onu bu işten yasakla ya da onu korumayı bırak.” dediler.

      Ebu Talib, onları tatlı yüz ve yumuşak sözlerle başından savdı. Resul-ü Ekrem de eskisi gibi halkı Allah’ın (c.c.) birliğine çağırmaya devam etti. Bu ise Kureyş’e ağır geldi. Yine toplanıp Ebu Talib’in yanına gittiler. “Artık biz, bu gidişata sabredip dayanamayız. Ne olacaksa olsun. Hiç olmazsa iki taraftan biri ortadan kalksın da öteki rahat etsin. Eğer sen Muhammed’den vazgeçmezsen, biz senden ayrılırız.” dediler.

      Ebu Talib, işin biraz daha güçleştiğini anladı. Resul-ü Ekrem’e kavmin şöyle böyle diyor, diye durumu anlattı. “Artık seni koruyamayacağım!..” demediyse de sözünün gelişinden