Ahmet Cevdet Paşa

Peygamberler Tarihi ve Hz. Muhammed’in Hayatı


Скачать книгу

ederek oradan geri döndü.

      Pek sıcak bir günde Mekke’ye ulaştılar. Hatice, birkaç kadınla beraber bir mahalde durup Şam kafilesinin gelişini izliyordu. Gördüler ki yolculardan birinin başı üzerinde iki kuş kanat gerip geliyor ve çadır gibi gölge ediyor. “Bu kim ola?” derken Meysere çıkageldi. Muhammedül-Emin olduğunu bildirdi ve sıcak vakitlerde iki meleğin, O’nun başı üzere kanat gerip gölgelendirmek gibi nice harikulade hâller gördüğünü ve Nastûra’nın sözlerini haber verdi.

      Muhasebe görüldü, diğer yıllara nispetle yüklü kâr ve menfaat göründü. Fakat Hatice’nin gözüne Şam ticaretinin kâr ve menfaati görünmezdi. Zira daha önce Hatice bir rüya görüp amcasının oğlu olan Varaka İbni Nevfel’e anlattığında, “Sen, Ahir Zaman Peygamberi’nin eşi olacaksın.” diye tabir etmişti.

      Varaka İbni Nevfel ise Hristiyan dininden olup İncil ve Tevrat okuyan, gelecek şeylerden haber veren gayet ihtiyar, meşhur bir kâhin idi. Bundan dolayı Hatice’nin fikri buna sarmış ve diğer şeyleri zihninden çıkarmış idi. İşte bu sırada taraflardan aracılar ortaya çıktı. Hatice’nin, Fahr-i Âlem Hazretleri’ne nikâhlanması hususuna karar verildi. Hemen Hatice’nin evinde nikâh kıyılmak üzere Kureyş’in büyükleri toplandı. Fahr-i Âlem Hazretleri de amcası Hamza ile birlikte orada bulundu. Evvela Ebu Talib, güzel bir hitabede bulundu ki özet şekliyle tercümesi buradadır:

      “Şükür Allah’a ki bizleri İbrahim’in zürriyetinden, İsmail’in neslinden, Maad’ın aslından, Mudar’ın unsurundan yarattı ve bizi Beyt-i Mükerrem’inin bekçisi ve Harem-i Şerif’inin hizmetçisi ve bu şekilde insanların hâkim ve başkanı yaptı. Bundan sonra sadede gelelim. Kardeşimin oğlu Muhammed İbni Abdullah, Kureyş’ten hangi genç ile mukayese edilirse, ona soy ve sop bakımından, akıl ve faziletçe daha üstün olur ve gerçi malı az ise de ona bakılmaz. Zira mal, bir kaybolan gölge ve engel iştir, alınır verilir, geçici bir şeydir. Vallahi bundan sonra onun hâl ve şanı pek büyük olacaktır. Hâlbuki sizin bu şekilde şeref ve şan sahibesi olan kızınız Hatice’ye rağbet buyurdu. Şu kadar muaccele ve müeccele mehir verdi.”

      Ebu Talib’in bu konuşması üzerine Nevfeloğlu Varaka da bir konuşmada bulundu: “Allah’a şükür ki bizleri belirttiğin gibi yarattı. Saydığın üstünlük ve şeref ile seçkin kıldı. Şimdi biz, Arap’ın uluları, reisleriyiz. Siz de öylesiniz. Aşiret, sizin üstünlüğünüzü inkâr etmez. Hiçbir kimse sizin hayır ve şerefinizi reddetmez. Biz de sizinle akraba olmak istiyoruz. Ey topluluk! Şahit olunuz. Ben, Abdullahoğlu Muhammed’e (s.a.v.) Huveylid’in kızı Hatice’yi nikâhladım.” dedi. Kureyş uluları şahit oldu.

      Fahr-i Âlem, o zaman yirmi beş yaşında olup, Hatice ise ona göre epeyce yaşlıydı. İşte Haticetül-Kübra denilen Seyyidetü’n-Nisa (Kadınların Efendisi) budur. Onun ölümüne kadar Hz. Muhammed (s.a.v.), ondan hoşnut ve razı kaldı. Onun sağlığında başka bir kadınla evlenmedi.

      Hz. Muhammed’in (s.a.v.) Hz. Hatice’den önce Kasım adında bir oğlu dünyaya geldi. Bundan dolayı Arap örf ve âdeti gereğince Fahr-i Âlem’e, “Ebu’l-Kasım” yani Kasım’ın babası denildi. Fakat Kasım küçükken öldü.

      Hz. Muhammed (s.a.v.) otuz yaşındayken Zeyneb; otuz üç yaşındayken Rukuyye, sonra Ümmü Gülsüm adındaki kızları dünyaya geldi. Kendisine peygamberlik geldiği zamanda Fâtımatü’z-Zehra adındaki muhterem kızı doğmuştur ki Fahr-i Âlem, onu bütün çocuklarından çok severdi. Onun hakkında Seyyidetü’n-Nisa diye buyurdu. Yine Hz. Muhammed’in (s.a.v.) peygamberliğinden sonra Abdullah adında bir oğlu dünyaya gelmiştir. Fakat o da küçükken ölmüştür.

      O zaman Kureyşliler başsız bir halk kalabalığı durumundaydılar. Fakat hakkın yerine getirilmesine çok dikkat ederlerdi. Kavmin uluları tarafından mazlumun hakkı zalimden alınırdı. Hatta büyük bir meclis kurup, Mekke’de kimseye haksızlık ve zulüm ettirmemek üzere sözleşerek yemin etmişlerdi. O mecliste Hz. Muhammed (s.a.v.) de bulunmuştu.

      Önceleri Kâbe’de bir kuyu vardı. Hazine yapılarak Kâbe’ye getirilen hediyeler oraya konurdu. Kâbe’nin bazı yerleri selden yıkılınca bir hırsız bu Kâbe hazinesinden bazı eşyaları çalmış, Kureyş’in uluları arasında verilen karar üzere elleri kesilmişti. Bunun üzerine Kureyşliler, Kâbe’yi yeniden yapmaya başladılar. Yapım sırasında iş Kara Taş’ın yerine konmasına gelince, bazı kabileler Hacer-i Esved’i yani Kara Taş’ı yerine biz koyacağız, diye iddia ettiler. Diğerleri ise buna karşı çıktığından aralarında çekişme başladı. Sonunda bu davayı kılıçla çözmek üzere savaşa karar verdiler.

      Sonra bu karardan cayıp Muhammedü’l-Emin’i hakem seçerek O’nun hükmüne razı oldular. O da bir parça bez getirip Hacer-i Esved’i onun içine koydu; her kabileyi bir ucundan tutturup, taşı yukarı kaldırttı; mübarek elleriyle Hacer-i Esved’i alıp yerine koydu. Kureyşliler, O’nun bu hüküm ve tedbirini kabul edip çok beğendiler. Bu şekilde aralarındaki kavga ve çekişme de sona erdi. O zaman Fahr-i Âlem, otuz beş yaşındaydı. Otuz yedi yaşına gelince gaipten kendisine, “Ey Muhammed!” diye seslenilmeye ve bazı taraflarda nur görünmeye başladı. Bu sırları yalnız Hatice’yle paylaşırdı.

      Hâtemul-Enbiyâ Hz. Muhammed’in (s.a.v.) geleceğini önceden haber vermiş olanlardan birisi de İyâd kabilelerinin ulusu olan meşhur Kass bin Sâide’dir ki uzun yaşamış, güzel ve düzgün konuşmakla tanınmış bir kimseydi. Öyle ki, çok yaşlıyken Ukâz Panayırı’nda kızıl bir deve üzerinde olduğu ve Arap’ın en iyi konuşanları orada hazır bulunduğu hâlde çok düzgün ve sanatlı bir konuşma yapmıştı. O zaman Fahr-i Âlem de Ukâz Panayırı’nda bulunup onun bu yüksek konuşmasını dinlemişti. Fakat henüz halkı, Allah’ın birliğine çağırmakla görevlendirilmemişti.

      Kass bin Sâide’nin o konuşması, Arap’ın meşhur konuşmacıları arasında çok yayılmış, dillere destan olmuştur. Kısaca tercümesi şöyledir:

      “Ey insanlar! Geliniz, dinleyiniz, belleyiniz, ibret alınız. Yaşayan ölür, ölen yok olur, olacak olur. Yağmur yağar, otlar biter. Çocuklar doğar. Analarının babalarının yerini tutar. Sonra hepsi yok olup gider. Olayların ardı arkası kesilmez. Hemen birbirini kovalar. Kulak veriniz, dikkat ediniz. Gökte haber var, yerde ibret alacak şeyler var. Yeryüzü bir sarayın döşemesi, gökyüzü bir yüksek tavan. Yıldızlar yürür, denizler durur. Gelen kalmaz, giden gelmez. Acaba vardıkları yerden hoşnut olup da mı kalıyorlar? Yoksa orada bırakılıp da uykuya mı dalıyorlar? Yemin ederim Allah’ın (c.c.) katında bir din vardır ki şimdi bulunduğunuz dinden daha sevgilidir. Allah’ın (c.c.) bir gelecek peygamberi vardır ki gelmesi pek yakın oldu. Gölgesi başınız üstüne geldi. Ne mutlu o kimseye ki O’na inanır, O da ona doğru yolu gösterir; vay o talihsize ki O’na isyan eder, karşı çıkar. Yazıklar olsun ömürleri gafletle geçen ümmetlere.

      Ey İyâdIılar! Hani babalarınız, dedeleriniz, hani süslü köşkler, taştan evler yapan Ad ve Semûd kavmi, hani dünya varlığına gururlanıp da kavmine, ‘Ben sizin en büyük Rabb’inizim!’ diyen Firavun ile Nemrud? Onlar size göre daha zengin, kuvvet ve kudretçe sizden fazla değil miydiler? Bu yer onları değirmeninde öğüttü toz etti, dağıttı. Kemikleri bile çürüyüp dağıldı. Evleri yıkılıp ıssız kaldı. Yerlerini yurtlarını şimdi köpekler şenlendiriyor. Sakın onlar gibi gaflet etmeyin, onların yoluna gitmeyin. Her şey yok olup gidicidir. Kalıcı olan ancak yüce Allah’tır ki birdir, ortağı, benzeri yoktur. Tapılacak ancak O’dur. Doğmamış, doğurmamıştır. Bizden önce gelip geçenlerde bize ders olacak şey çoktur. Ölüm ırmağının girecek yerleri var, ama çıkacak yeri yoktur. Büyük, küçük hep göçüp gidiyor. Giden geri gelmiyor. Kesin olarak biliyorum ki herkese olan bana da olacaktır.”

      Kass bin Sâide, Son Peygamber’in yakında geleceğini