Jules Payot

İrade Terbiyesi II Zihinsel Çalışma ve İrade


Скачать книгу

rel="nofollow" href="#n4" type="note">4

      Fransız ulusal eğitiminin, bilimsel gelişmelere ve Alman eğitim sistemine hayranlık duyan kurucuları ruhsal eğitimi başka bir millet tarafından kabul görmüş bilgi birikimiyle birbirine karıştırdı. Yüzeysel bilgiler ansiklopedisini hafızaya istiflemenin ağırlığı altında kaldılar ve derin bir ruh eğitimi konusunda ihmalkâr davrandılar. Böylece insan doğasının en değerli ve tesirli duygularının iş birliğinden mahrum kaldılar.

      Korkuya Başvurmak

      Fransız pedagojisi, kendisini iflasa mahkûm edeceğini bildiği için duygulara başvurmayı reddetmez. Ama Fransızların daha cesur duygulara erişebilir olduğunu bilmesine rağmen oldukça sefil duygulara, korkuya ve kıskançlığa başvurmaktan öteye gidemez. Bun-lar evrensel ve güçlü duygulardır ancak etkileri zamanla sınırlıdır.

      Cezalandırılma korkusu frenleyici nitelikte olabilir fakat hiçbir zaman harekete geçirici ve canlandırıcı bir etkiye sahip değildir. Yalnızca kötü bir alışkanlığın ya da kusurlu eğilimlerin önüne geçmede faydalı olabilir. Öyle ki yapılmaması gereken bir eylemi dayak korkusuyla o kadar idrak ettirebiliriz ki bir av köpeğini dahi avlanan hayvanı parçalamaması yönünde bu sayede eğitebiliriz. Yine de bu eyleme pek güvenmemek gerekir. Aynı şekilde korku aracılığıyla bir çocuğun okuldan kaçmasını engelleyebiliriz fakat onu ciddi bir şekilde çalışmaya ve özveride bulunmaya teşvik etmek söz konusu olduğunda bu yönteme güvenmeyin. Dış görünüşten ibaret bir çaba ve sahte bir istenç takınacak, korku yönteminin tersini uygulayarak elde edilebilecek olandan daha azını size sunacaktır. Öğrenci, çalışmanın onu sıktığı zamanlarda çaba göstermekten kaçmak konusunda oldukça beceriklidir. Dikkatini çalışmaya veriyormuş gibi gözükse de enerjisini öğretmenini aldatmaya yönelik kullanmakla meşguldür. Sağlam adımlarla ilerlemez ve zorlukları aşmak için gereken çabayı göstermez. Bu sahte tutum öğrencilerimizin çoğunda görülür. Zihinlerinde bazı düşünceleri takip ederken dikkat kesilmiş havası vermeyi bilirler. Bu durumdan bezmiş öğretmenler, öğrenciler tarafından yansıtılan görüntüyü kabul etmek durumunda kalırlar. Aralarındaki bu gizli ittifakı, sıkıntı verici bir duruma razı olmak için düzmece çabanın sahteliğini oy birliğiyle kabul eder çünkü ortaya gerçek bir çaba koymak gerektiğinde yıpranmak ve öğrencilerin yarısını dışarıya atmak kaçınılmaz olacaktır. Bu durum, Fransız ortaöğretiminde skandal olarak kabul edilir.

      Bir okulun merdiven altındaki ceza sınıfına her girdiğimde bunun eğitim sistemimiz için bir utanç durumu olduğunu düşünürüm. Bir gerçek gözlerden kaçar: Ceza alanlar hep aynı öğrencilerdir. Bu da sistemin açıkça iflas ettiğinin bir göstergesidir.

      Cezaya alışkın olanlar irade hastalarıdır. Tek yapılan onları iki saat boyunca bir odaya kapatmak ve fiil çekimlerini defalarca yazmak gibi baştan savma yapılabilecek bir işi tamamlamaya zorunlu tutmaktır. Bu, gribe yakalanan bir çocuğu tedavi etmek amacıyla verilen faydasız bir ilaçtır. İrade hastalığı ateşi kırk dereceye çıkarmasa bile bir hastalıktır; semptomlarını ayırt etmek, teşhis koymak ve bilimsel çareleri tatbik etmeyi gerektirir. Ceza odasının hasta koğuşuna dönüştürülmesi gerekmektedir. Mantıksal sapkınlıkların çokça bulunduğu bir eğitim yuvasında, tuhaftır ki kimse bu sapkınlıkları ortaya çıkarmaz ve tedavi etmez. Acımasız ceza sistemimiz, irade hastalarının durumunu yıldan yıla vahimleştirmekte ve eğitimli addedilen insanlar arasındaki hastaların çoğalmasına sebep olmaktadır. Cezaya alışkın olanların çoğu uygunlaştırılmış bir tedaviyle kurtarılabilir ancak ceza korkusu gücü tükenmiş bir iradeye asla atılım imkânı vermez.

      Kısacası ertesi gün okul çıkışında sistemin başarısızlığı kendini gösterir. İstemeyi öğrenememiş bir öğrenci için artık ceza da yoktur. Bir ceza, uygulanabilir ve kaçınılmaz olduğu müddetçe sahip olabileceği en az etkiye sahiptir.5 Tembel öğrenciye uygulanan cezaların yaptırımı da çok azdır ve sınavlarda kopya çeken, hakem kurulunun hoşgörüsüyle işin içinden sıyrılan arkadaşlarını temel alarak tembelliğinin cezasını ödemeyeceği yanılgısına kapılır.

      Rekabet Duygusu ve Tehlikeleri

      Eskimiş pedagoji anlayışımız, iyi ve enerjik öğrencilerde istek uyandırmak için rekabet ortamı yaratır. Ancak rekabet duygusunun iki kötü duygu ortaya çıkarabileceği ortadadır: Zirvede yer almak için mücadele eden pek az öğrencide bencillik ve kibir baş gösterirken diğerlerinde kıskançlık duygusu kendini belli eder. İyiden iyiye yüzeye çıkan rekabet, bilinçaltında koşullanmaya başlar: Eğer bugün dünkünden daha cesur ve dayanıklı olursam bu daha iyi olduğum anlamına gelir. Böylece açığa çıkan mükemmellik duygusu, insan doğasının en derin ve en saf hazlarından biridir. Haklı bir sevinç kaynağıdır.

      Ancak kendini akranlarıyla karşılaştırmak üzüntü verici bir durumdur.

      İlk olarak kıyaslama yapmak kendimize haksızlıktır çünkü hepimizin taşıdığı özellikler birbirinden farklıdır.

      Kendimizi sağduyuyla yargılama konusunda yetenekli olduğumuz kadar başarıda şans faktörünün de söz konusu olduğunu bilmemiz gerekmez mi?

      Akranımıza ve kendimize dar bir aralıktan bakarız: Çeviride ve tarihte ondan daha iyi olduğumuzu düşünürüz ancak onun dürüstlük ve cesaretteki üstünlüğünü göz önüne almayız.

      Kendini övme duygusu öyle sarmaşık ve kötü bir ottur ki bu otu bahçemizde büyütmek boşa zaman kaybıdır: Bu duygu kendi kendine büyür ve ona sahip olan genç insanlar kendi değerlerini abartmaya, diğerlerinin değerlerini ise küçük görmeye meyilli hâle gelir.

      Çocuğu sadece rekabet duygusuyla harekete geçirmeye alıştırmak bir hatadır: Odasında yalnız başına ders çalışırken ve onu örnek gösterecek öğretmenleri etrafında yokken kendiyle övünme duygusu bir işe yaramaz. Yüzüstü yere çakılır ve onca gencin kendinde çalışma gücünü bulamayarak kafelerde hayatını kararttığı üzücü alışkanlıkların kurbanı olur.

      Arzusunu yapay bir ocak ısısından almaya ve kaynağını dış etkenlerden sağlayarak içindeki arzuyu alevlendirmeye alışmak, bilinçsiz bir tutumdur. Kendine has gücü bulunmayan ve yalnızca dışardan bir enerjiyle harekete geçen otomatların sayısı hiç de az değildir.

      Belki de küçük şehirlerin yoksulluğu, bir bakıma çocukluk çağlarında başlayan kibirden kaynaklanmaktadır. Kendisini harekete geçirecek haklı sebepleri içinde bulmaya alışkın olmayan genç insan, bu sebepleri dışarıda arar. Daha sonraları bu insanın dünya görüşünün kişiliği üzerinde yaratacağı despotluğa maruz kalmasına neden şaşıralım ki? Birçok aşağılık hataya hoşgörülü olan fakat hür zihinlere gelince acımasızca yaklaşan bir dünya görüşü. Bu tip bakış açıları için suçların en büyüğü, girişimde bulunmak ve özgün olmaktır. Eğitim sistemi bu şekilde devam ettiği sürece bu güçlü ama sefil kibir duygusu varlığına devam edecektir.

      Rekabetin küçük ölçüde de olsa bir etkiye sahip olduğunu düşünerek bu yönteme başvurmak üzücüdür. Sadece küçük sınıflarda belli başlı bir etkisinin olduğundan bahsedebiliriz. Rekabet, günümüz edimsel pedagojisinin temel dinamizmini oluşturduğu için ödüle ulaşamayanların kendilerini kimsesiz hissetmeleri kaçınılmaz olur. Bu kişilerde öz saygılarına dair hiçbir güçlü duyguyu harekete geçiremeyeceğimizden etkisizliğini anlattığımız cezalandırma korkusuna ve hazzın cazibesine itiraz etmek zorundayız.

      Hazzın Cazibesi

      Hazzın cazibesi ceza alma korkusundan daha iyi değildir. Çocuğa bir tatlı, bir oyuncak ya da dersini bitirdiğinde onu gezintiye çıkarma sözü vermek kalitesiz bir eğitim