Гарриет Бичер-Стоу

Tom Amca’nın Kulübesi


Скачать книгу

aynı perdeden bağırıyordu. Senatörümüz ise bir devlet adamıydı ve elbette ki diğer ölümlüler gibi ağlaması beklenemezdi, o da odadakilere sırtını döndü ve pencereden baktı, boğazını temizlemekle ve gözlüklerini silmekle meşgul görünüyordu, aralarında ciddi bir şekilde onu gözleyecek biri varsa, arada bir şüphe çekecek bir şekilde burnunu temizliyordu.

      “Nasıl olur da bana iyi bir efendiniz olduğunu söylüyorsunuz?” diye birden bağırdı, boğazında yükselen bir şeyi metin bir şekilde yutarak, birdenbire kadına doğru dönmüştü.

      “Çünkü iyi bir efendiydi, onun için bunu söyleyebilirim ve hanımım da iyiydi ama ellerinden bir şey gelmiyormuş. Borçları varmış, nasıl olduğunu bilmiyorum ama bir adamın bir üstünlüğü vardı ve onlar da istediğini vermek zorundaydı. Onları dinledim ve bunu hanımıma söylediğini duydum, hanımım benim için yalvardı ve beni savundu. O ise elinden bir şey gelmediğini, kâğıtların imzalandığını söyledi. O zaman ben oğlanı alıp evi terk ettim ve buraya geldim. Eğer başarsalardı yaşamaya çalışmanın gereksiz olduğunu biliyordum, zira bu çocuk sahip olduğum tek şey.”

      “Kocanız yok mu?”

      “Var ama o da başka bir adama ait. Efendisi ona gerçekten sert davranıyor ve beni görmeye gelmesine pek izin vermiyor; bize giderek daha kötü davranmaya başladı ve onu güneyde satmakla tehdit ediyor; sanki onu bir daha hiç görmeyecekmişim gibi!”

      Kadının bu sözcükleri söylediği sakin ton yüzeysel bir gözlemciyi onun tamamen duygusuz olduğunu düşündürebilir ama kocaman, koyu renk gözlerinde daha derin manalar taşıyan sakin, sabit, içten gelen bir elem vardı.

      “Peki nereye gitmeyi düşünüyorsun, zavallı kadıncağızım?” dedi Bayan Bird.

      “Kanada’ya, bir de nerede olduğunu bilsem. Kanada çok uzak, değil mi?” dedi, Bayan Bird’ün yüzüne masum ve saf bir ifadeyle bakıyordu.

      “Zavallı şey!” dedi Bayan Bird istemsizce.

      “Çok uzaklarda olduğunu mu düşünüyorsunuz?” dedi kadın içtenlikle.

      “Düşündüğünden daha uzakta, zavallı çocuk!” dedi Bayan Bird. “Ama senin için ne yapabileceğimizi düşüneceğiz. Dinah, kendi odanda mutfağa yakın bir yerde ona bir yatak yap ve sabah ona ne yapabileceğimizi düşüneceğim. Bu arada, hiç korkma, zavallı kadın; Tanrı’ya güven, o seni korur.”

      Bayan Bird ve kocası salona geri döndüler. Kadın ateşin önündeki küçük sallanan sandalyesine oturup düşünceli bir şekilde öne arkaya sallanmaya başladı. Bay Bird ise odada uzun adımlarla gidip geldi, kendi kendine homurdandı. “Öf, pöf! Kahrolası garip bir iş!” Sonunda uzun adımlarla karısına gelerek şöyle dedi:

      “Diyorum ki hanım o bu gece buradan gitmek zorunda. O adam kokuya yarın sabah erkenden gelmiş olur. Kadın tek başına olsa her şey bitene kadar sessizce yatardı ama eminim o küçük çocuk bir alay at ve askerle rahat durmayacaktır, kafasını bir pencere ya da kapıdan çıkartarak hepsini buraya toplar. Bu ikisiyle burada yakalanmak benim için de garip olur! Hayır, bu gece gitmek zorundalar.”

      “Bu gece! Bu nasıl mümkün olur, nereye giderler?”

      “Eh, ben nereye olacağını iyi biliyorum.” dedi senatör, dalgın bir tavırla çizmelerini giymeye başlayarak. Bacağının yarısını sokmuşken durup dizini iki eliyle kavradı ve derin düşüncelere daldı.

      “Kahrolası garip, çirkin bir iş.” dedi sonunda, çizmelerini tekrar çekmeye başladı. “Ve bu gerçek!” Bir çizmesini giymiş gibiyken, senatör diğerini eline alıp halının şekillerini adamakıllı inceliyor gibi göründü. “Bunun yapılması gerekir, ne kadar istemesem de lanet olsun!” Ve kaygıyla diğer çizmesini çekerek pencereden bakmaya başladı.

      Ufak tefek Bayan Bird sağduyulu bir kadındı, hayatı boyunca “Sana söylemiştim!” dememişti ve şimdiki durumda kocasının düşüncelerinin alacağı şeklin oldukça farkında olarak ihtiyatlı bir biçimde işe karışacağı zaman için sabrediyordu, sadece çok sessizce sandalyesinde oturdu. Beyinin uygun olduğu zamanda bahsedeceği planları duymak için oldukça hazır görünüyordu.

      “Gördüğün gibi.” dedi adam. “Benim Kentucky’den gelen ve bütün kölelerini salan eski müşterim Van Trompe burada koydan on kilometre kadar ötede, ormanın içinde kimsenin bir amacı yoksa gitmediği bir yer almıştı, bu yer aceleyle bulunacak bir yer değil. Burada kadın yeterince güvende olur ama işin kötü yanı bu gece oraya benden başka kimsenin arabayı süremeyecek olması.”

      “Niye? Cudjoe harika bir sürücüdür.”

      “Evet ama olay şu. Koy iki kere geçilmek zorunda ve ikinci geçiş benim bildiğim kadar bilmiyorsan oldukça tehlikeli. At üstünde yüzlerce kez geçtim ve dönüşleri tam olarak bilirim. Gördüğün gibi, buna yardım gerekmiyor. Cudjoe saat on iki civarlarında mümkün olduğu kadar sessizce atları hazırlasın ve kadını götürürüm. Sonra işin rengini değiştirmek adına, oraya üç dört gibi gelen Columbus’un dikkatini çekmek için yakındaki hana götürsün, böylece arabayı bu iş için hazırlanmış sanarlar. Yarın sabah erkenden işe giderim. Ancak bütün olup bitenlerden sonra kendimi âciz hissedeceğim ama canı cehenneme, elimde değil!”

      “Kalbin kafandan daha iyi bu durumda, John.” dedi karısı, küçük, beyaz elini onunkinin üzerine koymuştu. “Senin kendini tanıdığından daha iyi seni tanımasam, seni sever miydim?” Ufak tefek kadın gözlerinde yaşlar parlarken öylesine güzel görünüyordu ki senatör böylesine tatlı bir yaratığın onu tutkuyla sevmesine sebep olduğu için mutlaka akıllı bir adam olduğunu düşündü ve arabayla ilgilenmek üzere ağırbaşlı bir şekilde yürüdü. Ancak kapıda bir an durdu ve sonra geri gelerek tereddütle şöyle dedi:

      “Mary, ne hissedersin bilmiyorum ama zavallı küçük Henry’nin eşyalarıyla dolu bir çekmece var.” Bunu söyleyerek çabucak topukları üzerinde döndü ve arkasından kapıyı kapattı.

      Karısı odası yanındaki küçük bir yatak odasını açtı ve şamdanı alarak komodinin üzerine koydu, sonra küçük bir girintiden bir anahtar aldı ve düşünceli bir şekilde çekmecenin kilidine soktu, peşi sıra gelen iki oğlu sessiz, manalı bakışlarla annelerine bakarken ansızın durdu. Ah, bunu okuyan anne! Evinizde onu açmanın küçük bir mezarı tekrar açmak gibi hissettirdiği bir çekmece veya dolap hiç oldu mu? Ah! Eğer böyle değilse, ne mutlu bir annesiniz.

      Bayan Bird yavaşça çekmeceyi açtı. Birçok çeşit ve desende paltolar, destelerle önlükler ve sıra sıra küçük çoraplar vardı, burnu sürtülerek yıpranmış küçük bir çift ayakkabı bile, kâğıt yığınının arasından görünüyorlardı. Oyuncak bir atla araba, bir topaç, bir top vardı, bir sürü gözyaşı ve kalp kırıklığıyla yüklü anılar da! Çekmecenin yanında oturdu ve başını ellerine dayayarak gözyaşları parmaklarından çekmeceye akıncaya kadar ağladı, sonra birden başını kaldırarak kaygılı bir ivedilikle en sade, en sağlam olanları seçti ve onları bir çıkın yaptı.

      “Anne.” dedi oğlanlardan biri, yavaşça koluna dokunarak. “Bunları verecek misin?”

      “Sevgili oğullarım.” dedi içtenlikle ve yumuşak bir sesle. “Eğer sevgili, canımız küçük Henry’miz cennetten bakıyorsa bunu yaptığımıza memnun olacaktır. Onları herhangi birine vermeye gönlüm razı olmadı, mutlu olan birine. Ancak onları benden daha kalbi kırık ve acılı bir anneye vereceğim ve umarım Tanrı onlarla bize rahmetini gönderir!”

      Bu dünyada üzüntüleri diğerleri için neşeye dönen kutsanmış ruhlar vardır; mezarda bir sürü gözyaşıyla yatan dünyevi umutları, yalnızlar ve kederliler için baharın iyileştiren çiçekleri