Гарриет Бичер-Стоу

Tom Amca’nın Kulübesi


Скачать книгу

bir şeyler homurdanarak durdukları büyük mutfağın yanındaki küçük yatak odasının kapısını açtı ve kadına içeri girmesini işaret etti. Bir mum alarak yaktı ve masanın üzerine koydu, sonra Eliza’ya bir şeyler söyledi.

      “Şimdi kızım buraya kimin geleceği ile ilgili olarak en ufak bir korku duymanıza gerek yok. Böyle şeylere alışkınım.” dedi, şömine rafındaki iki üç büyük tüfeği işaret ederek. “Beni bilen pek çok insan ben istemeden evimden birini çıkarmanın pek sağlıklı bir şey olmadığını bilir. Şimdi siz sanki anneniz sizi sallarmış gibi sessizce uyuyun.” dedi, kapıyı kapattı.

      “Bu eşine az rastlanır güzellikte.” dedi senatöre. “Ah, zaten güzeller bazen kaçmak için en haklı nedene sahiptir, iyi bir kadında olması gereken türden duyguları varsa. Bütün bunları iyi bilirim.”

      Senatör birkaç kelimeyle Eliza’nın hikâyesini özetledi.

      “Ah, ah! Korkunç! Bilmek istemezdim.” dedi iyi adam acır bir şekilde. “Aman, aman! Doğa böyledir, zavallı yaratık! Bir geyik gibi avlanmış, doğal duyguları yüzünden ve annenin elinden başka türlüsü gelmediği için! Bunlar yüzünden her şeye sövesim geliyor.” dedi dürüst John, büyük, çilli, sarı elinin tersiyle gözlerini silerken. “Size ne söyleyeceğim yabancı, ben kiliseye gitmeyeli yıllar olmuştu çünkü etraftaki papazlar İncil’den bazı şeylerin kesilmiş olduğunu vaaz ederlerdi, ben de Yunanca ve İbraniceleri yüzünden onlara gitmedim, İncil’i hepten boş verdim. Yunanca bilen bir papaza rastlayıncaya kadar da kiliseye gitmedim, o da tersini söyleyince asılmaya karar verip kiliseye gittim. Olay bu işte.” dedi John, bu süre boyunca da böylesine önemli bir anda sunmak üzere çok süslü bir şişe elma şarabını açmaya çalışmıştı.

      “Gün ışıyıncaya kadar burada kalsanız iyi olur.” dedi içtenlikle. “Ben de yaşlı kadını çağırıp size hemen yatak hazırlattırayım.”

      “Teşekkür ederim, sevgili dostum.” dedi senator. “Gidip bu gece Columbus’a görünsem iyi olur.”

      “Ah! Peki o zaman, eğer gitmeniz gerekiyorsa ben de biraz sizinle gelirim ve sizi oraya götürecek geldiğiniz yoldan daha iyi bir kavşak gösteririm. O yol çok kötüdür.”

      John giyindi ve az sonra elinde bir lambayla evinin arkasındaki boş yola doğru arabaya rehberlik etti. Ayrıldıkları sırada, senatör eline on dolarlık banknot bıraktı.

      “Onun için.” dedi kısaca.

      “Evet, tabii.” dedi John, aynı şekilde kısa bir cevapla.

      El sıkışıp ayrıldılar.

      X

      Mal Taşınıyor

      Şubat sabahı, Tom Amca’nın kulübesinden gri ve sisli görünüyordu. Üzgün yüzleri, kederli yüreklerin yansımalarını seyrediyordu. Ateşin önündeki küçük masa ütü beziyle örtülmüştü; temiz ama kaba, yeni ütülenmiş bir iki gömlek ateşin yanındaki sandalyenin arkasına asılmıştı ve Chloe Teyze önündeki masaya bir diğerini sermişti. Her katı, her kenarı büyük bir titizlikle iyice ovup ütüledi, arada bir elini kaldırıp yanaklarından süzülen yaşları silmek için yüzünü ovalıyordu.

      Tom dizlerinde Ahit açık, başı ellerine dayanmış oturuyordu ama ikisi de konuşmuyordu. Hâlâ erkendi ve çocuklar birlikte küçük, kaba tekerlekli karyolada uyuyorlardı.

      Tom’un iyilikle dolu, nazik, evine düşkün bir kalbi vardı, bu sebeple de üzüntü duyuyordu. Bu mutsuz ırkın tipik bir örneği olarak kalkıp sessizce çocuklarına baktı.

      “Son kez.” dedi.

      Chloe Teyze cevap vermedi, sadece kaba gömleği ovdu durdu, bir elin yapabileceği kadar düzgün hâle getirdi ve sonunda birden çaresizlikle ütüyü bastırdı, masanın başına oturdu ve “Yüksek sesle ağladı.”

      “Diyelim ki oluruna bıraktık ama ah, Tanrı’m! Nasıl yapabilirim? Nereye gittiğini ya da sana nasıl davranacaklarını bilsem neyse! Hanımım seni bir iki sene içinde almaya çalışacaklarını söyledi ama Tanrı’m! Oraya giden kimse dönmez! Öldürürler! Tarlalarında nasıl çalıştırdıklarını duydum.”

      “Orada da buradaki aynı Tanrı var, Chloe.”

      “Eh.” dedi Chloe Teyze. “Diyelim ki öyle ama Tanrı bazen kötü şeylerin olmasına izin veriyor. Bunun beni rahatlatmadığını söyleyeyim.”

      “Ben Tanrı’nın elindeyim.” dedi Tom. “Onun izin verdiğinden ötesi olmaz ve şükredebileceğim bir şey var. Satılan ve giden benim, sen ya da çocuklar değil. Sen burada güvendesin, olan bana olacak ve Tanrı bana yardım etsin, biliyorum edecek.”

      Ah, cesur, mert yürek, sevdiklerini rahatlatmak için kendi acılarını bastıran! Tom kaba bir sesle ve boğazında acı bir tıkanmayla konuşmuştu ama yiğit ve güçlü seslenmişti.

      “Lütuflarımızı düşünelim!” diye ekledi, titreyerek, sanki onlar hakkında çok iyi düşünmesi gerektiğinden oldukça emindi.

      “Lütuflar!” dedi Chloe Teyze. “Bunda bir lütuf görmüyorum! Doğru değil! Böyle olması doğru değil! Efendi borçları için alınmana asla izin vermemeliydi. Senin için verdiği parayı iki kez ödedin ona. Sana özgürlüğünü borçlu ve yıllar önce vermesi gerekirdi. Şimdi belki elinden bir şey gelmiyor ama yanlış olduğunu hissediyorum. Buna kimse engel olamaz. Sen hep sadık biri oldun, kendi işinden çok onunkini önemsedin ve kendi karınla çocuklarından çok onu dikkate aldın! Kendi çıkmazlarından kurtulmak için yürek sevgisi ve yürek kanı satıyorlar, işleri Tanrı’ya kaldı!”

      “Chloe! Eğer beni seviyorsan böyle konuşma, bu belki de son kez birlikte oluşumuz! Sana söyleyeyim Chloe, efendi aleyhine söylenen tek kelime bile ağırıma gidiyor. Kollarıma bir bebekken verilmedi mi? Onun için iyi düşünmem doğal. Ayrıca zavallı Tom’u çok da düşünmesi gerekmez. Efendi onun için bu şeylerin yapılmasına alışkın ve doğal olarak üzerinde fazla düşünmüyor. Zaten hiçbir şekilde bu beklenemez. Diğer efendilere nazaran, bendeki yaşantı ve davranış kimde vardı? Bunu baştan görseydi bana böyle olmasına izin vermezdi. Biliyorum öyle.”

      “Eh, her neyse, bir yerlerde bir şeyler yanlış.” dedi inatçı bir adalet duygusu baskın karakteri olan Chloe Teyze. “Ne olduğunu tam bilmiyorum ama bir yerlerde yanlışlık var, bundan kuşkum yok.”

      “Yukarıdaki Tanrı’ya bakmalısın, o her şeyin üstünde, onun haberi olmadan bir serçe düşmez.”

      “Bu beni pek rahatlatmıyor ama öyle olduğunu umarım.” dedi Chloe Teyze. “Ancak konuşmanın bir faydası yok; mısır ekmeğini ıslatacağım ve sen de iyi bir kahvaltı yap çünkü bir daha ne zaman kahvaltı yapacağını kimse bilemez.”

      Güneye satılan zencilerin acılarını anlayabilmek için bu ırkın içgüdüsel duygularının özellikle güçlü olduğunu anımsamak gerekir. Bir yere bağlılıkları oldukça güçlüdür. Doğal olarak gözü pek ve girişken değillerdir, evine düşkün ve sevecenlerdir. Bunlara cehalet ve bilinmeyenin korkularıyla güneye satılmanın zencilerde çocukluktan beri cezalandırmanın son aşamaları olduğunu da ekleyin. Kırbaçlanmak ya da herhangi bir işkence tehdidinden daha çok korkutanı nehrin aşağısına gönderilmekti. Bu duyguların ifade edildiğini biz onlardan duyduk ve dedikodu saatlerinde oturup “nehrin aşağısı” hakkında korkunç hikâyeler anlattıklarında o içten korkuyu onlarda gördük ki nehrin aşağısı onlar için,

      O keşfedilmemiş ülke ki sınırlarından

      Hiçbir gezgin dönmez. 3

      Kanada’daki