Гарриет Бичер-Стоу

Tom Amca’nın Kulübesi


Скачать книгу

Ruh Hâli Yersiz Hâle Geliyor

      Kentucky’de N. köyündeki küçük bir taşra otelinin kapısında bir yolcu belirdiğinde yağmurun çiselediği bir öğleden sonrasının geç saatleriydi. Barın olduğu odada kötü havanın getirdiği gerginliğin bu limana attığı her türden insanın toplandığını gördü ve bu yer bu tip toplanmalara sık sık sahne olurdu. Av gömlekleri giymiş ve esneklikleriyle geniş alanlarda yol gitmiş, iri yarı, uzun, zayıf Kentuckyliler ırklarına özgü rahatlıklarıyla resimde karakteristik özelliklerini sergiliyorlardı. Tüfekler köşeye istiflenmişti, fişek torbaları, av torbaları, av köpekleri ve kısa boylu zencilerin hepsi köşelerde toplanmıştı. Şöminenin bir köşesinde sandalyesi arkaya yatmış, uzun bacaklı bir beyefendi oturuyordu, kafasında şapkası vardı ve çamurlu çizmelerinin topukları asil bir şekilde ocak başında dinleniyordu. Okuyucularımızı bilgilendirelim, bu duruş Batılı barlarda hoşa gidiyordu, burada yolcular bu tip bir düşüncelerini yüceltme modunu kararlı bir şekilde tercih etmişlerdir.

      Barın arkasında duran ev sahibi pek çok taşralı adam gibi boylu poslu, iyi huylu ve rahat biriydi, başında inanılmaz çok saçı ve üzerinde de büyük, uzun bir şapka vardı.

      Aslında odadaki herkes erkek egemenliğinin tipik simgesini taşıyordu. İster keçe kumaştan bir şapka, isterse palmiye yaprağı, yağlanmış kunduz kürkünden yapılma veya güzel, yeni bir şapka olsun, gerçek bir cumhuriyetçinin bağımsızlığının güvencesiydi. Gerçekte her bireyin kendine özgü simgesini gösteriyor gibiydi. Bazıları özgür bir şekilde yana yatırıyordu, bunlar sizin esprili, neşeli, kaygısız adamlarınızdı. Bazıları burunlarına kadar özgürce bastırırdı, bunlar sizin çetin ceviz, esaslı adamlarınızdı, şapkalarını giydiklerinde giymek istemişlerdi ve düşündükleri şekilde olmasını isterlerdi. Bir de şapkalarını arkaya doğru yatırmış olanlar vardı; bunlar gözü açık, açık beklentileri olan adamlardı. Şapkalarının nasıl durduğunu bilmeyen veya umursamayan ilgisiz adamlar her yöne doğru kaydırırlardı. Aslında bu çeşitli şapkalar bir Shakespeare çalışmasına benzerdi.

      Serbest ve rahat pantolonları olan, gömlek çizgilerinde bolluk olmayan türlü türlü zenciler etrafta genelde her şeyi efendinin ve misafirlerinin yararına çevirmekten yana genel isteklerini ifade etmek dışında belli bir sonuç almadan oraya buraya seğirtiyorlardı. Bu görüntüye kocaman, geniş bir bacadan memnun memnun tüten neşeli, çatırtılı, eğlenceli ateşi, her biri sonuna kadar açık dış kapı ve pencereleri, ıslak, nemli havadaki güzel, sert rüzgârda çarpıp şaklayan patiska perdeleri de katarsanız bir Kentucky barındaki eğlenceler hakkında fikriniz olur.

      Bugünün Kentuckylisi daha önceki kuşaklardan içgüdülerin ve özelliklerin geçmesi prensibine iyi bir örnekti. Babaları sıkı birer avcıydı, yıldızları kandil gibi düşünerek ormanda yaşayan, serbest, açık havada uyuyan adamlardı ve bugünün nesilleri de evlerini hep kamp gibi kullanırlar, her zaman şapka giyerler, yuvarlanır ve topuklarını sandalyelerin tepesine veya ocak başlarına koyarlar, aynı babalarının yeşil çimenlerde yuvarlandığı ve ağaçlara, kütüklere yaslandığı gibi. Büyük akciğerlerine yeterince hava çekmek için yaz kış pencereleri ve kapıları açık tutarlar, umursamaz bir iyi huylulukla herkese “yabancı” derler, sonuçta da en dürüst, en kolay geçinilen, en neşeli varlıklardır.

      İşte yolcumuz böylesine serbest ve rahat bir topluluğa girdi. Kendisi kısa, tıknaz bir adamdı; dikkatlice giyinmişti, yuvarlak, iyi huylu bir yüzü ve görünüşünde telaşlı, titiz bir hava vardı. Valizi ve şemsiyesi konusunda çok dikkatliydi, içeri kendi elleriyle getirmişti ve kararlılıkla onları almak isteyen hizmetkârların önerilerine direnmişti. Bar odasına kaygılı bir havayla bakındı, değerli eşyalarını en sıcak köşeye çekip sandalyesinin altına koyarak oturdu ve topukları ocak başının yanında görülen değerli zata endişeli bir şekilde baktı, adam zayıf sinirleri ve kendine özgü alışkanlıkları olan beyefendilere oldukça korkutucu gelen bir cesaret ve enerjiyle sağa sola tükürüyordu.

      “Diyorum ki yabancı, nasılsın?” dedi sözü edilen beyefendi, yeni gelenin yönüne doğru şerefle selamlarmış gibi çiğnediği tütünü tükürerek.

      “Eh, fena değil.” dedi diğeri, tehditkâr şereflendirmeye biraz korkuyla verilmiş kaçamak bir yanıtla.

      “Haberler var mı?” dedi yanıtlayan kişi, cebinden bir tütün şeridi ve büyük bir avcı bıçağı çıkarmıştı.

      “Bildiğim kadarıyla yok.” dedi adam.

      “Çiğner misin?” dedi ilk konuşan, kararlı bir tavırla kardeş gibi davranarak yaşlı beyefendiye biraz tütün uzattı.

      “Hayır, teşekkür ederim, bana uymaz.” dedi ufak tefek adam konuyu kapatarak.

      “Uymaz ha?” dedi diğeri rahatça ve toplumun genel yararı için tütün çiğnemeye devam etmek üzere parçayı kendi ağzına attı.

      Yaşlı beyefendi yanındaki uzun boylu kardeşi ne zaman onun tarafına püskürse irkildi, bunu gören arkadaşı iyi huylu bir tavırla silahını diğer tarafa çevirdi ve bir şehir almaya yetecek askerî yetenekle ocak demirlerinden birine tütün saldırısına geçti.

      “O nedir?” dedi yaşlı adam, büyük bir el ilanının başına toplanmış grubu gözlemleyerek.

      “Zenci ilanları!” dedi gruptan biri kısaca.

      Adı Bay Wilson olan yaşlı beyefendi kalktı ve valiziyle şemsiyesini dikkatlice ayarladıktan sonra, incelikli olarak gözlüklerini çıkararak burnuna yerleştirdi, bu işleri yaptıktan sonra aşağıdaki yazıyı okudu:

      Efendisinden kaçan melez adamım George. Adı geçen George bir seksenden uzun, çok açık melez, kahverengi, kıvırcık saçlı; çok akıllıdır, düzgünce konuşur, okuyup yazabilir, bir beyaz gibi davranabilir, sırtı ve omuzlarında derin yaralar vardır, sağ elinden H harfiyle işaretlenmiştir.

      Onu canlı getirene dört yüz dolar ve öldürüldüğüne dair tatmin edici kanıt getirene de aynı miktarı vereceğim.

      Yaşlı adam ilanı baştan sona alçak bir sesle, sanki onu öğreniyormuş gibi okudu.

      Ocaktaki ilgilendiği demiri kuşatma altında tutan uzun bacaklı eski kurt hantal bacaklarını indirdi, uzun bedenini havaya kaldırarak ilana doğru yürüdü ve üzerine son derece kasıtlı ağız dolusu tükürdü.

      “Bunun için düşündüğüm işte bu!” dedi kısaca ve tekrar oturdu.

      “Şimdi yabancı, neden yaptın bunu?” dedi ev sahibi.

      “Eğer burada olsaydı, bu kâğıdı yazana da aynısını yapardım.” dedi uzun adam, eski tütün kesme işine serinkanlı biçimde devam ederek. “Böyle bir adama sahip olup da ona nasıl davranacağını bilmiyorsa onu kaybetmeyi hak ediyor. Bunun gibi kâğıtlar Kentucky’de yüz karasıdır, eğer bilmek isteyen varsa bu benim fikrim!”

      “Eh, bu bir gerçek.” dedi ev sahibi, hesap defterine geçirirken.

      “Bende bir sürü oğlan var, bayım.” dedi uzun adam, ocak demirlerine saldırısını sürdürerek. “Onlara şöyle derim, ‘Çocuklar.’ derim, ‘Kaçın şimdi! Kaçın! Gidin! Ne zaman isterseniz! Sizin arkanızdan bakmaya hiçbir zaman gelmeyeceğim!” Benimkileri böyle tutuyorum. İstedikleri zaman kaçmakta özgürler ve bu onların isteklerini kırıyor. Üstelik onlar için kayıtlı bedava kâğıtlarım var, bugünlerde düşüp kalırsam diye ve onlar da biliyor. Sana söylüyorum yabancı, bizim oralarda zencilerinden benden iyi yararlanan yoktur. Oğlanlarım beş yüz dolarlık taylarla Cincinnati’ye gittiler ve parayı da bana direkt getirdiler. Bu mantıklı olanı. Onlara köpek gibi davranırsan, köpek işleriyle köpek hareketleri