Гарриет Бичер-Стоу

Tom Amca’nın Kulübesi


Скачать книгу

ve kilitledi, kocasının arabada görmesini istedi ve sonra kadını çağırmaya gitti. Az sonra hayırsever kadına ait pelerin, şapka ve şalı giyinmiş olarak kollarında çocukla kapıda kadın göründü. Bay Bird onu aceleyle arabaya götürdü ve Bayan Bird arkasından arabanın basamaklarına geçti. Eliza arabadan dışarı sarktı ve ona uzatılan el kadar yumuşak ve güzel elini uzattı. İçten anlamlarla dolu, iri, koyu renkli gözlerini Bayan Bird’ün yüzüne dikti ve bir şey söyleyecek gibiydi. Dudakları kıpırdadı, bir iki kez denedi ama sesi çıkmadı, görüntüsü asla unutulmayacak bir biçimde yukarıyı işaret ederek koltuğa geri düştü ve yüzünü kapattı. Kapı kapandı ve araba hareket etti.

      Eyaletinin millet meclisinde kaçaklar, sığınanlar ve onların suç ortaklarına karşı daha sıkı tedbirler geçirmek için bir hafta boyunca destek veren vatansever senatör için nasıl bir durumdu bu!

      Bizim iyi senatörümüz eyaletinde, güzel söz söylemede onlara ölümsüz ün kazandıran Washington’daki din kardeşleri tarafından geçilememişti. Elleri ceplerinde asil bir şekilde oturmuş ve birkaç zavallı kaçağın refahını eyaletin büyük çıkarlarından önde tutanların duygusal zayıflıklarını reddetmişti.

      Bu konuda aslanlar kadar gözü pekti ve sadece kendini değil, onu duyan herkesi “Tüm gücüyle ikna etmişti.” Ancak bildiği kaçak kavramı ona göre kelimeyi oluşturan harflerdi veya en fazla, elinde bohçasıyla küçük gazete resminde “kölelikten kaçış” yazısıydı. Gerçek üzüntünün büyüsünü -yalvaran insan gözlerini, çelimsiz, titreyen insan elini, umarsız acıların ümitsiz yakarışlarını- hiç tecrübe etmemişti. Kaçağın bahtsız bir ana, şimdi ölen oğlunun bildiği küçük şapkasını giyen çocuk gibi savunmasız bir çocuk olacağını hiç düşünmemişti, zavallı senatörümüz taştan veya çelikten değildi, bir erkekti ve hem de soylu yüreği olan biriydi, herkesin görmesi gerektiği gibi vatanseverlik açısından da üzücü bir durumdaydı. Güney eyaletlerinin iyi yürekli kardeşleri, onunla ilgili övünmenize gerek yok, zira benzer durumlarda pekçoğunuzun daha iyi şeyler yapamayacağınıza dair kuşkular var. Mississippi’deki gibi Kentucky’de de acı dolu hikâyelerin boşuna anlatılmadığı soylu ve cömert yüreklerin olduğunu bilme sebebimiz var. Ah, iyi yürekli kardeşler! Bizim yerimizde olsaydınız, kendi cesur, gururlu yüreğinizin mümkün kılmayacağı hizmetleri bizden beklemeniz adil mi olurdu?

      Bizim iyi senatörümüz politik bir günahkârsa bu gecenin cezasını ödemek için iyi yoldaydı. Uzun süren yağmurlu bir havadan sonra herkesin bildiği gibi Ohio’nun yumuşak, zengin toprağı çamur üretmeye pek uygun olmuştu ve yol da eski zamanların Ohio demir yoluydu.

      “Tanrı’m, bu nasıl yol?” derdi, düzgün olması ve hızı dışında demir yolu hakkında hiçbir fikri olmayan Doğulu seyyahlar.

      Öğren o zaman masum Doğulu arkadaş, çamurun ölçüsüz ve olağanüstü derinlikte olduğu Batı’nın karanlıkta kalmış yörelerinde, yollar enine yan yana dizilerek yuvarlak, kaba kütüklerden yapılır ve saf tazeliğinde toprak, çimen ve ele ne geçerse onunla kaplanmış olur, sonra mutlu halk ona yol deyip dosdoğru üzerinden giderler. Zaman geçtikçe yağmurlar bütün o bahsedilen çayır çimeni yıkar, kütükleri oraya buraya, resim gibi pozisyonlarda, yukarı, aşağı, çapraz oynatır, çeşitli yarıklardan ve izlerden kara çamur içine dolar.

      İşte böyle bir yolda senatörümüz tökezleyerek ilerliyor, durumdan beklenildiği gibi sürekli kınıyor, -araba aynen şöyle ilerliyordu, küt, küt, küt! Sulu çamur! Çamurun içine!– senatör, kadın ve çocuğun pozisyonları daha tam yerleşmeden öylesine hızla değişiyordu ki kendilerini aşağı pencereye yapışmış buluyorlardı. Araba hızla saplanıyor, bu arada Cudjoe’nin dışarıda atları büyük gayretle toplamaya çalıştığı duyuluyordu. Birkaç faydasız çekiştirme ve seğirmeden sonra senatör sabrını kaybederken, araba birden hoplayarak düzeldi, iki ön tekerleği diğer bir çukura daldı ve senatör, kadın ve çocuk, hepsi birden karmakarışık hâlde ön koltuğa yuvarlandılar, senatörün şapkası teklifsizce gözleriyle burnuna düşüyor ve o da kendini âdeta tükenmiş gibi görüyordu, çocuk ağlıyor, Cudjoe dışarıda kamçının yinelenen vuruşları altında tekme atan, çırpınan ve gerilen atlara canlandıracak bir şeyler söylüyordu. Araba yine hoplayıp zıplıyor, arka tekerlekler batıyor, senatör, kadın ve çocuk arka koltuğa uçuyor, adamın dirsekleri kadının şapkasına çarpıyor, kadının iki ayağı adamın sarsıntıda uçan şapkasına takılıyordu. Birkaç dakika sonra “batak” geçildi ve atlar soluyarak durdu; senatör şapkasını buldu, kadın başlığını düzeltip çocuğu susturdu ve kendilerini gelecek olana karşı hazırladılar.

      Bir süre yalnızca çeşitli seslere sürekli güm, güm sesleri karıştı, yan tarafların batış çıkışı ve arabanın sarsılışı yanında; aslında o kadar da kötü olmadığına dair kendilerine ümit vermeye başladılar. Sonunda hızla hepsini ayağa dikip yerine tekrar çarpan nizamsız bir saplanışla araba durdu ve dışarıdaki gürültü patırtıdan sonra Cudjoe kapıda belirdi.

      “Lütfen efendim, burası gerçekten berbat bir yer. Nasıl çıkacağız bilmem. Düşünüyorum da raylara çıkmalıyız.”

      Senatör umutsuzca dışarı çıktı, temkinlice ayağını koyacak sert bir yer aradı, bir ayağı ölçüsüz derinliğe gömüldü, onu çıkarmaya çalıştı, dengesini kaybetti, çamurun içine yuvarlandı ve çok çaresiz bir durumdan Cudjoe tarafından çekilip çıkarıldı.

      Ama biz anlayışımızdan ötürü okuyucuların anlamazlığından kaçınıyoruz. Arabalarını çamur deliklerinden çıkarmak için gece yarısı ray parmaklıkları sökmek gibi ilginç süreçlerle vakit geçiren Batılı gezginler şanssız kahramanımıza saygılı ve hüzünlü bir sempati duyacaklardır. Onlardan sessizce gözyaşı dökmeyi bırakıp yollarına devam etmelerini rica ediyoruz.

      Araba sular damlayarak çamur içinde koydan çıktığında gecenin bir yarısıydı ve büyük bir çiftlik evinin kapısında durdu.

      Evdekileri uyandırmak az bir çaba gerektirmedi ama sonunda saygın mal sahibi göründü ve kapıyı açtı. İri yarı, uzun, kıllı ayı gibi bir adamdı, çoraplarıyla beraber bir seksen metreden uzundu ve kırmızı pazen bezinden avcı gömleği giymişti. Kum rengi arapsaçı gibi saçları bilinçli olarak karmakarışık bırakılmış gibiydi ve birkaç günlük sakalı bu değerli zata özellikle hoş bir görünüş vermiyordu. Şamdanı havada tutarak birkaç dakika öylece durdu ve tam anlamıyla gülünç olan kasvetli ve şaşkın bir ifadeyle yolcularımıza gözlerini kırpıştırarak baktı. Senatörümüzün olayı tam olarak kavratması biraz çabasını gerektirdi ve o bunun için elinden geleni yaparken, biz okuyucularımıza biraz onu tanıtalım.

      Dürüst yaşlı John Van Trompe, Kentucky eyaletinde oldukça büyük bir toprak sahibi ve köle sahibiydi. “Kürkünden başka bir şeyi olmayan ayı misali.” ve doğa tarafından devasa yapısına uygun şekilde kocaman, dürüst ve adil bir yürekle donanmıştı. Ezen ve ezilen için eşit şekilde kötü olan bir sistemin işleyişine yıllardır baskı altına aldığı bir tedirginlikle şahitlik yapıyordu. Sonunda bir gün John’un büyük yüreği artık bunu taşımayacak kadar öylesine şişti ki masasından çek defterini alıp Ohio’ya gitti ve orada güzel, zengin toprakları olan bir kasabanın çeyreğini alarak erkek, kadın, çocuk, bütün adamlarını bedavaya azat eden kâğıtları hazırladı, onları vagonlara doldurdu ve yerleşmeleri için gönderdi. Sonra dürüst John yüzünü koya döndü ve vicdanıyla düşüncelerinin keyfini çıkaracağı kuytu, ıssız çiftliğinde sessizce oturdu.

      “Zavallı bir kadınla çocuğu köle avcılarından kaçıracak bir adam olduğunuz doğru mu?” diye açıkça sordu senatör.

      “Öyle olduğumu düşünüyorum.”